Odysseia’dan Ulysses’e Bir Yolculuk: Bloom’un sıradan bir günü, Odysseus’un epik yolculuğu kadar anlamlı mıdır?

James Joyce’un Ulysses’i, Homeros’un Odysseia destanını 20. yüzyıl Dublin’inin sıradan bir gününe (16 Haziran 1904) uyarlarken, epik formun klasik yapısını modern bir bağlama taşıyarak hem sanatsal hem de kuramsal bir dönüşüm gerçekleştirir. Bu uyarlama, Joyce’un paralellikler aracılığıyla inşa ettiği estetik ve felsefi bir diyalogdur; Ulysses, destansı olanla gündelik olanı, mitik olanla moderni, evrensel olanla yerel olanı iç içe geçirerek insan deneyiminin zamansızlığını sorgular. Bu paralellikler, eserin evrenselliğini hem zenginleştirir hem de ironik bir şekilde yeniden tanımlar, modernist edebiyatın sınırlarını genişletirken insanlığın arketipsel anlatılarını çağdaş bir mercekle kırar.

Paralelliklerin Sanatsal ve Kuramsal Çerçevesi

  1. Mitsel Yapının Modern Yeniden Yazımı:
    Joyce, Odysseia’nın epik yapısını, her biri destanın bir bölümüne karşılık gelen 18 epizodla yeniden kurgular. Örneğin, Leopold Bloom Odysseus’un, Stephen Dedalus Telemachus’un, Molly Bloom ise Penelope’nin modern bir yansımasıdır. Ancak bu paralellikler, doğrudan bir taklit olmaktan çok, ironik ve parodik bir yeniden yorumdur. Bloom, destansı bir kahraman değil, Dublin’in sokaklarında dolaşan, reklamcılıkla geçinen, sıradan bir Yahudi’dir. Bu, modernist sanatın yüksek kültür ile popüler olanı birleştirme eğilimini yansıtır: Joyce, mitik olanı sıradanlıkla birleştirerek evrenselliği, insanlığın günlük mücadelelerinde bulur. Kuramsal olarak, bu yaklaşım, Lévi-Strauss’un mitlerin evrensel yapılar olarak işlev gördüğü fikriyle rezonans yaratır; ancak Joyce, bu yapıları sabit olmaktan çıkararak, anlamın sürekli kaydığı bir postyapısalcı oyun alanına dönüştürür.
  2. Dublin: Modern Bir Epik Mekân:
    Odysseia’nın fantastik adaları ve mitolojik manzaraları, Ulysses’te Dublin’in sokakları, pubları ve tramvay hatlarıyla yer değiştirir. Bu mekânsal uyarlama, evrenselliği yerel bir bağlama sabitler. Dublin, yalnızca bir şehir değil, aynı zamanda insan bilincinin ve toplumsal etkileşimlerin mikrokozmosudur. Joyce’un detaylı topografyası, Dublin’i adeta bir karakter haline getirir; her sokak, her köşe, insan deneyiminin arketipsel bir yansıması olur. Sanatsal olarak, bu, modernist edebiyatın mekânı bir estetik nesne olarak ele alma eğilimini yansıtır; tıpkı bir kübist tabloda mekânın parçalara ayrılıp yeniden birleştirilmesi gibi, Dublin de çoklu perspektiflerle yeniden inşa edilir. Kuramsal olarak, bu, Eliade’nin “kutsal mekân” kavramını seküler bir bağlama taşır: Dublin, modern insanın mitik yolculuğunun sahnesidir.
  3. Karakterlerin Arketipsel Dönüşümü:
    Joyce’un karakterleri, Homeros’un kahramanlarını hem taklit eder hem de altüst eder. Bloom’un sıradanlığı, Odysseus’un destansı cesaretine tezat oluştururken, onun içsel monologları, insan psişesinin evrensel karmaşasını açığa çıkarır. Örneğin, “Calypso” bölümünde Bloom’un kahvaltısı, Odysseus’un Kalypso ile geçirdiği tutsaklık dönemine paralelken, Bloom’un gündelik ritüelleri, mitik olanı banal olanla eşleştirir. Stephen’ın entelektüel arayışları, Telemachus’un babasını arama yolculuğunu yankılar, ancak bu arayış, modernist bir bağlamda varoluşsal bir kriz olarak yeniden yorumlanır. Molly’nin “Penelope” bölümü, sadık Penelope’nin modern bir versiyonu olarak, cinsellik ve öznellik üzerinden kadın bilincinin evrensel bir portresini çizer. Kuramsal olarak, bu karakterler, Jung’un arketip teorisiyle ilişkilendirilebilir; Bloom, Stephen ve Molly, insanlığın kolektif bilinçaltındaki “gezgin”, “bilge” ve “ana tanrıça” figürlerini modern bir bağlamda yeniden canlandırır.
  4. İronik ve Parodik Evrensellik:
    Joyce’un paralellikleri, destansı olanı parodileştirerek evrenselliği ironik bir şekilde yeniden tanımlar. Odysseia’nın epik mücadeleleri, Ulysses’te Bloom’un bir biftek alması, bir cenazeye katılması veya cinsel arzularıyla yüzleşmesi gibi sıradan olaylara indirgenir. Bu, modernist edebiyatın kahramanlık kavramını sorgulayan ironik duruşunu yansıtır. Ancak bu ironi, evrenselliği ortadan kaldırmaz; aksine, insan deneyiminin en sıradan anlarında bile mitik bir derinlik olduğunu öne sürer. Kuramsal olarak, bu, Bakhtin’in “karnavalesk” kavramıyla ilişkilendirilebilir: Joyce, yüksek ile düşüğü, kutsal ile profanı birleştirerek, evrensel olanı, insanlığın komik ve trajik doğasında bulur.
  5. Dilin Evrensel Estetiği:
    Joyce’un dil kullanımı, paralelliklerin evrenselliğini sanatsal bir boyuta taşır. Her bölüm, farklı bir üslup ve teknikle yazılmıştır: “Sirens” müzikal bir fugue, “Cyclops” kaba bir halk anlatısı, “Ithaca” ise kateşizm tarzında bir bilimsel sorgulama gibidir. Bu dilsel çeşitlilik, insan deneyiminin çokyönlülüğünü yansıtır ve dilin kendisini evrensel bir estetik alan haline getirir. Kuramsal olarak, bu, Barthes’ın “metnin hazzı” kavramına işaret eder; Ulysses, okuru anlam arayışından çok, dilin dokusuna ve ritmine dalmaya davet eder. Böylece, evrensellik, hikâyenin kendisinden çok, dilin estetik deneyiminde bulunur.

