Şiirler II – Mehmet Ercan
AYGÜLÜ
gecenin yanağında aygülü. yıldızlar ki
göğün sincaplarıdır. cilveleşmektir varı-yoğu.
rüzgâr atına binmiş bulutlar. giderler aşkın
peşi sıra. duyulur seranadı uzaklardan.
yüreğim limanda yorgun gemi. bordasında
yosun kokusu. bekler uzakta bir sevgili.
geceyi eskitiyor kuşların sesi. kör bir kuyuya
düşmüşse ay, tutuşur bir kova özlemiyle.
kuşlara şiir okusa bir şair. saçaklarda buzdan
bıyıklar. doyurmaz belki onları, yüreklerini sıcak tutar.
kireç kuyusu nasıl kaynar? ışıl ışıl su gözesi.
aşkın soluduğum nefestir. öyleyim sana işte.
volkansı bir gündüzün ardından. yalnızlık
biriktiriyorum koynumda. kuşlara serperken düşlerimi.
ateşi öptüm dudaklarından. ne canım yandı,
ne dudaklarım. yüreğim kızgın sacda yağ misali.
AYKIZI
sağaltılmamış yaradır
depreşir durur o eski sızı
tutup saçlarından bu gece
dağlara kaçıracağım aykızı
üşürsün ayazda neyleyim
titrersin yuvasız serçe gibi
gel koynumda ısıtayım
ay seni mendil gibi
büyürsün ötüşünde kuşların
sallanırsın gecenin hamağında
al giyin pardösümü
uyu bulutların kollarında
kuğusun karanlığın denizinde
koşar peşinden avcı bulutlar
ne sen yakalanırsın
ne vazgeçer bundan avcılar
sağaltılmamış bir yaradır
depreşir durur o eski sızı
tutup saçlarından bu gece
dağlara kaçıracağım aykızı
BARIŞ TÜRKÜLERİ
(1)
gülüşün toprağa değdiğinde, yeşerirdi umutlar.
gök mavi kesilirdi. sular ışırdı gün aynasında.
boylanırdı konya ovasında ekinler.
bakışın bulutlara değdiğinde, çobanlar türküler
söylerdi. dili çözülürdü dilsiz kavalın. kepeneklerinde
ot kokusu; taşardı heybelerinden yıldızlar.
ellerin şiire değdiğinde, dizeler sarhoş, imge
göz ederdi işveli. bıçkın gezerdi sokaklarda sözcükler.
özlem acemi, özgürlük hazır kıtaydı dağlarda.
sözlerin kavgaya değdiğinde, gözler şimşek.
yüzler yay. an keskin bıçak. zaman
kıvılcımını bekleyen kava benzerdi.
yüreğin barışa değdiğinde, gülümserdi yedi
rengiyle gökkuşağı. sevdaya dururdu kuşlar.
evlerde salkım saçak çocuk sesleri; ne güzel.
tenin özgürlüğe değdiğinde, kurtulurdu güvercinler
kafeslerden. namlu unuturdu barutu. tetik parmağı.
savaş hanesi silinirdi sözlüklerden.
(2)
ellerimiz ellerinizle buluştuğunda, sarı, kızıl,
esmer, beyaz; sevgi sarmalı oluruz. yan yana
açan güller misali. kardeş kapısını çalarcasına,
çaldığımızda el kapısını. yüzler güleç; gönüller hoş,
diller neşeli. bağdaş kurarız bolluk sofrasında.
ne işsizlik, ne yoksulluk, ne açlık korkusu. soyuna
kibrit çaktığımızda aç kunduzların. pasaportları
hükümsüz kıldığımızda. sınırları göçer kuşlar gibi,
şarkılarla geçtiğimizde. adını bilmediğin birini,
dostça kucaklayarak; ne din, ne mezhep, ne bayrak?
farklılıkları geride bırakarak, halaylar çektiğimizde.
bayram yerine döner dünya. şeker tadında olur yaşamak.
haykıralım bir ağızdan haykıralım: insanlar insanlar insanlar!…
kavgadan; daha güzel değil midir barışın türküleri?
GECE BALADI
kendine akarken sessiz bir gece
ansızın usuma yıldızlar gelir
yüzünü, gözlerini düşününce
söğütler usulca suya eğilir
perdesini yırtarken karanlığın
ay göğün alnında sallanır durur
rüzgâr söyler türküsünü kendince
bir serce kalbimin camına vurur
sessizlik uyurken yer beşiğinde
başlar kuşların sevi baladı
uzayan efsunlu mor gecelerce
hangi âşık ah çekip ağlamadı
kavgacı şairler de hüzünlenir
hayatıma az silah yağlanmadı
sanma böyle dizeler yazınca
ülkem; acın göğsümü dağlamadı
GÜLENDAM
sana güneşten giysiler biçiyorum aşk makasıyla.
etek dikiyorum suların tezgahından gülendam.
bulut pazarından eldiven alıyorum ellerine.
yıldızlar iliştiriyorum saçlarına gülendam.
bir ceylanın ürkekliğini bırakıyorum yüreğine.
çıkıp geliyorlar kanlı elleriyle avcılar gülendam.
ayakları suya değince nilüferlerin ne duyar;
ne duyarsın ellerim saçında gezinince gülendam.
bıraksam kuşlar yuva yapacaklar avuçlarıma.
bütün kuşlar döndüler, sen dönmedin gülendam.
sana güneşten giysiler biçiyorum aşk makasıyla.
etek dikiyorum suların tezgahından gülendam.
