Metafizik, deneyim ve aklın sınırları Kant’ın eleştirisinde nasıl ele alınıyor?

Kant’ın felsefesi, genel kabul gören bir eleştiri felsefesidir. Aydınlanma filozofları arasında önemli bir düşünür olan Kant’ın “eleştiri” içeren eserleri bu durumun bir göstergesidir. Kant’ın eleştirel felsefesinin temel amaçlarından biri, insanın kendi aklını kullanmasında yol göstermek ve özgürlüğü geliştirmektir.

Metafizik, felsefenin geçmişten günümüze önemli bir alanı olup, gerçekliğin temel doğasını, zihin ve madde arasındaki bağlantıyı, olasılığı, özü ve gerçekliği inceleyen daldır. Metafizik kavramı tarih boyunca neredeyse tüm filozoflar tarafından ele alınmış, farklı anlamlarda kullanılmış ve felsefe, teoloji, ontoloji ve epistemoloji gibi alanlarla aynı anlamlara da konulmuştur. Kant, metafiziğe bakış açısıyla bu alanı ciddi anlamda etkilemiştir. Ona göre metafizik, aklın deneyden hiçbir şey almamış “saf” çalışmasının ürünü olmalıdır ve “saf” felsefi bilgidir. Kant, insanların metafiziğe “doğal bir eğilim”i olduğunu iddia eder. Bu doğal yatkınlık, insan doğasının dışında olması gereken nesnelerin tasarlanmasına ve bu tasarımların ne olduğunun bilinmesine yol açar. İnsan zihni, doğası gereği duyular dünyası içinde kalmayıp daha derinlere, yani duyular dünyasını aşıp metafizik alana geçmek ister. Metafizik, bireyin aklının kurtulamadığı bir alan olarak varlığını sürdürmektedir.

Kant’ın eleştirisinde, özellikle Saf Aklın Eleştirisi (Kritik Der Reinen Vernunft) eserinde, temel amaçlarından biri metafiziğin bir bilim olarak olanağı ya da olanaksızlığına dair bir karara varmak ve metafiziğin kaynaklarını ve sınırlarını çizmektir. Kant’a göre, aklın saf kullanılışının eleştirisiyle, teorik aklın deneyimin ötesindeki metafizik alanın bilgisine ulaşamayacağını göstermek istemiştir. Deneyim ve aklın sınırları bu noktada merkezi bir rol oynar.

Kant, var olan bilgilere yenilerini ekleyen (sentetik) ve eklemeyen (analitik) önermeler arasında ayrım yapar. Analitik önermeler, bilgiye yeni bir şey katmazken, sentetik önermeler bilgiyi genişletir. Kant için üzerinde durulması gereken, deneyden elde edilmiş bilgi olmasına rağmen zorunlu ve tümel olanı gösteren sentetik a priori önermelerdir. Matematiğin ve fiziğin önermeleri buna örnek gösterilir. Kant, metafiziğin bir bilim olması gerekiyorsa, sentetik a priori ifadeler üreten bilimleri örnek alması gerektiğini belirtir. Ancak, metafizik önermeler deneye dayanmadığı için a priori olsalar da, teorik anlamda sentetik değillerdir ve bu yüzden metafiziği bir bilim gibi temellendiremez.

Saf Aklın Eleştirisi‘nde Kant, mekân ve zamanı ele alır. İnsanın mekân ve zaman olmadan hiçbir duyusal bilgiyi elde edemeyeceğini savunur. Mekân ve zaman, insanın zihninde a priori olarak bulunan “saf görü formları”dır ve duyusal algıların ön koşulunu oluşturur. Buradan hareketle Kant, insanın bildiği şeyleri olduğu gibi değil, algıladığı gibi bildiğini belirtir. İnsan aslında görünüşleri (fenomen) bilirken, bilgi sınırlarının dışında olanları (numen) bilemez. Numene hakkında konuşmaların temellendirilemeyeceğini düşünür. Kant, duyusal algı olmaksızın kavramların boş, kavram olmaksızın algıların ise kör olduğunu söyleyerek, bilginin algı ve kavram üzerine temellendiğini ifade eder.

