Sosyal Medya Çağında Foucault’nun İktidar ve Bilgi Merceğinden Bireylerin Öznelliği
İktidarın Yeni Yüzü: Sosyal Medyanın Denetim Mekanizmaları
Sosyal medya platformları, bireylerin günlük yaşamını yeniden şekillendiren bir alan olarak, Michel Foucault’nun iktidar ve bilgi kavramlarının çağdaş bir yansımasını sunar. Foucault’nun panoptikon modeli, Bentham’ın hapishane tasarımından esinlenerek, bireylerin sürekli gözetim altında olduğu bir toplumu tasvir eder. Sosyal medya, bu gözetimi dijital bir boyuta taşır: kullanıcılar, beğeniler, paylaşımlar ve algoritmalar aracılığıyla hem gözetler hem de gözetlenir. Bu çift yönlü gözetim, bireylerin davranışlarını düzenler ve özdenetim mekanizmalarını harekete geçirir. Örneğin, bir paylaşımın alacağı beğeni sayısı, bireyin kendini ifade etme biçimini şekillendirebilir; bu, Foucault’nun “iktidarın mikro-fiziksel” doğasına işaret eder. Platformların algoritmaları, kullanıcı verilerini analiz ederek bireylerin ilgi alanlarını, alışkanlıklarını ve hatta duygusal durumlarını kategorize eder. Bu süreç, bireylerin öznelliğini, görünürlük ve kabul edilme arzusu üzerinden yeniden inşa eder. Kullanıcılar, platformların sunduğu normlara uymaya yönlendirilir; aksi takdirde, görünmezlik ya da dışlanma riskiyle karşılaşırlar.
Bilginin Dolaşımı: Verinin Hakikat Üretimi
Foucault, bilginin iktidarla iç içe olduğunu ve hakikatin toplumsal olarak inşa edildiğini savunur. Sosyal medya çağında, bilgi, veri akışları ve algoritmalar aracılığıyla üretilir ve dağıtılır. Platformlar, kullanıcıların ürettiği içeriklerden yola çıkarak “kişiselleştirilmiş hakikatler” yaratır. Örneğin, bir kullanıcının siyasi görüşleri, platformların önerdiği içeriklerle pekiştirilir ve bu, yankı odası (echo chamber) etkisini doğurur. Bu durum, Foucault’nun “bilgi rejimleri” kavramını çağdaş bağlama taşır: sosyal medya, hangi bilginin değerli olduğunu belirler ve bireylerin dünya algısını şekillendirir. Kullanıcılar, platformların sunduğu bilgiye maruz kalarak, kendi öznelliklerini bu bilgi rejimlerinin sınırları içinde oluşturur. Örneğin, bir kullanıcının sürekli maruz kaldığı içerik, onun kimlik algısını, tüketim alışkanlıklarını ve hatta ahlaki duruşunu etkileyebilir. Bu süreç, bireylerin özgür iradesini sorgulatan bir döngü yaratır; zira birey, kendi tercihlerini özgürce yaptığını düşünse de, bu tercihler algoritmaların yönlendirmeleriyle şekillenir.
Öznelliğin Dijital Sahnesi
Sosyal medya, bireylerin kendilerini ifade etme ve kimliklerini inşa etme alanı olarak işlev görür. Foucault’nun öznellik kavramı, bireyin kendini tarihsel ve toplumsal bağlamlar içinde oluşturduğunu öne sürer. Günümüzde bu bağlam, büyük ölçüde dijital platformlar tarafından belirlenir. Kullanıcılar, profillerini oluştururken, paylaşımlarını seçerken ve hatta hangi emojileri kullanacağına karar verirken, kendilerini bir “dijital persona” olarak kurgular. Bu kurgu, hem bireyin kendi arzularını hem de platformların dayattığı normları yansıtır. Örneğin, Instagram’da bir kullanıcı, estetik bir yaşam tarzı sunma baskısı hissedebilir; bu, Foucault’nun “kendi üzerine eğilme” (care of the self) kavramının modern bir yansımasıdır. Ancak bu süreç, özgür bir kendini inşa etme eyleminden çok, platformların sunduğu şablonlara uyum sağlama çabasına dönüşebilir. Kullanıcılar, beğeni ve takipçi sayıları gibi ölçütlerle değerlendirildiklerinde, öznellikleri, platformların değer sistemine tabi olur.