GÜLÜŞÜN SAKINCALIDIR
yok öyle dilediğin gibi
bağırıp çağırmak ey şair
kalemin alınacak elinden
emir geldi savcı beyden
şiirin sakıncalıdır
sokaklarda, caddelerde, kırlarda
el-ele tutuşan sevgililer
sevdanız siyahlara bürünecek
emir geldi diyanetten
sevişmeniz sakıncalıdır
yüreğimi hüzün denizlerine çeviren
gözleri yaşlı çocuk
kimse silmeyecek yanaklarını
emir geldi jandarmadan
gülüşün sakıncalıdır
saçına yılların kırağı düşmüş
yüzü tarihimin tanığı anne
allı, sarılı, yeşilli giyinemezsin
emir geldi bakanlıktan
renklerin sakıncalıdır
sakın söyleme gördüklerini
anlıyor musun politikacı
insanlar öldürülmedi, köyler yakılmadı
emir geldi hükümetten
konuşman sakıncalıdır
usunu güneşle mi yıkadın
ay?la mı kuruladın aydın kardeşim
düşünmende engel görülmedi
emir geldi mahkemeden
yazman sakıncalıdır
GÜNEŞİNİ YÜREĞİMDE SAKLADIM
daracık hücreleri tanırım
küf ve sidik kokarlar
kaldım onlarda bir zamanlar
karanlıktırlar
soğukturlar ölü yüzleri gibi
duvarlarında bakışlarım
askılarında çığlığım kaldı
saçlarımda yıldızların sevişmesi
eseridir o günlerin
tutsaktı bütün renkler
körlerin rengi hariç
ne boncuk gözlü çocuklarım
ne kadınım
şahinleri özlerdim bir de dağları
ülkem kadar uzaktılar
duymazlardı beni
duyardım türkülerini
ben onlardım
onlar bendiler
sevdim renklerin en güzelini
tutuldum duyguların şahına
umutlar yeşerirdi içimde
coplar konuşurken tenimde
tükürüğümle ovdum morluklarımı
her işkence dönüşünde
okşanmaya hasret tenimde
yaralı bir ceylanın tablosu
mıh gibi çakılırdı gözlerime
sevinmediler hiçbir zaman
sevinebilirsin sen
koca bilge halk ustam
tara bıyıklarını
sonra bur
afilli çek tespihini
şaçlarını arkaya savur
sigaranın dumanını yandan sal
yaralarımın gözyaşları kırmızı aktı
lağıma karıştı ciğerlerim
mem gibi sevdim seni
uğulda ey büyük orman
sevdamıza kâr etmediler
bulup yolunu her seferinde
baykuş renklerine inat
güneşini yüreğimde sakladım
umudumuzun etrafında duvarlar
boynumuzdan darağaçları yorulur
yorulmaz karanlıklar
her çiçek ister toprağını
her sevda vatanını
kuşlarım göğüne hasret ölür
sevda tanımaz barut öfkesi
sülün boyunlar kırılır
gökyüzü mavi kalır gözlerinde
ölüm, zar tutar aşkımıza
bilirim, her sevda yüreğinden sorulur
çağırın yanıma bulutlar gelsin
yağmurları çağırın, rüzgârları
işvesini sevdiğim baharı
fırat?ı çağırın, dicle?yi, murat?ı
sularıyla arıtmak istiyorum
kan lekeli sokaklarımı
bunca yalanla nasıl yaşarsınız
nasıl sevişirsiniz sevgilinizle
karanfili nasıl koklarsınız
nasıl el sallarısınız bulutlara
nasıl açarsınız kapağını kitapların
onca kan bulaşmışken ellerinize
nasıl dolaşırsınız sokaklarda
sevdamızın yüreği böyle kanarken
daracık hücreleri tanırım
duvarlarında bakışlarım
askılarında çığlığım kaldı
GİTMENİN ZAMANIDIR
gitmenin zamanıdır bu kentten; ey gönlüm artık git
hoşca kalın delifişek günlerimin ankara akşamları
akardık sel gibi, yel gibi eserdik sokaklarında
anımsarım devrimle yatıp, kalktığımız o günleri
hâlâ kulaklarımda çınlar göğü sarsan o sloganlar
görünce heyecanlanırım yazılar yazdığım duvarları
nasıl öfkelenirdik, kinimiz sığmazdı yüreğimize
omuzumuzda tabutlarını taşırken vurulanları
dilimde dizeler, çantamda kitaplar, usumda hüzün
gidiyorum aramaya yeniden, gençliğimi o düşleri
gitmenin zamanıdır bu kentten; ey gönlüm artık git
hoşca kalın delifişek günlerimin ankara akşamları
KASABINI UYANDIRAN HOROZ
bahar ortasında tutulursa sonyaza
ne kalır bir imge kuyumcusundan
odalar dolusu kitaplar bir de
bitmemiş,yetim şiirler kalır
silemezsiniz geçmişin belleğinden
yıllarca içinizi kor gibi yakan
çağla yaşında ki aşklarınızdan
küllenmemiş gizli acılar kalır
talan rüzgârların soluğuyla kırılmış
selvilerin beklediği yeni bahardır
her yenilgi büyütür içinde karşıtını
varmasan da menzile, umudun kalır
gözyaşlarınız söndürür mü yüreğinizin yangınını
koşsanız da tutamazsınız yularlarından
yılları soluyan zaman atlarının
yüzünüz de izi, saçınız da akı kalır
şiirimin fırınını besleyen
acıyla sulanmış çınarlardır
sıksam öfkemi kendime
toprağa dönse tenim, hasretim kalır
suç sende değil yaşamın tırpancısı
kasabımı uyandıran horozum
boynuma bıçaklar bilenir
yıldızım kayar, sevdamız kalır
KEFENİNİ BİÇEN TERZİ
dilim rehber olsun sevdanızın hasretine
kılıç ağzı sorgularda sizi sevmişim
tartılmışım acılarda, yangınlarda sınanmışım
sıyırıp paçalarımı, korlardan geçip gelmişim
kendim gibi bir benim başka olamam
bir serçenin yarasını, yaram bilmişim
eğriye dilim dönmez, kötüye akmaz özüm
demir çarıklı; şiire sevdalı yoksul dervişim
kim duyar içimden attığım çığlıkları kim
sessizliğin duvarlarında yok olur haykırışım
kendi kefenimi biçen terziyim
gerçeğin kopmaz ipliğindendir dikişim
KENDİNCE
yeşili içmiş gözlerin
ellerin iki bulut
özlemin dağlarcadır
gelincik açmış dudağın
duruşu ceren yârim
sesin keklikçedir
saçların van gogh sarısı
salın buğday boylum
bakışın şiircedir
temmuz sıcaklığında gülüşün
ay mı doğdu yüzünün vahâsına
tenin ipekçedir
böyledir âşıkların dünyası
sizin sevdanız size özge
benimki kendimcedir
KESKİN KILIÇ
şemsiye bildiğim nice dağ,
tokat oldu döndü yüzüme.
dalına konduğum çiçekler, vefasız
kanattılar yüreğimi dikenleriyle.
peşinden koştuğum düş, şarkılarımda
hüzzam, gözbağı oldu gözlerime.
saflar karıştı, revaçta muğlak siyaset.
ağlarım ergen ölenlere.
yüzme bilmeyen acemi dalgıç. unutma;
kanatır ustasını, kendini kesmez kılıç.
ne zaman ışıyacak sular? sorum yanıtsız.
dokuz köy sırtımda dokuz bıçak.
