“Kafesi açtığınızda bile yürüyemeyen köpek.”Kolektif Travma ve Öğrenilmiş Çaresizlik
“Kafesi açtığınızda bile yürüyemeyen köpek.”
Bu güçlü imge, bireysel psikoloji sınırlarını aşarak toplumsal belleğin, özellikle de kadınların kolektif travma mirasının ifadesine dönüşür. Bu yalnızca bir bireyin özgürlük eylemini gerçekleştiremeyişi değildir; aynı zamanda nesiller boyunca devredilen bastırma, korku ve çaresizlik zincirinin ruhsal ve bedensel ifadesidir.
🔸 Öğrenilmiş Çaresizlik ve Annelik Rolü
Psikolog Martin Seligman’ın ilk kez deneysel olarak tanımladığı “öğrenilmiş çaresizlik” kavramı, tekrarlanan başarısız kaçış denemeleri sonucunda bireyin pasifliğe teslim oluşunu açıklar. Ancak bu kavram, yalnızca deneysel psikolojide değil; psikanalitik ve toplumsal bağlamda da derin yankılar bulur. Özellikle annelik gibi tarihsel olarak idealize edilmiş ama aynı anda denetim altına alınmış bir kimlikte bu durum daha da görünür hâle gelir.
“Ev, annemin cesedi.”
“Benim vücudum, annemin vücudu, annesinin, annemin annesinin…”
Bu cümleler, bireysel değil; biyopsikososyal bir zincirleme durumunu işaret eder. Kadın yalnızca bir bedeni değil; çözülememiş, konuşulamamış ve nesiller boyunca aktarılmış travmaların taşıyıcısıdır.
🔸 Winnicott ve “İyi-en-iyi-olmayan” Anne
Donald Winnicott’ın “iyi-en-iyi-olmayan anne” (good enough mother) kavramı burada önemli bir kapı aralar. Winnicott, annenin çocuğa mutlak koruma sunmamasını, onun gerçeklikle baş etmesine alan tanıyan bir “yeterlilik” olarak tanımlar. Ancak burada annenin işlevi, yeterli olmaktan çok, işlevsel olma zorunluluğuna sıkışmıştır. Ve bu sıkışma da anneliğin içsel bir çaresizlik öğretisine dönüşmesini sağlar:
“Annem sadece travmayı aktarmadı. Bana kendi çözümsüzlüğünü de öğretti. Kendi içinden çıkamadığı hapishaneyi bana döşedi.”
Bu aktarım, psikanaliz literatüründe “interjenerasyonel travma” olarak tanımlanır. Anne kendi annesinden çözülmemiş duygulanımları, korkuları, düşmanlıkları devralır ve farkında olmadan bunları çocuğuna aktarır. Böylece, kadınlar arasında söze dökülmeyen ama bedene ve mekâna sinmiş bir travmatik diyalog sürer.
🔸 Jung’un Kolektif Bilinçdışı ve Dişil Arketipler
C.G. Jung için kolektif bilinçdışı, yalnızca imgelerin değil; duyguların, davranışların ve korkuların da evrensel katmanıdır. Jung’un tanımıyla arketipsel kadın figürleri (anne, cadı, bakire, doğurgan dişi, yutan tanrıça) yalnızca mitolojik değil; ruhsal olarak da varlığımızda kayıtlıdır.
“Annemin korkusundan korkuyorum.”
Bu cümle, hem bireysel hem arketipsel düzeyde bir karşılaşmayı işaret eder. Kadının kendi annesiyle yaşadığı çatışma, aslında içindeki yutan anne arketipiyle de bir savaştır.
Çaresizlik burada yalnızca dışsal koşullardan değil, içselleştirilmiş arketipsel yapılardan da kaynaklanır. Kadın, annenin gölgesiyle, onun annesinin yasıyla, onun susturulmuş arzularıyla birlikte yaşamaktadır.
🔸 Kolektif Kadınlık Belleği: Yaralı Zincirin Devamı
“Benim hakkımda bir şeyler uydururlardı, sonra benimle konuşmayarak beni onlar için cezalandırırlardı.”
“Mezarın ötesinden bana bir kazı yapıyor.”
“Düğünüme gelmedi, ailemden hiç kimse gelmedi.”
Bu örnek anlatılar, yalnızca bir annenin bireysel öfkesi değil, bir kadın kuşağının maruz kaldığı duygusal dışlanma, görülmeme, bastırılma ve suçlanmanın aktarımıdır. Duygular nesiller boyunca bastırılmış ve içe dönmüş, sonunda öğrenilmiş bir sessizlik, edilgenlik ve yalnızlık üretmiştir.
Kadının kaçamayışının nedeni yalnızca dışsal zincirler değil, içselleştirilmiş kalıplardır.
O, annesini kızdırmamak için sessiz yürür.
Kendini korumak için evde kalır.
Kendini affettirmek için çocuk yapar.
Ve sistem bu devinimi sürdürmek için kadına sevgi adı altında öğrenilmiş çaresizlik sunar.
🔹 Sonuç: Çaresizliğe Sızan Hafıza
Kadınlar, kendilerine ait olmayan bir geçmişin izlerini taşırlar. Bu izler, yalnızca rüyalarda, beden ağrılarında, duyulmayan çığlıklarda belirir. Jung’un söylediği gibi:
“İçinden çıkılmamış bir tarih, kişinin kaderi olur.”
(C.G. Jung, “The Undiscovered Self”)
Öğrenilmiş çaresizlik bu nedenle sadece davranış değil; unutulmuş ama hissedilen bir hafızadır. Kadınlar, geçmişte çözülememiş her duyguyu kendi çocuklarına aktarmamak için kendi içsel anneleriyle yüzleşmek zorundadır. Çünkü kaçamadığın yerde ancak dönüştürerek iyileşebilirsin.
öğrenilmiş çaresizlik