Toplumsal Normların Yeniden Üretimi
Sosyal medya, bireylerin öznelliğini şekillendiren normların dolaşımını hızlandırır. Foucault’nun “biyopolitik” kavramı, toplumu düzenleyen güçlerin bireylerin bedenleri ve yaşamları üzerindeki etkisini inceler. Sosyal medya, bu biyopolitik denetimi dijital alana taşır: platformlar, hangi bedenlerin, yaşam tarzlarının ya da fikirlerin “ideal” olduğunu tanımlar. Örneğin, güzellik standartları, sağlıklı yaşam trendleri ya da başarı hikayeleri, sosyal medya üzerinden yaygınlaşarak bireylerin kendilerini bu normlara göre değerlendirmesine yol açar. Bu normlar, kullanıcıların kendi bedenlerini, alışkanlıklarını ve hatta düşüncelerini disipline etmesini sağlar. Örneğin, bir fitness influenceri, takipçilerine belirli bir beden tipini idealize edebilir; bu, takipçilerin kendi beden algılarını ve yaşam pratiklerini dönüştürmesine neden olur. Bu süreç, Foucault’nun “itaatkâr bedenler” kavramını hatırlatır; bireyler, gönüllü olarak bu normlara uyum sağlar ve kendi öznelliklerini bu çerçevede yeniden tanımlar.
Anlatıların İktidarı
Dil, Foucault’nun analizlerinde iktidarın ve bilginin dolaşımında merkezi bir rol oynar. Sosyal medya, bireylerin dil kullanımını ve anlatı oluşturma biçimlerini dönüştürerek öznelliklerini etkiler. Platformların sunduğu kısa metin formatları, emojiler ve hashtag’ler, bireylerin kendilerini ifade etme biçimlerini sınırlandırır ve standartlaştırır. Örneğin, Twitter’ın karakter sınırı ya da TikTok’un kısa video formatı, bireylerin anlatılarını belirli bir çerçeveye sıkıştırır. Bu, Foucault’nun “söylem” kavramıyla ilişkilendirilebilir; zira sosyal medya, hangi söylemlerin meşru olduğunu belirler ve bireylerin bu söylemlere uyum sağlamasını teşvik eder. Kullanıcılar, platformların diline ve formatına uygun paylaşımlar yaparak, kendi öznelliklerini bu söylemler üzerinden inşa eder. Örneğin, bir hashtag kampanyasına katılan birey, kendi hikayesini kolektif bir anlatıya entegre eder; bu, hem bireysel kimliğini güçlendirir hem de platformların sunduğu çerçevelere tabi kılar.
Denetimden Kaçış Mümkün mü?
Sosyal medyanın öznellik üzerindeki etkisi, bireylerin özgürlük ve denetim arasındaki gerilimde nasıl konumlandığı sorusunu gündeme getirir. Foucault, iktidarın her yerde olduğunu ve bireylerin tamamen özgür olamayacağını savunur; ancak aynı zamanda, bireylerin direniş alanları yaratabileceğini öne sürer. Sosyal medya çağında, bu direniş, platformların algoritmalarına ve normlarına karşı bireysel ya da kolektif pratiklerle mümkün olabilir. Örneğin, bazı kullanıcılar, anonim hesaplar kullanarak ya da alternatif platformlara yönelerek, ana akım sosyal medya normlarından sıyrılmayı deneyebilir. Ancak bu direniş bile, platformların sunduğu araçlarla sınırlıdır. Gelecekte, yapay zeka ve algoritmaların daha da karmaşıklaşmasıyla, bireylerin öznelliği üzerindeki denetim artabilir. Bu durum, bireylerin kendi kimliklerini ve hakikatlerini inşa etme süreçlerini nasıl yeniden tanımlayacağı sorusunu açık bırakır. Sosyal medya, bireylerin hem özgürce kendilerini ifade edebildiği hem de görünmez bağlarla disipline edildiği bir alan olarak, Foucault’nun iktidar ve bilgi kavramlarının karmaşık bir yansımasını sunar.