Kaygının Kimlik Arayışındaki Yeri: Clarissa Dalloway ve Harry Haller Üzerine Bir İnceleme

Kierkegaard’ın “kaygı” (angst) kavramı, bireyin varoluşsal sorgulamaları ve kimlik arayışı bağlamında modern edebiyatta derin bir yankı bulur. Bu kavram, bireyin özgürlükle yüzleştiğinde hissettiği belirsizlik, huzursuzluk ve kendi varoluşsal sorumluluğunu üstlenme zorunluluğuyla ilişkilidir. Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway adlı eserinde Clarissa Dalloway ve Hermann Hesse’nin Bozkırkurdu adlı eserinde Harry Haller, bu kaygıyı farklı bağlamlarda deneyimler. Her iki karakter de içsel çatışmalar, toplumsal beklentiler ve bireysel anlam arayışı arasında sıkışmışlık hissiyle mücadele eder. Bu inceleme, Kierkegaard’ın kaygı kavramını merkeze alarak Clarissa ve Harry’nin kimlik arayışlarını karşılaştırmalı bir şekilde ele alacak, onların deneyimlerini çok katmanlı bir yaklaşımla değerlendirerek benzerlik ve farklılıklarını ortaya koyacaktır.

Bireyin Varoluşsal Yüzleşmesi

Kierkegaard’a göre kaygı, bireyin özgürlüğünün farkına varmasıyla ortaya çıkar; bu, aynı zamanda kendi varoluşunu inşa etme sorumluluğunu üstlenme zorunluluğudur. Clarissa Dalloway, Londra’nın yüksek sosyetesinde bir ev hanımı olarak, toplumsal rollerle bireysel arzuları arasında bir gerilim yaşar. Onun kaygısı, günlük yaşamın rutin akışında, düzenlediği partilerin yüzeysel mükemmeliyetinde ve geçmiş seçimlerinin ağırlığında belirginleşir. Clarissa, gençlik aşkı Peter Walsh ve Sally Seton’la olan anılarını hatırladıkça, seçmediği yolların olasılıklarını sorgular. Bu sorgulama, Kierkegaard’ın kaygısının “olanaklar karşısında duyulan baş dönmesi” olarak tanımladığı haliyle örtüşür. Clarissa’nın kaygısı, kendi kimliğini toplumsal beklentilere uydurma çabasıyla şekillenir; bu, onun bireysel özgürlüğüne dair farkındalığını hem zenginleştirir hem de sınırlandırır. Öte yandan, Harry Haller’ın kaygısı daha kaotik ve içe dönüktür. Bozkırkurdu’nda Harry, burjuva toplumuna uyum sağlayamayan bir “yabancı” olarak, insan ve kurt arasındaki ikiliğiyle mücadele eder. Onun kaygısı, kendi parçalanmış kimliğini birleştirme çabasıyla yoğunlaşır. Kierkegaard’ın kaygı kavramı, Harry’de, varoluşsal bir boşluk ve anlam arayışı olarak kendini gösterir. Her iki karakter de kaygıyı bir içsel yüzleşme aracı olarak deneyimler, ancak Clarissa’nın kaygısı daha çok toplumsal bağlamda, Harry’ninki ise bireysel ve metafizik bir düzlemde yoğunlaşır. Bu farklılık, onların kimlik arayışlarının doğasını da belirler.

Toplumsal Normlarla Çatışma

Clarissa Dalloway’nin kimlik arayışı, 1920’ler Londra’sının katı toplumsal yapılarıyla şekillenir. Kadın olarak ona biçilen roller—eş, anne, ev sahibi—onun bireysel özlemlerini bastırır. Kierkegaard’ın kaygı kavramı, Clarissa’nın bu normlara uyum sağlama çabasıyla, aynı zamanda kendi özgünlüğünü koruma arzusu arasında yaşadığı gerilimi aydınlatır. Örneğin, düzenlediği partiler, onun toplumsal kabul arayışını temsil ederken, içsel monologları, bu yüzeysel rollerin ötesinde bir anlam aradığını gösterir. Clarissa’nın kaygısı, toplumsal bir maske takma zorunluluğuyla bireysel özgürlüğünün çatışmasından doğar. Septimus Warren Smith’in trajik hikayesi, Clarissa’nın kendi kaygısını anlamasında bir ayna işlevi görür; Septimus’un deliliği ve ölümü, Clarissa’nın bastırdığı korkuları ve varoluşsal sorgulamalarını yüzeye çıkarır. Buna karşılık, Harry Haller’ın toplumsal normlarla çatışması daha radikaldir. Burjuva toplumunu reddeden Harry, kendini ne insan ne de hayvan olarak tam anlamıyla tanımlayabilir. Onun kaygısı, toplumun ona dayattığı kimlikten tamamen kopma arzusundan kaynaklanır. Bozkırkurdu’nun “Sihirli Tiyatro” bölümü, Harry’nin bu parçalanmış kimliğini görselleştirir; burada, kendi benliğinin çoklu yansımalarıyla yüzleşir. Clarissa’nın kaygısı toplumsal uyum arayışında köklenirken, Harry’ninki toplumdan kopuş ve bireysel özgünlük arayışında yoğunlaşır. Bu, her iki karakterin kaygı deneyimlerinin toplumsal bağlamdaki farklı yansımalarını ortaya koyar.

