Otto Rank’a Göre Sanatsal İdealleştirme
Otto Rank’ın “Doğum Travması” adlı eserinde “Sanatsal İdealleştirme” kavramını nasıl ele aldığını detaylandırayım. Daha önceki “Dinsel Yüceitme” açıklamamıza benzer şekilde, Rank’ın bu konudaki görüşleri de esasen doğum travması ve bununla başa çıkma çabalarıyla ilişkilidir.
Otto Rank’a göre, sanatsal yaratım, insanın temel bir biyolojik ve psikolojik deneyim olan doğum travması ve bu travmanın yarattığı kaygı ile başa çıkma ve onu aşma çabalarının bir sonucudur. Bu çaba, ilksel, haz dolu duruma (anne karnı) geri dönme eğilimi ile ondan zorunlu olarak uzaklaşma arasındaki sürekli tekrarlanan bir uyum sağlama girişimidir.
Sanatsal idealleştirme, bu ilksel travmanın yarattığı acı verici deneyimi ve kaybedilen ilksel durumu “biçim” aracılığıyla yeniden üretme ve böylece kabul edilebilir kılma mekanizması olarak işlev görür. Rank, her türlü “biçim”in kökenini annedeki testinin (rahmin) ilksel biçimine bağlar. Sanatçı, bu ilksel biçimi idealleştirerek ve yücelterek, onu sanatta bir içerik haline getirir ve ilksel bastırmaya uğramış bu deneyimi “güzel” olarak sunar.
Rank, sanatsal yaratım sürecini bir nevi “yeniden doğuş” eylemi olarak yorumlar. Sanatçı, Prometheus gibi insanlar yaratırken, aslında sürekli tekrarlanan doğum eylemleriyle, kadınsı ağrılar altında kendi eserini ve eser içinde kendini doğurur. Ancak bu sanatsal “doğum”, gerçek doğumun acı dolu uzaklaşmasından kaçınma eğilimini barındırır. Bu, annedeki testide başlayan oluşma ve gelişmenin “kendine yönelik” (kendi bedeninden bir parça alarak tamamlama gibi) bir taklididir. Bu taklit, pratik bir amaç gütmekten ziyade, sanatın tipik özelliği olan “görünüşte amaçsız ama yine de anlamlı oluş”u sağlar.
Rank, farklı kültürlerin sanat anlayışlarını bu ilksel travmayla başa çıkma sürecinin yansımaları olarak görür. Örneğin:
- Asya sanatı, genellikle oturan insanı (muhtemelen rahim içi/ilksel durumun sakinliğini yansıtan) esas alır.
- Mısır sanatı, ayakta duran veya adım atan bedeni tasvir etmeye başlar (hayvan başlı olsa da), bu da ilksel biçimden bir uzaklaşmayı simgeler. Ayrıca Mısır’daki heykel yaratmanın “hayata getirmek” veya “yaşatmak” olarak ifade edilmesi, bu sanatın doğumla ilişkisini vurgular. Çift şekilli sfenks figürü, yeniden doğuşun sanatsal anlatımıdır ve Yunanlılar için anneye özgü dini aşma sürecinin bir başlangıç noktası olmuştur.
- Yunan sanatı, insan vücudunu “doğuma ait cüruftan”, yani hayvansı (anneden kalma) ögelerden arındırarak çıplak genç erkek bedenini idealleştirir. Rank’a göre bu, biyolojik ve tarihöncesi insan olma eyleminin (anneden uzaklaşma, dik durma) sanatsal bir tekrarıdır. Sfenks ve Kentauros gibi karışık mitolojik yaratıklar, anneden ayrılma çabasının acı ve sancılarını yansıtır. Medusa başı ise, bu hareketli anı dondurarak, taşa hapsederek idealleştirmenin (taşlaşma) anını muhafaza eder. Bu süreç, Yunan kültüründe anne ilkesinin yoğun bastırılması ve erkek tanrıların/devletin yükselişiyle paraleldir.
Sanat, bu bağlamda, nevrotik bireyin ilksel travmayı kendi bedeninde tekrar tekrar yaşamasına karşılık, kültürel insanın (özellikle sanatçının) bu deneyimi nesnel biçimler altında yeniden üretebilmesidir. Bu, ilksel libidoya atfedilen aşırı değerin ve bastırmanın bir sonucudur. Sanatçı, gerçek yaratış sırasında tatminsiz kalmış ilksel libidonun artıklarından fantastik bir üstyapı ve ideal değerler yaratır. Bu yüceitme süreci, bedensel kaygıdan uzaklaşarak dikkatleri bedenden saptırır ve sanat, felsefe, ahlak gibi alanlarda kendini gösterir.
Sanatsal idealleştirme, bu şekilde, doğum travmasından kaynaklanan kaygı ve geri dönüş arzusunu kültürel olarak işleme ve dönüştürme yollarından biridir.
Kaynak : Doğum Travması