şemsiye bildiğim nice dağ,
kaç takvim kaldı bahara?
KURBAN
çıkma seyrana bulutlar arasından
suların aynasında tarama saçlarını
sana aysın diyemem
ay sana kurban
seni topladım ışıklardan demet demet
göğsüme basıp okşadım
sana gülsün diyemem
gül sana kurban
yüreğimde volkanlar patlar
damarlarımda kızgın lavlar dolaşır
sana kansın diyemem
kan sana kurban
sağanak ol usulca yağ tenime
gir etime öfkeli hançer gibi
sana cansın diyemem
can sana kurban
hani gündoğumuna uçar ya kuşlar
kanatlarında bulutların serinliği
sana günsün diyemem
gün sana kurban
hasretle beklenen anlar bilirsin
uçsun istersin zaman
sana ansın diyemem
an sana kurban
nerede kar yağsa usul usul
aklıma yüzün, ellerin gelir
sana karsın diyemem
kar sana kurban
tut ellerimden bırakma yâr
ısıt teninin kuytu yerlerinde
sana nârsın diyemem
nâr sana kurban
gözlerimin fundalığını tutuşturur bakışların
kirpiklerinin yangınında erir giderim
sana harsın diyemem
har sana kurban
çıksam seyrana bulutlar arasından
suların aynasında tarama saçlarını
sana aysın diyemem
ay sana kurban
ÇOĞUL AŞK
– tekil olana sözüm yok,
çoğul aşkların şairiyim.
ela göz, yeşil göz, siyah göz,
cümle gözlerin esiriyim.
fabrikalarda, maden ocaklarında,
alınlarından yağmur yağdıranların özlemiyim.
toprak onlarla mutlu, hasat onlarla güzel,
tohuma yaşam verenlerin elleriyim.
özgürlük kokuyorsa dağlar, çağırın
duvarları silkeleyip geleyim.
varsın yazmasın sözlükler,
adın yüreğimde saklı bilirim.
güneş ol dağıt kümülüsleri,
sen yoksan sevdam yoksa ölürüm.
– tekil aşklara saygım var,
ben çoğuluna sevdalıyım.
ÇOĞUL
uyurken bir dağ sessizce gölgesinde,
başında nöbet tutan bulutlar mıdır?
kendi yüreğinden doğar ırmaklar,
yiterler denizlerin maviş gözlerinde.
örgütleyen us?tur sevme eylemini,
yardım yataklıktır yüreğin suçu.
faili meçhul bir sevdanın mem?iysen,
asit kuyularında bulunur izin.
güneş çoğul sözcüklerle konuşur,
rehberi karanlıktır tekillerin.
başında nöbet tutan bulutlar mıdır?
bir dağ uyurken sessizce gölgesinde.
ÇİLİNGİR
bir çift yeşil göz müdür
elma dudaklar mı yoksa
alevden gülüştür belki de
açan aşkın kilidini
dağıtır ufukta saç bağını
kor teniyle gelir güneş
çeker perdesini gecenin
çözer karanlığın kilidini
düşmesin toprağa tohum
yekinip kalkar dağlar
yüz top halat bağlasan
koparır suskunun kilidini
külle örtük kor misali
sıcak tutarsan özgürlüğü
öpüp okşarsan
eritir korkunun kilidini
açılmayacak kilit yok
sevdaysa anahtarı
külünk naçar kalırsa
kavgadır çilingiri
NİLÜFER
ayaklarında sulardan prangaları papatyaların. gözlerin
hırçın denizlere benziyor nilüfer. delişmen taylara ellerin.
yüzünde güneş tutuşmasıdır dudakların. yaşamak oluyor
öpünce. tenin, şelalelerin köpük deryası. şairlerin
dudaklarıyla şiir yazdığı.
sessizce yüreğimde uç verirken ırmaklar. kendini bana
bırak nilüfer. tutamakları yok bu kentin. düşüyor gözlerinin
uçurumuna. göç etmiş bu kentin yıldızları. yıldızlar nerede
nilüfer? simit satan çocuklar mı yıldızlar? bu kent neden
sessiz? insanların yüzündeki bu matem ne? kim öldü nilüfer?
sokaklar niçin boş? fukara cebi gibi. kuşlar neden cıvıldamıyor?
uyandır bu kentin şairlerini nilüfer uyandır! ülkelerinden uzun
yaşar şairler.
kurtul kafelerin loşluğundan nilüfer! hurafelerin boşluğundan
varoşların. mayasıdır balçık karanlığın. neden bakışlarından
kan damlıyor şu esnafın? arkası yazılmış olmalı çeklerinin. şu
taksicinin derdi ne? kulaklarından savuruyor sigara dumanını.
şu manava ne demeli nilüfer şu manava? birilerini bıçaklar gibi,
karpuzu neden bıçaklıyor, intikam alırcasına birilerinden?
nedir bu öfke tutulması nilüfer, nedir bu öfke tutulması? pus, düğün
ediyorken sokaklarda. kurtların değil miydi bu havalar? neden
çatılarda sevişmiyor güvercinler? güvercinler nerede nilüfer güvercinler?
boşanmış akıl zembereği bu kentin. it gibi sokaklara düşmüş karanlık.
kuzular kan içinde nilüfer. mahkemelerde yargılanıyor aydınlık.