Metafizik önermeler içerisine Tanrı, ruh ve özgürlük kavramlarını içeren önermeleri dâhil eder. Bu kavramların nesnelerinin gerçekliğinin bilgisini sunduğu düşünülse de, Kant bu bilginin mümkün olmadığını iddia eder. Aklın, deney alanını aşan bu önermeleri nesnel bir gerçeklik iddiası taşıyamaz. Aklın sınırlarını zorlayan bu sorulara saf aklın sınırları içerisinde cevap vermenin mümkün olmadığını, bu alanda hem tezlerin hem de antitezlerin ortaya konulabileceğini ve çelişkilere düşülebileceğini belirtir. Bu çelişkiler (antinomiler) aklın yapısından doğar. Evrenin başlangıcı/sınırı, nedenselliğin dışına çıkabilecek bir özgürlüğün varlığı, Tanrı’nın varlığı gibi problemler, aklın koşulsuz olanı bilme talebinden kaynaklanır.

Kant, aklın bu ideleri (Tanrı, ruh, özgürlük) üretmesinin boşuna olmadığını, aklın bu ideleri üretmesindeki amacın insanın ahlaksallığı olduğunu düşünür. Aklın ideleri, bilgi sağlayan anlama yetisinin kategorilerinden farklıdır. Kategoriler deneyde bulunan nesneleri bilmede işe yararken, aklın ideleri deneyde verilmez, deneyle doğrulanamaz veya çürütülemez ve bu idelerle hiçbir bilgi elde edilemez. Ancak bu ideler, teorik bilgi sürecinde “kuruntular” olarak kalsalar da, pratik felsefe açısından son derece önemlidirler ve yeni olanaklara kapı aralarlar.

Metafizik, insanın bilme sınırının aşılabileceğinden doğan doğal bir eğilimdir. Kant, metafiziği yanlış yoldan çevirip bir bilim olarak yeniden inşa etmek istemiştir. Ona göre metafiziğin temelleri, metafiziğin dışında, saf aklın yasalarında aranmalıdır. Metafizik, Saf Aklın Kritiği‘nin “Transandantal Analitik” bölümünde incelenen deneyim ve bilime dayalı bilgi alanının ötesinde, “Transandantal Diyalektik” bölümünde aklın kendi eleştirisinin yapıldığı alandır. Diyalektik, aklın yapısından kaynaklanan ve çelişkili metafizik sistemlere yol açan düşünceleri gösterir.

Kant, Pratik Aklın Eleştirisi (Kritik Der Praktischen Vernunft) eserinde, Saf Aklın Eleştirisi’nde çözüm bulamadığı bazı sorunları ele alır. Özgürlük kavramı, teorik akıl alanında çözülemeyen bir çatışkı iken, pratik aklın bir koyutu olarak incelenir ve gerçek anlamına pratik alanda kavuşur. Pratik aklın kullanımı, “transendental özgürlük” kavramını gösterir. Kant’a göre, ahlak alanı da deneysel olandan arındırılmış a priori önermeler için olanaklıdır ve amacı ahlak alanında “sentetik a priori” önermelerin nasıl olanaklı olduğunu göstermektir. Ahlak metafiziği, olanaklı bir saf istemenin idesini ve ilkelerini araştırmaktır. Ahlak yasası, tüm akıl sahibi varlıklar için geçerli, saf akıldan çıkan a priori bir yasadır. Özgürlük ve ahlak yasası karşılıklı olarak birbirine götürür. Ahlak yasası istemenin özerklik ilkesidir ve özerklik, insanın ve her akıl sahibi varlığın değerinin temelidir.

Özetle, Kant’ın eleştirisinde metafizik, aklın deneyim alanının ötesine geçme doğal eğilimi olarak ele alınır. Ancak teorik akıl, deneyimin sağladığı verilerle sınırlıdır ve bu sınırın ötesindeki metafizik nesneler (Tanrı, ruh, özgürlük) hakkında bilgi edinemez; bu girişimler çelişkilere (antinomiler) yol açar. Kant, bu nesnelerin bilgisinin teorik olarak imkânsız olduğunu gösterse de, pratik aklın alanında, özellikle ahlak ve özgürlük bağlamında, bu idelerin zorunlu ve anlamlı olduğunu ortaya koyar. Böylece Kant, metafiziği geleneksel, dogmatik biçiminden arındırarak, hem aklın sınırlarını belirler hem de metafiziğin yeni bir bilim olarak (saf a priori sentetik bilgi temelinde) imkânlarını sorgular, özellikle pratik alandaki rolünü vurgular.