Zaman ve Belleğin Etkisi

Clarissa Dalloway’nin kimlik arayışı, geçmişle şimdiki zaman arasında bir gerilimle şekillenir. Woolf’un akışkan anlatım tekniği, Clarissa’nın anılarını ve şimdiki anı iç içe geçirerek, onun kaygısının zamansal bir boyutta nasıl işlediğini gösterir. Geçmişte yaptığı seçimler—örneğin, Peter Walsh yerine Richard Dalloway ile evlenmesi—Clarissa’nın kimliğini sorgulamasına neden olur. Kierkegaard’ın kaygı kavramı, Clarissa’nın bu seçimlerin geri dönülemezliğini fark etmesiyle ortaya çıkan huzursuzluğu açıklar. Onun kaygısı, geçmişin ağırlığı ile geleceğin belirsizliği arasında bir köprü kurar. Harry Haller’ın durumunda ise zaman, daha döngüsel ve kaotik bir şekilde işler. Harry’nin belleği, onun kimlik krizini derinleştiren bir alan olarak işlev görür. Geçmişteki entelektüel başarıları ve yalnızlığı, onun şimdiki benliğini anlamlandırma çabasını karmaşıklaştırır. Kierkegaard’ın kaygısı, Harry’de, zamanın lineer akışından ziyade, varoluşun anlamsızlığına dair bir farkındalık olarak belirir. Harry’nin “Sihirli Tiyatro” deneyimi, zamanın ve benliğin sınırlarını sorgulayan bir alana dönüşür. Clarissa’nın kaygısı, geçmişin nostaljisi ve toplumsal rollerle sınırlıyken, Harry’ninki zamansız bir varoluşsal krizle şekillenir. Bu farklılık, her iki karakterin kimlik arayışında zamanın nasıl farklı roller oynadığını gösterir.

Özgürlük ve Sorumluluk

Kierkegaard, kaygıyı özgürlüğün hem bir hediyesi hem de bir yükü olarak tanımlar. Clarissa Dalloway için özgürlük, kendi kimliğini toplumsal normlar içinde inşa etme çabasıyla sınırlıdır. Onun kaygısı, bu özgürlüğü kullanma sorumluluğundan kaynaklanır; örneğin, parti düzenleme gibi sıradan bir eylem bile, onun kimliğini topluma sunma biçimini şekillendirir. Clarissa, bu sorumluluğu üstlenirken, kendi varoluşsal yalnızlığını da deneyimler. Septimus’un ölümü, Clarissa’ya kendi özgürlüğünün kırılganlığını hatırlatır ve onu kendi varoluşsal sorumluluğuyla yüzleştirir. Harry Haller için ise özgürlük, burjuva toplumundan tamamen kopma arzusudur, ancak bu özgürlük, onu nihilizme ve yalnızlığa sürükler. Harry’nin kaygısı, bu özgürlüğü anlamlandırma ve kendi benliğini yeniden inşa etme sorumluluğundan doğar. Bozkırkurdu’nun sonunda, Harry’nin “Sihirli Tiyatro” deneyimi, ona özgürlüğün kaotik ama yaratıcı potansiyelini gösterir. Clarissa’nın özgürlüğü toplumsal bağlamda sınırlıyken, Harry’ninki bireysel ve metafizik bir boyutta işler. Her iki karakter de Kierkegaard’ın kaygı kavramı aracılığıyla, özgürlüğün hem olanaklarını hem de sorumluluklarını deneyimler, ancak bu deneyimlerin doğası, onların yaşam koşulları ve içsel çatışmalarıyla farklılaşır.

Anlam Arayışının Sonuçları

Clarissa ve Harry’nin kaygı deneyimleri, onların anlam arayışlarının farklı sonuçlara yol açtığını gösterir. Clarissa, toplumsal rollerini yerine getirerek bir tür denge bulur; partisi, onun kaotik iç dünyasını düzenleme çabasının bir yansımasıdır. Kierkegaard’ın kaygı kavramı, Clarissa’nın bu dengeyi, kendi varoluşsal farkındalığını kabul ederek sağladığını önerir. Onun anlam arayışı, toplumsal kabul ve bireysel tatmin arasında bir uzlaşmayla sonuçlanır. Harry Haller ise anlam arayışında daha radikal bir dönüşüm geçirir. “Sihirli Tiyatro” deneyimi, onun kimliğini parçalara ayırır ve yeniden inşa etme potansiyelini sunar. Kierkegaard’ın kaygısı, Harry’de, kendi benliğini yeniden tanımlama cesaretine dönüşür, ancak bu süreç tamamlanmamıştır. Clarissa’nın anlam arayışı, toplumsal bir bağlamda çözülürken, Harry’ninki bireysel ve metafizik bir boyutta devam eder. Her iki karakter de kaygıyı, kimliklerini anlamlandırma aracı olarak kullanır, ancak bu sürecin sonuçları, onların dünya görüşleri ve yaşam koşullarıyla farklılaşır.