şaşırma gölgen tutuklanırsa. dört yanın tele kulak. bir de sevdalıysan
güneşe. onurluysa duruşun bir de. işten değil mahpusluk.
bir yanım fırat kanar bulanık. sakarya?yı sevmekten sanık bir yanım.
deniz?im mazlum, sinan?ım mahzun bakar dağlardan nilüfer.
bu sesler de ne? kimdir yakan bu ağıtları? suçu ne bu körpe
yıldızların? neden yitip gidiyorlar karanlıkta! kırıl, dilimdeki
mühür! geber, omuzumdaki münkir! kurtul, suskunluktan fakir!
ağıtların dili birdir bilirim. gözyaşları aynıdır acıların. barışın
dili nerede nilüfer? kim vurdu kelepçeyi ceylanlarıma? bu esirler
görüntüsü de ne? yoksa naziler mi geri geldiler? yine postallar mı
konuşacak? dâra boyunlar mı verilecek yine? asfalt bile utanırken
onlardan. ölüm mü yağdıracak demir kartallar? mecnun diliyle
konuşmak varken. barış uzak mı nilüfer, barış uzak mı?
mutluluk tut ellerimi. kollarınla sar. ört üstüme sevgi yorganını.
duy sesimi dağların dili. üşüyor, üşüyorum. al kalbimi, ver parkanı.
ORMANINI İSTEYEN AĞAÇ
mahkeme kapısındayım yadsıyanların
seni mecnun yürekle bekliyorum
bekletme beni ne olursun çabuk gel
koparılmış gül gibi dalımı özlüyorum
vurup sırtıma güneşi hamal gibi
sönen dağ ateşlerine taşıyorum
neden suskun kalabalıklar neden
susmak çare midir soruyorum
bir çınarım toprağından koparılmış
ormanım nerede ormanı mı istiyorum
SABİHA
yaprak daldan nasıl düşerse, toprağa öyle
düştün sabiha. ne güller duydu öldüğünü,
ne yıldızlar?sular türküsünü söyledi; rüzgâr
yolları süpürdü soluğuyla. bir kuşlar
ağladı sabiha; sessizce tutarak matemini.
ateşböcekleri aydınlat geceyi, başında
mezarının sabiha. ne haber oldun radyolara,
ne televizyonlar söz etti senden. ne mesajlar
yayımladı siyasiler. bir soluk gibi geldin
dünyaya, bir soluk gibi yittin sabiha.
komprador değildi baban; holding ceo?su
hiç değil. yoktu değerin, kulüp başkanlarının
purosu kadar. çoban haso?nun kızı sabiha.
bir kilo geldin dünyaya, öldün yarım kilo
olarak bir hafta sonra. sormadı ağan seni.
koyunlarını sorduğu kadar.
her yıldızın bir öyküsü, her âşığın efsanesi
var sabiha. senin olmayacak hiç bir şeyin.
bir yelek, iki kundak bezi mirasın. hepsi
ucuz patiskadan. kütüğe bile düşmedi adın.
silindi sülietin? doğdun mu, doğmadın mı sabiha?
hangi uygarlık öğünebilir kendisiyle, hangi
teknoloji, hangi bilim? yeter ki tavan yapsın
borsalar. yeter ki petrol aksın kuyulardan. hisse
senetleri bire üç versin yeter ki. yükselsin yeter ki
cirolar. gerisi laf- ı ? güzaf sabiha. ölüyorlarsa
açmadan mahzun gözlerin, yağmura tutulmuş
kelebekler gibi; sabiha ölümün kimin umurunda.
uçaklar kanla çalışmaz, gemiler, fabrikalar sabiha.
? petrol kandan değerlidir ? (*) smokinli, makosenli
leşçiler için. sustukça lahitler gibi insan ormanı.
sahip çıkmadıkça bedenin cevherine; gözyaşlarına
teninin, usunun güllerine. daha çok çocuklar ölecek,
daha çok çocuklar sabiha.
(*) Churchill?in sözü.
SENFONİ
uzun bir türkünün nakaratıyım,
al beni bir koroya dönüştür.
gözyaşlarıyım işsiz babaların,
gel acımı kavın ile tutuştur.
yolum uzun, özlemler yolcusuyum,
tut elimden, mutlulukla tanıştır.
zerdüşt torunu, ibrahim kardeşiyim,
gül tenimi ateşinle buluştur.
tutsaklığın diğer yüzü nerdesin?
kaçır bizi, o güzele kavuştur.
uzun bir türkünün sol anahtarıyım,
kaval yetmez, senfoniye dönüştür.
SESLENİŞ
uzanarak mevsimlerin koynuna, bahardan
dallar gibi. sensizliği büyüten zamanlarda,
rüzgârlara sevdalı uçurtmayım. bulutlara
şiir yazdım senin için. okudun mu, can yârim?
çık gel uzamın sonsuzluğundan. yüreğim
okyanustur. tutkunum derin sulara. beni, sen
yapan sana. yüzerim gözlerinin maviliğinde.
kurşundan geçtim. ölürsem derdin öldürür, gül yârim.
yıldızlar sevişirken saçının ormanında.
gözlerinden öpüyorum kimsesiz bir akşamı.
yakamozlu denizlerde adsız gemiyim. seni
bekliyorum bilinmez bir limanda. gel yârim.
göğsümdeki kuş çırpınır uçamaz. hüznü
kalır geride. yaram onmaz. elinde sevda
makası. göğün terzisi kes atlası, sar yarama.
bir mezar bize yeter. ah yârim.
ipliği ışıktan, iğnesi güneştendir yurdumun.
toprağım zin, suyum mem?dir. nedir çektiğim
kunduzlardan, kan emen kenelerden. elleri
kanlı zaman. uzak mı şafak daha, ay yârim.
