Mine Söğüt’ün Eserlerinde Delilik, Öfke ve Toplumsal Cinsiyet: Kuramsal ve Kavramsal Bir Dekonstrüksiyon

Mine Söğüt’ün eserleri, feminist kuramın merceğinden bakıldığında, toplumsal cinsiyet rollerini sorgulayan, patriyarkal düzenin hem mikro hem de makro düzeydeki yansımalarını ele alan ve bireyin psişik ile toplumsal arasındaki gerilimlerini provokatif bir şekilde işleyen metinlerdir. Beş Sevim Apartmanı ve Deli Kadın Hikâyeleri gibi eserlerde, Söğüt, delilik, öfke ve toplumsal normlar arasındaki çatışmayı, alegorik ve metaforik bir dille ele alarak, bireyin içsel kaosunu ve kolektif travmayı aynı anda görünür kılar.

Toplumsal Cinsiyetin Dekonstrüksiyonu: Beş Sevim Apartmanı’nda Apartman Alegorisi

Söğüt’ün Beş Sevim Apartmanı, patriyarkal düzenin mikrokozmosu olarak işleyen bir mekan olarak apartmanı konumlandırırken, aynı zamanda bireyin psişik parçalanmasının alegorik bir yansıması olarak da okunabilir. Apartman, dışarıdan bakıldığında düzenli, “sevimli” bir yapı gibi görünse de, içinde barındırdığı kaos, bastırılmış arzular ve toplumsal normların dayattığı rollerin çatışmasıyla doludur. Feminist kuram bağlamında, bu mekan, kadınların ve ötekileştirilmiş bireylerin patriyarkal sistem içinde sıkışmışlığını temsil eder. Apartmanın her bir dairesi, toplumsal cinsiyet rollerinin farklı bir yüzünü deşifre eder: Kadınlar, ya idealize edilmiş “anne” ya da “delilik” etiketiyle damgalanmış “tehlikeli” figürler olarak kodlanır. Söğüt, bu rolleri dekonstrükte ederek, kadınların bu ikili dayatmalar arasında varoluşsal bir mücadele verdiğini gösterir. Apartman, yalnızca patriyarkal düzenin bir aynası değil, aynı zamanda bireyin bu düzenle uzlaşamayan psişik çatışmalarının metaforik bir sahnesidir. Bu, distopik bir gerçekliktir; çünkü birey, ne kadar kaotik olursa olsun, bu mekandan kaçamaz, zira apartman, toplumun kendisidir.

Delilik: İsyan mı, Ötekileştirme Aracı mı?

Söğüt’ün delilik kavramı, Michel Foucault’nun Deliliğin Tarihi’nde ele aldığı akıl-delilik ikiliğiyle çarpıcı bir şekilde örtüşür. Foucault, deliliğin, aklın tarihsel olarak inşa edilmiş bir karşıtı olduğunu ve toplumun, “öteki”yi dışlamak için deliliği bir araç olarak kullandığını savunur. Söğüt’ün eserlerinde, özellikle Deli Kadın Hikâyeleri’nde, delilik, hem bir isyan biçimi hem de bireyi toplumun normatif çemberinden dışlayan bir damga olarak işler. Kadın karakterler, patriyarkal düzenin onlara dayattığı “makul” kadınlık rollerine karşı çıktıklarında “deli” olarak etiketlenir. Ancak Söğüt, bu etiketi tersine çevirir: Delilik, bireyin kendi otantisitesini savunma çabası, normlara karşı bir başkaldırıdır. Foucault’nun delilik-akıl diyalektiğinde, akıl, iktidarın bir uzantısıdır; Söğüt’te ise delilik, bu iktidara karşı bir psiko-politik direniş alanı açar. Bu, provokatif bir şekilde, deliliğin ahlaki ve felsefi bir özgürlük alanı olarak yeniden tanımlanmasını sağlar. Deli kadınlar, toplumun onlara biçtiği rolleri reddederek, hem ütopik bir özgürlük tahayyül eder hem de distopik bir yalnızlıkla yüzleşir.

Öfkenin Kavramsal Dışavurumu: Kolektif Travma ve Bireysel Savaş

Deli Kadın Hikâyeleri’nde kadınların öfkesi, yalnızca bireysel bir başkaldırı değil, aynı zamanda kolektif bir travmanın kavramsal bir dışavurumudur. Bu öfke, patriyarkal düzenin kadınlara dayattığı sessizlik, itaat ve görünmezlik normlarına karşı bir provokasyondur. Söğüt’ün kadınları, öfkelerini, toplumsal normların sınırlarını zorlayarak ifade eder; bu, aynı zamanda bireyin kendi gölgesine, yani bastırılmış arzularına ve içsel çatışmalarına karşı bir iç savaş olarak da okunabilir. Feminist kuramın ışığında, bu öfke, kolektif bir travmanın izlerini taşır: Kadınlar, tarih boyunca susturulmuş, marjinalize edilmiş ve bedenleri üzerinde kontrol kurulmuş bir topluluğun mirasını taşır. Söğüt, bu öfkeyi alegorik ve metaforik bir dille işleyerek, bireysel psişik savaşın, toplumsal normlara karşı bir ideolojik mücadeleyle kesiştiği bir alan yaratır. Öfke, burada hem yıkıcı hem de yaratıcı bir güçtür; distopik bir gerçeklikte bireyi yok edebilecekken, ütopik bir tahayyülde yeni bir varoluş biçiminin kapısını aralar. Bu, psiko-politik bir başkaldırıdır; çünkü öfke, bireyin kendi sınırlarını aşarak toplumsal düzenin çatlaklarını görünür kılar.

Bir Yeniden Tanımlama

Mine Söğüt’ün eserleri, toplumsal cinsiyet rollerini, deliliği ve öfkeyi, feminist kuram, Foucault’nun güç dinamikleri ve psiko-politik bir çerçevede ele alarak, bireyin ve toplumun çatışmalı doğasını sorgular. Beş Sevim Apartmanı, patriyarkal düzenin mikrokozmosu olarak apartmanı konumlandırırken, bireyin içsel kaosunu da metaforik bir şekilde yansıtır. Delilik, hem bir isyan biçimi hem de toplumun ötekileştirme aracı olarak, akıl-delilik ikiliğini provokatif bir şekilde yeniden tanımlar. Deli Kadın Hikâyeleri’nde ise öfke, kolektif travmanın bir dışavurumu olarak, bireysel ve toplumsal mücadelelerin kesişim noktasında yer alır. Söğüt’ün eserleri, ahlaki, felsefi ve ideolojik bir sorgulamayla, bireyin özgürlük arayışını distopik bir gerçeklik ve ütopik bir tahayyül arasında konumlandırır. Bu, onun eserlerini yalnızca edebi değil, aynı zamanda politik ve kavramsal bir manifesto haline getirir.