Raskolnikov, toplumun kurallarına neden meydan okur? Ona göre “sıradan insanlar” ve “olağanüstü insanlar” arasındaki fark nedir?

Fyodor Dostoyevski’nin Suç ve Ceza adlı eserinde Raskolnikov’un toplumun kurallarına meydan okuması, birey ile toplum arasındaki ahlaki ve varoluşsal çatışmaların bir tezahürüdür. Raskolnikov, özellikle “olağanüstü insan” kuramı üzerinden bir etik çözümleme yaparak geleneksel ahlaki normlara ve hukuki düzene karşı felsefi bir başkaldırıyı temsil eder.

Olağanüstü İnsan Kuramı

Raskolnikov, Napoléon gibi tarihsel figürleri örnek alarak, insanları iki sınıfa ayırır:

1. Sıradan insanlar: Toplumun kurallarına uyan, yasa dışına çıkmaya hakkı olmayan, çoğunluğu oluşturan kişiler. Onlar mevcut düzenin devamını sağlarlar ama onu sorgulamazlar.

2. Olağanüstü insanlar: İnsanlığın gelişimi için mevcut yasaları ve ahlaki değerleri çiğneme hakkına sahip olan seçkinlerdir. Onlar, tarihin ilerlemesini sağlayan kişilerdir. Bu insanlar, gerekirse kan dökerek veya yıkıcı eylemlerle yeni değer sistemleri inşa edebilirler.

Bu ayrım, Nietzsche’nin sonradan geliştireceği üstinsan (Übermensch) düşüncesine benzer bir zeminde yer alır. Raskolnikov’a göre bu “olağanüstü” bireyler, evrensel yasaların üstünde yer alarak, insanlığın yararı için suç işleyebilir; çünkü onların ahlakı bireysel değil, tarihsel ve kolektiftir.

Toplumun Kurallarına Meydan Okuma

Raskolnikov’un toplum kurallarına başkaldırısı, yalnızca bireysel bir kibir ya da nihilizm değildir. Onun içsel çatışması, varoluşsal bir buhran ve ahlaki bir sorgulamanın sonucudur. Toplumun ahlaki kuralları ona göre iki yüzlüdür: Yoksulları ezmekte, güçlülere ise dokunmamaktadır. Adalet sistemine olan güvensizliği, bireyin kendi ahlaki yargısıyla hareket etmesini meşru kılar. Bu noktada Raskolnikov’un düşüncesi, klasik faydacılıkla kesişir: Eğer bir eylem daha büyük bir iyilik doğuracaksa, o eylem ahlaken doğru sayılabilir.

Raskolnikov, tefeci kadını öldürerek bir tür etik deney yapar: Acaba bir insanın ölümünden doğacak hayır, bu suçu haklı çıkarabilir mi? Ancak bu cinayet, onun teorisinin aksine, ruhsal bir çöküşe ve vicdani bir azaba yol açar. Yani felsefi düzlemde haklı olduğunu sandığı noktada, varoluşsal bir yanlışlık yapar. İşte bu, Dostoyevski’nin Raskolnikov üzerinden sunduğu derin etik sorudur:

İnsan, Tanrı’nın yokluğunda kendi yasasını yaratabilir mi?

Felsefi Sonuç

Raskolnikov’un isyanı, bireyin Tanrı rolünü üstlenmeye kalkışmasının doğurduğu trajedidir. Onun “olağanüstü insan” olma arzusu, etikle güç arasındaki uçurumu gösterir. Kendi koyduğu kurallar çerçevesinde hareket etmeye çalışırken, içsel bir mahkemede yargılanır. Sonunda ulaştığı sonuç, yalnızca toplumun yasalarına değil, insanın doğasında bulunan merhamet ve vicdan gibi evrensel değerlere olan bağlılığın da yadsınamayacağıdır.

Dostoyevski, Raskolnikov aracılığıyla şunu sorar:

İnsan aklı, mutlak adaleti yaratmaya muktedir midir, yoksa adalet ancak aşkın (transcendent) bir kaynaktan mı gelir?

Bu soruya verdiği cevap, sadece bir karakterin dönüşümü değil, aynı zamanda modern bireyin Tanrı’dan ve geleneksel otoritelerden bağımsızlaşma sürecinin de dramatik bir eleştirisidir.

İşte bu yüzden Raskolnikov’un başkaldırısı, yalnızca bireysel bir suçun değil, modern insanın Tanrısız etik arayışının da simgesidir.