SEVDAN CELLADIMDIR
yanan özün ise suya gerek yok
su harı söndürür öze ne yapsın
sevmek için inan göz gerekmiyor
gözün yüreğinse görmek ne yapsın
ateş teni yakar tenin kül olur
külün çiçek açar alev ne yapsın
özlem senden bana varan yol ise
ben sende yolcuyum gurbet ne yapsın
morartsa da bileğimi kelepçe
usun özgür ise zindan ne yapsın
senin için ölümleri sevmiştim
sevdan celladımsa boynum ne yapsın
SEVDAN OLSUN
sana güneşten imgelerimle sesleniyorum
al yüreğimi yüreğine düğümle
sevdan olsun
sönmesin med?yamda zerdüşt ateşi
gel usunu bilincimle harmanla
ışığın olsun
gözlerimin ışığını içirdim kitaplara
tut ellerimi ula ellerine
sevincin olsun
yık ışığın külüngüyle karanlığın dağlarını
kavını öfkemle tutuştur
ateşin olsun
batır kamıştan kalemini kanıma
ölümsüz aşkların destanını yaz
direncin olsun
TANIMLANMAYAN
çivi yazısına benzer aşk
istemesek de izi kalır
kalbimizin granit mermerinde
rüzgâra takılmış bulutun
ıslanmış mendilidir o
gözü yaşlı sevgilinin
kanatlanıp kuşlar gibi
geçmenizdir kendinizden
uçmanızdır masallar dünyasına
dudakların hüzün çiçeğidir o
büyür öpücük gibi
yüreğinizin vazosunda
tanımlanmayandır
sığmayan hiçbir sınıra
alınıp satılmayan
aşmanızdır kendinizi
ne desem aslında boş
yaşandığında anlaşılandır
büyür yalnızlığıyla
gözyaşlarıyla yıkar kendini
yanmayandır ateşlerde
uzaktır yıldızlar kadar
size sizden yakın
ötesinde zamanların
hariç tut kör yürekleri
bize özgüdür aşk
umudu insanda çoğaltan
UZAT ELLERİNİ
uzat ellerini. ellerin bir güle değecektir.
serin rüzgârlara değecektir. ışıltılı sulara,
bir yıldızın gözyaşlarına değecektir. kuşların
türkülerine, köylü bir kızın saçlarına değecektir.
ben oradayım çekinme. uzat ellerini, ellerin
tenime değecektir.
uzat dudaklarını. güneş onları öpecektir. çiçeğe
durmuş dallar öpecektir. otların arasında boy
veren gelincikler öpecektir. serinletip ayaklarını
sularda; nilüferler öpecektir. ateşi öper gibi öperek,
mevsimler öpecektir. öptüğüm gibi öpecektir seni.
yer seni, gök seni öpecektir. uzat dudaklarını, şairler
öpecektir.
uzat saçlarını. saçlarını ırmaklar saracaktır. günleri
geceleri saracaktır. umudu, hasreti, sevdayı saracaktır.
dalda üzümü, üzümde güneşi saracaktır. sevdayı
yüreklerde, yüreklerde mecnun?u saracaktır. uzat
saçlarını tozlu yollara, yollarda yolcular saracaktır.
yarası onmayan bir gerilanın, yarasını barışla saracaktır.
saçlarını uzat dağlara, dağlar saçlarını saracaktır.
VASİYET
vakt ererse
dayanırsa kapıma
ömrün tırpancısı
gölgemi yele verin
sere serpe serinlesin
verin gözyaşlarımı bulutlara
anımsarlar belki yağmayı
dilimi lâl bir şaire verin
coşkuyla okusun şiirlerini
hediye edin yosun gözlerimi
doğuştan kör ressama
bir dünya çizsin ışıktan
korkağın birine verin yüreğimi
öğrensin direnmeyi
bir kötürüme verin ayaklarımı
az cop yemediler hani
severlerdi top oynamayı
ciğerlerimi de verin
on iki saniyede koşardım yüz metreyi
kurtarsınlar bir veremliyi
kolunu yitirmiş özgürlük dağlarında
verin direngene kollarımı
sürdürsün dövüşmeyi
kalan nem varsa bağışlıyorum
toprağa kalmasın hiçbir şeyim
insana inanmışımdır hep
isterim onlar bende
ben onlarda çoğaltayım yaşamayı
vakt ererse
dayanırsa kapıma
ömrün tırpancısı
YALNIZ DERVİŞ
günün esmere döndüğü saatlerde, ırmaklar
yolunu nasıl bulur? pusulası taşlar mı, yoksa
yıldızlar mıdır? rüzgârların kanatlarında
ay büyürken, göllerin melankolik sevdalıları
turnalar, tararlar seher vakti bulutların bıyıklarını.
derler ki kuşlar gökyüzünün seyyahlarıdır.
her ateş yüreğinden alır kavını. her hasret kozasında
büyütür yarınları. susuzluğunu gözyaşlarıyla giderir
denizler. kâbustur uçurumlar yalnızlığına. kuş ormanına,
? insan toprağına,? (*) balık sularına benzer.
derler ki dalgalar sahillerin ferhatlarıdır.
dost sesine hasret kuyuyum yol kenarında. görürüm
yıldızları, çoban seslerini duyarım bir de. kaç kervan
içti suyumdan. kaç yüreğe serinlik oldum. kaç âşık
gözyaşı döktü taşlarıma. zalimlere öfkelendim. ağladım
mazlumlara. suyum gözyaşımdandır. kimselerin olmasam da
umurunda. unuttum sesini çıkrığımın. yaşarım anılarımla
sessizce. derler ki her sır suskun yüreklerin fanusudur.
yolu uzun dervişim. paylaşırım ekmeğimi kuşlarla.
taşlara anlatırım hasretimi. yalnızlığımı yollar
anlar, sen anlamazsın. sürme gözlü ceylanlar
ağlar halime. keskin pençeleriyle şahinler?
insanlar anlamaz beni. hırkamla ısıtırım geceleri.
yıldızları uyuturum neyimle. karanlığı ışıtırım
göğsümün güneşiyle. âsam yoldaşımdır erenler.
derler ki sevgiliye kavuşmamak sevdanın kanunudur.
