Pontus’un Deniz Çığlığı: Thalatta! Thalatta!
“Thalatta! Thalatta!” (Deniz! Deniz!) çığlığı, Pontus Rumlarının tarihsel belleğinde yankılanan bir haykırış, yalnızca bir coğrafi buluşu değil, insan ruhunun derinliklerinde saklı özlemleri, kayıpları ve umutları ifade eden bir semboldür. Bu çığlık, Ksenofon’un Anabasis eserinde, Pers seferinden dönen Yunan askerlerinin Karadeniz’e ulaştıklarında attıkları bir sevinç nidası olarak tarihe kazınmıştır. Ancak Pontus Rumları bağlamında, bu haykırış çok katmanlı bir anlam taşır: bir yanda kurtuluşun coşkusu, diğer yanda vatanın yitirilişinin hüznü.
Çığlığın Tarihsel Kökeni
Ksenofon’un Anabasis’inde, MÖ 401’de Pers topraklarında sıkışmış Yunan paralı askerlerinin, uzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Karadeniz’e (Pontus Euxinus) ulaştıklarında attıkları “Thalatta! Thalatta!” çığlığı, bir hayatta kalma zaferinin ilanıdır. Ancak Pontus Rumları için bu çığlık, 20. yüzyılın başında yaşanan mübadele ve tehcir gibi trajedilerle yeniden anlam kazanır. Karadeniz, Pontus Rumlarının anavatanıdır; onların kültürel, dinsel ve toplumsal kimliklerinin merkezidir. Bu bağlamda, deniz yalnızca fiziksel bir coğrafya değil, aynı zamanda kolektif belleğin, kayıp bir yurdun ve diasporik bir varoluşun simgesidir. Çığlık, tarihsel bir anın ötesine geçerek, Pontus halkının köklerinden koparılışının ve yeniden birleşme arzusunun ifadesi haline gelir.
Kolektif Belleğin Sesi
Antropolojik açıdan, “Thalatta! Thalatta!” çığlığı, bir topluluğun ortak hafızasında kristalleşen bir semboldür. Pontus Rumları, Karadeniz’in dalgalarında hem bir sığınak hem de bir ayrılık bulur. Deniz, mitolojide kaosun ve yaratılışın kaynağıdır; aynı zamanda sınırları aşmanın, bilinmeyene yelken açmanın metaforudur. Bu çığlık, diasporada yaşayan Pontuslular için, kayıp bir vatanın anısını canlı tutar. Sosyolojik olarak, bu haykırış, kimlik inşasının bir aracıdır: Pontus Rumları, dillerini, müziklerini ve geleneklerini denizle özdeşleştirerek, kökleriyle bağ kurar. Çığlık, bir topluluğun hem direncini hem de yasını yansıtır; ne tam bir zaferdir ne de tam bir yenilgi.
Dilin Sembolik Gücü
Dilbilimsel açıdan, “Thalatta! Thalatta!” nidası, basit bir kelime çiftinden fazlasıdır. Yunanca “thalassa” (deniz) kelimesi, Pontus Rumlarının dilinde hem somut hem de soyut bir anlam taşır. Deniz, yaşamın kaynağı, bereketin sembolü ve aynı zamanda tehlikenin temsilcisidir. Çığlığın tekrarlanması, ritmik bir mantra gibi, topluluğun duygusal yoğunluğunu artırır. Bu tekrar, psikopolitik bir bağlamda, bir topluluğun bir araya gelerek ortak bir hedefe yönelmesini sağlar. Çığlık, aynı zamanda bir performatif eylemdir: söylemekle yapmak arasında bir köprü kurar, umudu ve direnci somutlaştırır.
Özgürlük ve Kayıp Arasında
Felsefi olarak, “Thalatta! Thalatta!” çığlığı, insanın varoluşsal ikilemlerini yansıtır. Deniz, özgürlüğün simgesi midir, yoksa ulaşılamayan bir vatanın hatırlatıcısı mı? Bu soru, Pontus Rumlarının deneyiminde, özgürlük arayışıyla kayıp bir yurdun özlemi arasında salınır. Deniz, sınırsız bir ufuk sunarken, aynı zamanda geçmişin anılarını yutan bir uçurumdur. Etik açıdan, bu çığlık, bir topluluğun kendi kimliğini koruma hakkı ile sürgün ve asimilasyon gibi tarihsel adaletsizlikler arasında bir sorgulamayı tetikler. Çığlık, yalnızca bir sevinç ya da yas ifadesi değil, aynı zamanda insan onurunun ve direncinin bir beyanıdır.
Alegorik ve Metaforik Derinlik
Alegorik olarak, “Thalatta! Thalatta!” çığlığı, insan ruhunun yolculuğunu temsil eder. Deniz, bilinçaltının derinliklerine bir kapı açar; hem kurtuluşun hem de kayboluşun metaforudur. Pontus Rumları için deniz, bir yandan anavatanın sıcaklığını, diğer yandan sürgünün soğukluğunu çağrıştırır. Sembolik düzeyde, çığlık, insanın kendi köklerine dönüş arzusunu, ama aynı zamanda bu dönüşün imkânsızlığını ifade eder. Bu, evrensel bir insan deneyimidir: hepimiz, bir şekilde, kaybettiğimiz bir “denizi” ararız. Çığlık, bu arayışın hem umutlu hem de hüzünlü bir yankısıdır.
Diasporanın Hüznü
Pontus Rumlarının diaspora deneyimi, “Thalatta! Thalatta!” çığlığını daha da karmaşık hale getirir. Deniz, birleşmeyi değil, ayrılığı simgeleyebilir; çünkü mübadeleyle birlikte Karadeniz’in iki yakası, Pontuslular için bir daha buluşulamayacak bir sınır haline gelmiştir. Antropolojik olarak, bu çığlık, diasporik toplulukların “yer” ile kurduğu bağın hem fiziksel hem de manevi boyutlarını yansıtır. Deniz, artık yalnızca bir coğrafya değil, bir düş, bir anı, bir özlemdir. Sosyolojik olarak, bu haykırış, diasporada kimliklerini korumaya çalışan toplulukların direncini sembolize eder.
Evrensel Bir Haykırış
Sonuç olarak, “Thalatta! Thalatta!” çığlığı, Pontus Rumlarının ötesinde, insanlığın ortak bir deneyiminin ifadesidir. Bu, yalnızca bir topluluğun tarihsel trajedisi değil, aynı zamanda her bireyin içindeki kayıp bir yurdu arama çabasının sembolüdür. Deniz, hem bir başlangıç hem de bir sondur; hem umudun hem de hüznün taşıyıcısıdır. Çığlık, tarihsel bir anın ötesine geçerek, insanın kendi varoluşunu sorguladığı bir ayna sunar. Bu haykırış, ne yalnızca özgürlük ne de yalnızca kayıp bir vatan özlemidir; her ikisini de kapsayan, insan ruhunun karmaşıklığını kucaklayan bir sestir. Bu çığlık, Karadeniz’in dalgalarında yankılanmaya devam ederken, bize insan olmanın ne anlama geldiğini hatırlatır.