Evrenselliğin Etkisi

Joyce’un Odysseia ile kurduğu paralellikler, Ulysses’in evrenselliğini çok katmanlı bir şekilde etkiler. İlk olarak, mitik yapıyı modern bir bağlama taşıyarak, insan deneyiminin zamansızlığını vurgular: Bloom’un sıradan bir günü, Odysseus’un epik yolculuğu kadar anlamlıdır. İkinci olarak, bu paralellikler, modernist edebiyatın çoğulcu ve parçalı doğasını yansıtarak, evrenselliği sabit bir anlam yerine, sürekli yeniden inşa edilen bir diyalog olarak tanımlar. Üçüncü olarak, ironik ve parodik ton, evrenselliği demokratikleştirir; kahramanlık, yalnızca destansı figürlere değil, sıradan bireylere de aittir. Son olarak, Joyce’un dilsel yenilikleri, evrenselliği estetik bir deneyime dönüştürür; Ulysses, insan bilincinin ve dilin sınırlarını zorlayarak, her kültür ve çağda yankılanabilecek bir sanatsal evren yaratır.

Sonuç olarak, Joyce’un Odysseia ile kurduğu paralellikler, Ulysses’i, mitik olanla modern olanı, evrensel ile yerel olanı birleştiren bir sanatsal ve kuramsal laboratuvar haline getirir. Bu paralellikler, eserin evrenselliğini, insanlığın sıradan ama derin deneyimlerini mitik bir çerçeveye yerleştirerek zenginleştirir; aynı zamanda, modernist ironisi ve dilsel yenilikleriyle, bu evrenselliği sürekli sorgulanabilir ve yeniden inşa edilebilir bir alan olarak tanımlar.