*: Edip Cansever
YILDIZ GÜDEN
gecenin kepeneğini giyindim
bindim bulut atıma
gütmeye gidiyorum yıldızları
heybemde azığım fukara
koynumda kavalım dilsiz
ezgiler çalıyorum mehtaba
ben yıldızları güden
imkânsız birine vurulmuşum
özlüyorum ceylan duruşunu
uykuyu unutmuş gözlerim
yorgunum kan ter içinde
bekliyorum adaşım yıldızı
gün selam deyince çiçeklere
güneş öpünce suları dudağından
uyanıyorum hayallerimden
gecenin kepeneğinden soyundum
indim bulut atımdan
geliyorum yıldızları gütmekten
siz yıldız güttünüz mü kentliler
ben köylüyüm güdüyorum
AYKIZI
sağaltılmamış yaradır
depreşir durur o eski sızı
tutup saçlarından bu gece
dağlara kaçıracağım aykızı
üşürsün ayazda neyleyim
titrersin yuvasız serçe gibi
gel koynumda ısıtayım
ay seni mendil gibi
büyürsün ötüşünde kuşların
sallanırsın gecenin hamağında
al giyin pardösümü
uyu bulut kollarımda
kuğusun karanlığın denizinde
koşar peşinden avcı bulutlar
ne sen yakalanırsın
ne vazgeçer avcılar
sağaltılmamış bir yaradır
depreşir durur o eski sızı
tutup saçlarından bu gece
dağlardan alacağım aykızı
KEFENİNİ BİÇEN TERZİ
dilim rehber olsun sevdanızın hasretine
kılıç ağzı sorgularda sizi sevmişim
tartılmışım acılarda,yangınlarda sınanmışım
sıyırıp paçalarımı,korlardan geçip gelmişim
kendim gibi bir benim,başka olamam
serçenin yarasını,yaram bilmişim
eğriye dilim dönmez,kötüye akmaz özüm
demir çarıklı;şiire sevdalı yoksul dervişim
kim duyar içimdeki çığlıkları kim
sessizliğin duvarlarında yok olur haykırışım
kefenimi biçen terziyim anlıyor musunuz
gerçeğin kopmaz ipliğindendir dikişim
AŞK SANA BENZER
hani yeşillikler içinde mutlu
gül yorgunu bahçeler vardır
bahçe bana
gül sana benzer
çiçekler sevdalıdır dallara
dallar ışıl ışıl baharlara
çiçek bana
dal sana benzer
ağzın kovan,dudakların petektir
dilini şeker diye emdiğim
petek bana
bal sana benzer
günler uzar, geceler uzar
yanımda sen olmayınca
gece bana
gün sana benzer
yalnızsam yüreğimdeki kentlerde
yollar gurbete götürür yolcuları
yolcu bana
yol sana benzer
bu şehri terk-i diyar ederim
alır giderim başımı uzaklara
gurbet bana
düş sana benzer
akarsın damarlarımda ateş gibi
güzelleşir seninle dünya
ateş bana
kan sana benzer
güneş yaralı kartal gibi
ufkunda devrilirken yüreğimin
kartal bana
tan sana benzer
söz vardır keskin bıçak misali
öfkeyle girer tene
bıçak bana
söz sana benzer
kar yağar ülkemin dağlarına
umut orada gerilladır
umut bana
dağ sana benzer
sağ yanımdan gürleyerek akar fırat
dicle akar sol yanımdan
öfke bana
sel sana benzer
bu kaçıncı bekleyişim yollarını
bu kaçıncı seslenişim
yâââr yâr
hasret bana
ÂŞK SANA BENZER
GECE BALADI
kendine akarken sessiz bir gece
ansızın usuma yıldızlar gelir
yüzünü ,gözlerini düşününce
söğütler usulca suya eğilir
perdesini yırtarken karanlığın
ay göğün alnında sallanır durur
rüzgâr söyler türküsünü kendince
bir serçe kalbimin camına vurur
sessizlik uyurken yer beşiğinde
başlar kuşların sevi baladı
uzayan efsunlu mor gecelerce
hangi âşık ah çekip ağlamadı
kavgacı şairler de hüzünlenir
hayatıma az silah yağlanmadı
sanma böyle dizeler yazınca
ülkem;acın göğsümü dağlamadı
AYNALAR
ne mi yansır yüzlerin aynasından
ara ne bulacaksan sözünün aynasında
karanlıklar mı sardı ansızın etrafını
bak görürsün güneşi özünün aynasında
dışımızın aynası çok defa yalan söyler
yitirmişsen kendini bul gerçek aynasında
aşkınla yandım halkım gör bizi neylediler
ne kadar umutluyduk kavganın aynasında
ülkemin köylerinde taşlar dahi ağlarken
kendimi görürdüm hep mazlumun aynasında
yıllarca acı çektim kahır oldu yoldaşım
pişe pişe öğrendim sevdanın aynasında
nehirler arasında ey benim tutsak yurdum
yalımlar dans ederdi suların aynasında
dağlarda aramıştık sarmak için biz seni
sevişmek istemiştik özgürlük aynasında
ne ihanetler gördüm ne yüz geri dönmeler
ne oyunlar oynandı siyaset aynasında
kurşun alsın canımı toprağa dönsün tenim
görmektense kendimi ihanet aynasında
ne mi yansır dışarı yüzlerin aynasında
ara ne bulacaksan sözünün aynasında
İSTANBUL TEPELERİ
istanbul tarihi hengâmedir
istanbul?u istanbul yapan
kibele?nin dolgun göğüsleri gibi
toprağı yırtıp göğe fırlayan
ünlü yedi tepeleridir
kimler konup göçmemiş bu tepelerden
birinde dede efendi oturmuş
tambur çalmış hüzzam faslından
bülbülce şakımış
yankılanmış sesi saray duvarlarında
tamburdan başka bir şeye karışmamış
kılı kırk yaran baltalarıyla hünkârlar
vurdururken suçsuzların boyunlarını
ne kederlidir dede efendi ne yaslı
