Kaosun ve Özgürlüğün Eşiğinde: Mine Söğüt’ün Deli Kadınları ve Mitolojik Hafıza
Mine Söğüt’ün eserleri, özellikle Deli Kadın Hikâyeleri ve Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979, kadın karakterlerin bastırılmış arzularını, öfkelerini ve toplumsal normlara karşı isyanlarını mitolojik ve arketipsel bir mercekle ele alır. Bu eserlerde, Jung’un gölge arketipi, mitolojik tanrıçaların yıkıcı ve yaratıcı ikiliğiyle kesişerek, deliliği hem bir lanet hem de bir özgürleşme aracı olarak konumlandırır. Söğüt’ün anlatıları, bireysel ve kolektif hafızayı tarihsel olaylarla harmanlayarak modern bir destan mı yaratıyor, yoksa geçmişin hayaletleriyle hesaplaşan bir anti-mit mi örüyor? Bu metin, bu soruları kuramsal, psiko-politik, alegorik ve provokatif bir dille irdeliyor.
Delilik: Pandora’nın Kutusu mu, Özgürlüğün Anahtarı mı?
Mine Söğüt’ün Deli Kadın Hikâyeleri’ndeki kadın karakterler, Jung’un gölge arketipinin somut bir yansımasıdır; bastırılmış arzular, öfkeler ve toplumsal tabularla şekillenen “öteki” kimlikleri, delilik kisvesiyle sahneye çıkar. Bu kadınlar, Medea’nın intikam ateşiyle yanan öfkesi ya da Kali’nin hem yaratıcı hem yok edici kaotik enerjisi gibi, mitolojik tanrıçaların ikircikli doğasını taşır. Medea, sevgiyle ihanet arasında salınırken, Kali, yıkımı yeniden doğuşun öncülü kılar. Söğüt’ün kadınları da bu ikiliği yansıtır: Toplumun onlara dayattığı rollerin prangalarını delilikle kırar, ancak bu delilik, hem özgürleştirici bir isyan hem de toplumsal düzenin laneti olarak işler. Delilik, bir Pandora kutusu gibi açıldığında, içindeki kaosu serbest bırakır; bu kaos, bireyin kendi hakikatini keşfetmesini sağlar, ancak aynı zamanda onu toplumsal normların distopik cezalandırmasına maruz bırakır. Bu, özgürleşmenin bedelidir: Kadınlar, “deli” damgasıyla hem özgürleşir hem de dışlanır.
Yıkıcı ve Yaratıcı İkilik: Mitolojik Tanrıçaların Mirası
Söğüt’ün kadın karakterleri, mitolojik tanrıçalardaki yıkıcı ve yaratıcı ikiliği, modern bir bağlamda yeniden yorumlar. Medea’nın trajik öfkesi, sevgiyle nefret arasında bir köprü kurarken, Kali’nin dansı, evreni hem yok eden hem yeniden inşa eden bir güçtür. Bu karakterler, Jung’un anima kavramıyla da ilişkilendirilebilir; bastırılmış dişil enerji, bilinçdışından taşarak kaotik bir başkaldırıya dönüşür. Söğüt’ün kadınları, bu enerjiyi delilikle dışa vururken, toplumsal cinsiyet rollerine karşı bir isyan bayrağı çeker. Ancak bu isyan, mitolojik tanrıçaların aksine, modern dünyanın distopik gerçekliğinde sıkışır. Toplum, bu kadınları “deli” olarak etiketleyerek, onların yaratıcı potansiyelini bastırmaya çalışır; bu, bir nevi mitolojik lanetin modern yansımasıdır. Yine de Söğüt’ün anlatılarında delilik, bireyin kaosla yüzleşerek yeniden doğuşunu temsil eder; tıpkı Kali’nin yoktan var eden dansı gibi, bu kadınlar da kendi yıkımlarından yeni bir benlik inşa eder.
