Levinas’ın Öteki Etiği ve Mülteci Krizleri

Yüzün Çağrısı

Emmanuel Levinas’ın etiği, insan yüzünün çıplaklığında başlar. Öteki’nin yüzü, sessiz bir taleple konuşur; bu, bir varoluşun kırılganlığını ve sorumluluğumuzu hatırlatan ilahi bir karşılaşmadır. Mülteci krizlerinde, bu yüz, kamplarda, sınır tellerinde, teknelerde belirir. Her bir mülteci, Levinas’ın tabiriyle, “sonsuz” bir sorumluluk yükler; bu, ideolojilerin veya politik hesapların ötesine geçen bir çağrıdır. Ancak bu etik, devletlerin pragmatik sınırlarıyla çarpışır. Yüz, soyut bir kavram olmaktan çıkar ve somut bir insanın gözlerindeki çaresizlikle bize bakar. Mülteci, öteki olarak, bizim insanlığımızı sorgular: Onun acısına kayıtsız kalmak, kendi varlığımızı inkar etmek midir?

Sorumluluğun Ağırlığı

Levinas’ta sorumluluk, özgürlüğün değil, zorunluluğun alanıdır. Öteki, benim varoluşumu kesintiye uğratır; onun varlığı, benim bencilliğimi paramparça eder. Mülteci krizlerinde bu, ulus-devletlerin “kendi” halkını koruma içgüdüsüyle çelişir. Levinas, sorumluluğun sınırsız olduğunu söyler; ama pratikte, kaynaklar sınırlıdır. Sınırları açmak, ekonomik ve sosyal dengeleri sarsabilir; kapatmak ise insanlığın özüne ihanet edebilir. Bu gerilim, etiğin uygulanabilirliğini zorlar. Yine de Levinas, ötekiye yanıt vermemenin, kendimizi ahlaki bir çölde kaybetmek olduğunu ima eder. Mülteci kamplarındaki bir çocuğun bakışı, bu sorumluluğu somutlaştırır; onu görmezden gelmek, kendi yüzümüzü unutmaktır.

Pratikteki Çıkmazlar

Levinas’ın etiğini mülteci krizine uygulamak, teorinin romantizminden pratiğin kaosuna geçişi gerektirir. Devletler, ötekiye açık bir karşılama sunarken kendi vatandaşlarının ihtiyaçlarını dengelemek zorundadır. Levinas’ın etiği, bireysel karşılaşmalarda güçlüdür; ama milyonlarca mültecinin ihtiyaçları, bürokratik ve politik sistemlerle karşılanmalıdır. Örneğin, bir mülteci kampında gönüllü çalışmak, yüz yüze etiği yaşatabilir; ama bu, sistemik sorunları çözmez. Uluslararası hukuk, sığınma politikaları ve kaynak dağıtımı, Levinas’ın sonsuz sorumluluk fikrini toplumsallaştırmak için araçlar sunar. Ancak bu araçlar, çoğu zaman ulusal çıkarların gölgesinde kalır. Etiği pratikte yaşatmak, bireysel vicdan ile kolektif irade arasında bir köprü kurmayı gerektirir.

Mit ve Gerçeklik Arasında

Levinas’ın etiği, modern dünyanın mitolojik bir yankısı gibi işler; öteki, çağdaş destanlarda bir yabancı, bir sürgün, bir Odysseus’tur. Mülteci, tarihin sayfalarında tekrar tekrar beliren bir figürdür: Göçmen, yersiz yurtsuz, evinden koparılmış. Bu figür, hem tragedyayı hem de umudu taşır. Levinas, bu yabancıyı kucaklamayı, insanlığın ortak destanını yeniden yazmanın bir yolu olarak görür. Ancak mitler, pratikte dağılır; sınır kapılarında, vize kuyruklarında, mülteci kamplarında gerçeklik, etiğin idealizmine meydan okur. Yine de, her bir yardım eli, her bir kurtarılmış hayat, bu etiğin küçük bir zaferidir. Mülteci, sadece bir sorun değil, insanlığın kendini yeniden tanımlama fırsatıdır.

İnsanlığın Sınavı

Mülteci krizleri, Levinas’ın etiğini bir ayna gibi önümüze tutar. Ötekiye nasıl yanıt verdiğimiz, kendimizi nasıl gördüğümüzü belirler. Bu etik, bireylerden devletlere, toplumlardan uluslararası kurumlara kadar her düzeyde uygulanabilir; ancak bunun için cesaret ve yaratıcılık gerekir. Örneğin, mültecilere güvenli geçiş yolları sağlamak, eğitim ve iş fırsatları sunmak, yerel halkla entegrasyonu desteklemek, Levinas’ın çağrısına somut yanıtlar olabilir. Ama bu, aynı zamanda, korkularımızla yüzleşmeyi, önyargılarımızı sorgulamayı ve bencilliğimizi aşmayı talep eder. Ötekiyi kucaklamak, sadece mülteciyi değil, kendi insanlığımızı da kurtarmaktır. Bu etik, bir ütopya vaat etmez; ama bizi daha iyi bir gerçekliğe davet eder.