el çırpmasıyla hünkârların
hüzzamdan kürdiliye cevirmiş faslı
afyon çekmiş nedim bir tepesinde
şiirler döktürmüş hanedanlara
dalkavukça kaleminden yağ akmış
yağmalarken üç kıtayı osmanlı
sinekler üşüşürken mazlum kanına
afyonun etkisiyle nedimi
hünkârların kucağına oturup
yağmacıları alkışlamış
namık kemal dedikleri bir dadaloğlu
bağdaş kurmuş bir tepesinde
özgürlük demlenirken imgelerinde
kabuğunu sarsan volkanlar gibi
karanlığı ışıtan şiirler yazmış
magosa zindanlarında yatarken
yahya kemal oturmuş bir tepesinde
hanendelerde rakkaseler oynatmış
şiirler yazmış tuna,mohaç üstüne
endülüste gönülleri şen etmiş
yoksulları üstüne ülkenin
tek dize yazmayı düşünmemiş
bir tepesinde orhan veli oturmuş
türküler tutturmuş garipçe
üstünde martıları uçurmuş
hitler?in gamalı iğrenç soluğu
insanlığın ensesindeyken
dünyanın ikinci boğazlaşması
eşiğindeyken bu toprağın
istanbul?un lüle saçlı kızları
bir kilo et karşılığında
sığırcık bedenlerini satarken
veli?nin oğlu orhan veli
bunca şeye aldırmamış
seni gözleri kapalı dinlemiş istanbul
oturmuş bir tepesinde abdulhak hamit
kendisine şair-i âzam dedirtip
gönül eğlemiş rum kızlarıyla
yaralı kelebeklere üşüşen böcekler gibi
üşüşürken bu vatana emperyal
çekilip sırça sarayına
gece-gündüz kafa çekip
aşktan muzdarip gözyaşı dökmüş
bir tepesinde oturmuş şairler hası
iki gözü iki nazarlık
saçları kavun sarısı
göğsünün kafesine dize doldurup
şiirler savurmuş saldırganlara
istanbul tuzağa düşmüş
kurt gibi çırpınırken
kirleterek boğazın kurşuni sularını
hisar önlerine demir atarken
tavşan yüreklilerin donanması
yurt kurtulurken karanlıktan
nâzım kurtulamaz hapislerden
hitler moskova önlerindeyken
dağlardan tutulmuş kaplan gibi
özgürlüğünden uzaktadır
gözlerinde sitem uludağ?a bakmaktadır
üşümüş çocuk gibi titreyen
gaz lambası ışığında
insan manzaralarını yazmaktadır
istanbul tarihi hengâmedir
istanbul?u istanbul yapan
kibele?nin dolgun göğüsleri gibi
toprağı yırtıp göğe fırlayan
ünlü yedi tepeleridir
KAR ÖRTER İZİ
kar yağıyor üstüne ankara?nın
kar yağar örter izi
it izi,kurt izi,çakal izi
soluk soluğa izlerler bizi
kar örter izi
kar yağıyor üstüne ankara?nın
kar yağar örter izi
tank izi,panzer izi,postal izi
adım adım izlerler bizi
dallarımızı kırar geçerler
kar örter izi
kar yağıyor üstüne ankara?nın
kar yağar örter izi
kan izi,parmak izi,mermi izi
telsizlerle izlerler bizi
bileğimizde soğuk demir
bağlayarak bir akşam gözlerimizi
götürürler meçhule
kar örter izi
kar yağıyor üstüne ankara?nın
ankara?yı kokular sarmış
kokuyor leşi gibi itlerin
susuz kenef gibi kokuyor
nazi kamplarınca hitler?in
ahırları gibi kokuyor domuzların
kokuyor ankara kokuyor
ankara çıldırdı çıldıracak
kepçe,dozer,delici
yıktı yıkacak cezaevi duvarlarını
kopararak insanlıkla bağlarını
yakıyor insanları yakıyor
ankara hitlerî düşlere dalmış
bürünmüş gamalı siyahlara
ankara ankara ankara
yanık et kokularını
parfüm diye sıkıyor
yakıyor ankara yakıyor
ateş kusarak üzerlerine
yakıyor çiçeğe durmuş goncalarımı
hiroşima ,nagazaki değil burası
filistin değil,beyrut değil
ümraniye, bayrampaşa
çankırı,çanakkale burası
kaypaklığın ankarası
duyulan lir sesi değil
alev alev yakılan
hasada durmuş ekinlerimin nidası
yakıyor Ankara yakıyor
yakarak hayata döndüreceklermiş
böyle diyor
ŞAİR NERON FUKARASI
kar yağıyor üstüne ankara?nın
ankara?yı kokular sarmış
BU KOKUYA KAR NEYLESİN
kar örter izi
KIZ KURUSU ŞAZİYE
yüzü bakir bir aşkın haritası
kapatamıyor çizgilerini pudralar
ipsiz uçurtmaya benzer umudu
gittiği yerden dönmeyen
okşanmak ister koklanmamış saçları
solmuş güle döndü dudakları
memeleri öpülmeyeli kaç bahar geçti
öfkesi dinmiş volkanlarca söndüler
teni kendine yabancı
bedenini sarsa ölgün ateş
duyguları kabarsa da
yüreğinde mıhtan acı
saplanır özlemlerine
kaç yastık ıslattı gözpınarları
düşler denizine kaç yelken açtı
sayısını unuttu yılların
sırma bıyıklılar terk edeli rüyalarını
beline dolanıp kolların
sıkıca sarması neye benzerdi
ürperdi şaziye ansızın
güneş neye benzerse âmâ için
sevişmek ona benzerdi
püskül saçlarını aradı
aynada bulamadı
baharsız kışa tutulmuş
meyvesiz ağaç gibi
ağladı şaziye ağladı
silsin istedi bir erkek eli
ıslanan yanaklarını
aradığını bulamadı
yatağına uzandı şaziye
gelin oldu rüyasında
daldı sonsuzluk uykusuna
bir daha uyanmadı
KENDİNCE
yeşili içmiş gözlerin
ellerin iki bulut
özlemin dağlarcadır
gelincik açmış dudağın
duruşu ceren yârim