Şahbaz’ın Harikulade Yılı: Tarih, Mit ve Hafıza
Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979, tarihsel olayları mitolojik bir anlatıya dönüştürerek, bireysel ve kolektif hafızayı yeniden kurgular. 1979, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal çalkantılarının doruk noktasıdır; Söğüt, bu kaotik dönemi, mitolojik bir destanın dokusuyla işler. Ancak bu anlatı, klasik bir destan olmaktan çok, geçmişin hayaletleriyle hesaplaşan bir anti-mittir. Jung’un kolektif bilinçdışı kavramına dayanarak, Söğüt’ün eseri, tarihsel travmaların bireysel psişede nasıl yankılandığını gösterir. Şahbaz, mitolojik bir kahraman gibi, kaosun ortasında bir yolculuğa çıkar; ancak bu yolculuk, Homeros’un destanlarındaki gibi zaferle değil, modern dünyanın belirsizliğiyle son bulur. Eser, bireysel ve kolektif hafızayı, mitolojik arketiplerle harmanlayarak, geçmişi hem yüceltir hem de sorgular. Bu, modern bir destan mıdır, yoksa anti-mit olarak geçmişin yüklerini deşifre eden bir manifesto mu? Söğüt, bu soruyu açık bırakarak, okuru kendi hafızasının labirentlerinde dolaşmaya davet eder.
Delilik ve Toplumsal Düzen: Distopik Bir Cezalandırma mı?
Söğüt’ün anlatılarında delilik, bireyin kaosla yüzleşerek yeniden doğuşunu simgeleyebilir, ancak aynı zamanda toplumsal düzenin distopik bir cezalandırma aracı olarak da işler. Toplum, “normal” olanı tanımlayarak, “deli”yi dışlar; bu, kadınların özgürleşme çabalarına karşı bir kontrol mekanizmasıdır. Mitolojik bağlamda, Pandora’nın kutusu, hem lanet hem de umut taşır; Söğüt’ün kadınları da bu ikiliği yaşar. Delilik, onların bastırılmış arzularını özgürleştirirken, aynı zamanda toplumun onları marjinalize etme silahına dönüşür. Bu, psiko-politik bir gerilimdir: Kadınlar, kendi hakikatlerini bulmak için kaosa dalar, ancak bu dalış, onları toplumsal düzenin dışına iter. Söğüt, bu çelişkiyi alegorik bir dille işler; delilik, hem bireyin özgürleşme çabası hem de toplumun cezalandırma aracı olarak, distopik bir ikilem yaratır. Bu ikilem, modern dünyanın ahlaki ve ideolojik çelişkilerini de yansıtır: Özgürlük, her zaman bir bedel talep eder.
Modern Destan mı, Anti-Mit mi?
Mine Söğüt’ün eserleri, mitolojik arketipleri ve Jung’un gölge kavramını, modern dünyanın kaotik gerçekliğiyle harmanlar. Deli Kadın Hikâyeleri’ndeki kadınlar, Medea ve Kali’nin yıkıcı-yaratıcı ikiliğini yansıtarak, deliliği hem bir lanet hem de özgürleşme aracı olarak kullanır. Şahbaz’ın Harikulade Yılı 1979 ise, tarihsel olayları mitolojik bir anlatıya dönüştürerek, bireysel ve kolektif hafızayı yeniden kurgular. Bu eserler, modern bir destan mı, yoksa geçmişin hayaletleriyle hesaplaşan bir anti-mit mi? Söğüt, bu soruyu cevapsız bırakır; çünkü onun anlatıları, okuru kendi kaosuna ve hakikatine doğru bir yolculuğa çıkarır. Delilik, kaos ve yeniden doğuş, Söğüt’ün evreninde hem bir lanet hem de bir kurtuluş vaadidir; tıpkı Pandora’nın kutusu gibi, açıldığında hem yıkımı hem de umudu serbest bırakır. Bu, Söğüt’ün provokatif mirasıdır: Toplumsal düzenin zincirlerini kırmak için, önce kaosun kucağına atlamak gerekir.