sesin keklikçedir
saçların van gogh sarısı
salın buğday boylum
bakışın şiircedir
temmuz sıcaklığında gülüşün
ay mı doğdu yüzünün vahâsına
tenin ipekçedir
böyledir âşıkların dünyası
sizin sevdanız size özge
benimki kendimcedir
BELÂLI SEVDA
sıyırarak kardan yorganı üstünden
güle seslendim çıkıp geldi nisan ayı
nerede kaldın ayların en güzeli
çayır,çimen kokuyor mayısa yaktım abayı
gök denizdir bulutlar pamuktan yelken
dalgalarla koşarım bulamam ah karayı
her şey seni sevmemle başladı zalim
sen sardın başıma bunca belâyı
ORMANINI İSTEYEN AĞAÇ
mahkeme kapısındayım yadsıyanların
seni mecnun yürekle bekliyorum
bekletme beni ne olursun çabuk gel
koparılmış gül gibi dalımı özlüyorum
vurup sırtıma güneşi hamal gibi
sönen dağ ateşlerine taşıyorum
neden suskun kalabalıklar neden
susmak çare midir soruyorum
bir çınarım toprağından koparılmış
ormanım nerede ormanı mı istiyorum
YILDIZLAR KUYUSU
indim gecenin kuyusuna
aybalam çıkrığıyla
su yerine yıldızlar buldum
gözü yaşlı âşık bulut
söyle nereye gidiyorsun
ardından o sevdanın
mendilin rüzgârda bayrak
ırmakça akar yüreğim
varmadın mı denizine
saçını yağmurlar ıslatsın
yüreğini yıldızlar
ürkütme geceyi olur mu
günün uyanma vaktidir
getirsinler diye sevgilini
kuşlar yolladım güneşe
indim gecenin kuyusuna
aybalam çıkrığıyla
yıldızlar buldum su yerine
YÜZSÜZ ÂŞIK
ben seni bahar gibi severim
sen kış gibi sevsen de beni
yağmur olur yağarım saçlarına
öfkeyle kovsan da beni
akarım yanaklarından dudaklarına
elinin tersiyle silsen de beni
gider pencerende dururum
kapından dışarı atsan da beni
bahçende ot olmaya razıyım
çapayla kökümden kazsan da beni
şikayetçi olmam senden bilesin
bir gün ansızın vursan da beni
ben yüzsüz bir âşığım sevdiğim
rüzgâra karışır öperim seni
YİTİK
ben kendimi sende yitirdim
git ara sende beni
indim gözlerin vadisine
bırakma zorda beni
ay doğsun yüzünün rahlesine
yâr koyma zarda beni
volkanını arayan magmayım
çek al hârdan beni
mecnun, yunus harmanıyım
gel kurtar dârdan beni
şimdiki aşklar kibrit çakımı
al götür buradan beni
ben kendimi sende yitirdim
git ara sende beni
ÜŞÜR
gecenin ecesi bindi atına
dolaşır mehtapta, bulutlar üşür
yâr gözlerin iki bursa çinisi
kanarak içerim, yüreğim üşür
gülüşün ki kıskandırır güneşi
tenime kor düşer, kollarım üşür
dudağın güldür yanar dallarda
öperim hasretle, sevdamız üşür
mum ışığı dans ederken yüzümde
şiirler okurum, yıldızlar üşür
bu kaçıncı yoldaşlığım kuşlarla
sensizlik büyürken, rüzgârlar üşür
saçlarının bahçesine kış düşer
özlemle dokunsam, ellerim üşür
ŞAİR VE DENİZKIZI
tekne yap kendine şiirden
yelkeni imgeden olsun
sözcük denizine açıl
dizelerin meltem koksun
dalgalara oku şiirlerini
yüreğin umutla dolsun
haber aldım şiiristandan
bir güzele vurulmuşsun
kaç ufka yelken açtın
dinlen yorulmuşsun
şiir dediğin denizkızıdır
ararsan,bir gün bulursun
tekne yap kendine şiirden
yelkeni imgeden olsun
ŞAİR VE VARSIL
bir varsıl dedi ki bir şaire;
?ömrümce kazandığım serveti,
vereyim sana dostum yeter ki,
şiir yaz karşılığında adımla.?
yoksul şair o varsıla dedi ki;
?varsıl değilim senin gibi,
yine de girmem bu pazarlığa,
şiirimi almaya yetmez variyetin.?
?mantıksız? dedi kodaman bozularak,
?bırak be adam bırak!
sana bir servet öneriyorum,
hayır diyorsun yüzünü ekşiterek.?
sürdürdü konuşmasını kalantor;
?yemesi hoştur kızarmış etin,
metelik etmez senin sanatın,
mutluluk öneriyorum kalan ömrüne. ?
tepeden bakarak şaire varsıl,
kırdı üstadın gönül telini,
iki yana salladı şair elini,
dedi: ? bana sökmez kudretin. ?
yükseltti varsıl tonunu sesin;
?öleceksin bu çöplükte açlıktan,
yok faydası sana inadın,
vazgeç gurur yapmaktan.?
?doğrudur? dedi şair kibarca;
?yine de güvenme varsıllığına,
han?ın değil, hamam?ın değil,
o şairler kalacaklar yarına.?
varsıl alaylı güldü şaire;
?paran varsa adamdan sayılırsın,
kim sayar yoksa adamdan seni,
dolaşma bulutlarda in yere!?
yanıtladı şair onu erdemle;
?değerli şeyler de var paradan,
anlamaz onlardan senin gibiler,
anlayış beklemem paragözlerden.?
zaman geçti şair öldü veremden,
kaldırdı ölüsünü birkaç gariban,
varsıl da öldü üç bahar sonra,
sevenleri feryat etti yalandan.
sığmadı kalabalık koca alana,
günlerce, gecelerce tutuldu yası,
bitirdi servetini birkaç senede,
oğlu olacak kumar hastası.
yüzyıllar yüzyıllar geçti aradan,
ne kervan kaldı, ne han, ne hamam,
tek kuruş kalmadı koca varsıldan,
betikleri dillerde yoksul şairin.
Mehmet Ercan


