Sulukule: Yerinden Edilmenin ve Kimliğin Dönüşümü

Aidiyetin Kırılganlığı

Sulukule’nin kentsel dönüşüm süreci, Roman sakinlerin yaşam alanlarını yalnızca fiziksel olarak değil, aynı zamanda duygu dünyalarını da derinden sarsmıştır. Evler, sokaklar ve komşuluk ilişkileri, bireylerin kendilerini bir topluluğun parçası olarak görmesini sağlayan temel unsurlardır. Bu alanların yıkımı, sakinlerde bir tür aidiyet kaybına yol açmıştır. İnsanlar, yalnızca evlerini değil, anılarını, geçmişlerini ve kendilerini tanımladıkları bağlamı da kaybetmişlerdir. Bu kayıp, bireylerde yalnızlık, yabancılaşma ve güvensizlik gibi duygusal izler bırakmıştır. Sosyolojik açıdan, bu durum kolektif bir kimlik krizine işaret eder; zira Sulukule, Roman toplumu için sadece bir mahalle değil, aynı zamanda bir kültürel belleğin merkeziydi. Yerinden edilen bireylerin yeni yerleşim alanlarında, örneğin Taşoluk gibi uzak ve bağlantısız bölgelerde, bu aidiyet duygusunu yeniden inşa etme çabaları, eski mahallenin sunduğu organik sosyal bağlardan yoksun kalmıştır. Bu, bireylerin kendilerini sürekli bir “yabancı” gibi hissetmesine neden olmuştur.

Kolektif Yasın İzleri

Yerinden edilme, Sulukule sakinleri arasında bir tür toplu yas sürecini tetiklemiştir. Yas, yalnızca bir kaybın ardından duyulan keder değil, aynı zamanda kaybedilenin anlamını yeniden değerlendirme sürecidir. Sulukule’de bu yas, sadece fiziksel mekanların değil, bir yaşam tarzının, kültürel pratiklerin ve topluluğun bir arada olma halinin kaybıyla ilgilidir. Mahallede düzenlenen müzikli eğlenceler, Roman kültürünün canlılığını yansıtan sokak düğünleri ve komşuların günlük etkileşimleri, bu topluluğun ruhunu oluşturuyordu. Bu unsurların ortadan kalkması, sakinlerde bir boşluk hissi yaratmıştır. Antropolojik bir bakışla, bu yas süreci, topluluğun kimliğini sürdürme çabasını zorlaştıran bir travma olarak okunabilir. Sakinlerin anlatılarında sıkça dile getirilen “eski Sulukule” özlemi, bu kolektif yası somutlaştırır. Ancak bu yas, aynı zamanda bir direnç biçimi olarak da ortaya çıkmıştır; bazı sakinler, kültürel pratiklerini yeni alanlarda sürdürmeye çalışarak bu kaybı telafi etmeye çaba göstermiştir.

Denetimin Kültürel Boyutu

Sulukule’nin kentsel dönüşüm süreci, Roman toplumu üzerinde bir denetim mekanizması olarak işlev görmüş müdür? Bu soru, dönüşümün yalnızca ekonomik ve mekansal bir proje olmadığını, aynı zamanda toplumu yeniden şekillendirme amacı taşıdığını düşündürür. Romanlar, tarih boyunca ötekileştirilmiş ve kültürel pratikleri genellikle “marjinal” olarak etiketlenmiştir. Sulukule’nin yıkımı, bu topluluğun yaşam tarzını ve kültürel özerkliğini sınırlama girişimi olarak yorumlanabilir. Mahallenin yerine inşa edilen lüks konutlar, Romanların sosyo-ekonomik gerçekliklerinden kopuk bir yaşam tarzını dayatırken, yerinden edilen sakinlerin yeni yerleşim alanlarına uyum sağlama zorunluluğu, onların geleneksel yaşam biçimlerini terk etmelerine yol açmıştır. Bu süreç, Roman kültürünün kamusal alanda görünürlüğünü azaltmış ve toplumu daha “kontrol edilebilir” bir hale getirmiştir. Tarihsel bağlamda, bu tür projeler, azınlık gruplarını asimilasyon yoluyla ana akım kültüre entegre etme çabalarının bir parçası olarak görülebilir.

Kültürel Özerkliğin Erozyonu

Roman toplumu, Sulukule’de müzik, eğlence ve sokak kültürü gibi unsurlarla kendi özerk alanını yaratmıştı. Ancak kentsel dönüşüm, bu özerkliği tehdit eden bir müdahale olarak ortaya çıkmıştır. Yeni yerleşim alanlarında, Romanların kültürel pratiklerini sürdürebilecekleri kamusal alanlar bulunmamaktadır. Örneğin, sokak düğünleri veya müzikli eğlenceler, yeni yerleşimlerin fiziksel ve sosyal yapısına uygun değildir. Bu durum, Roman kültürünün özel alana hapsolmasına ve giderek silikleşmesine neden olmuştur. Felsefi bir açıdan, bu süreç, bir topluluğun kendi varoluş biçimini özgürce ifade etme hakkının gaspı olarak değerlendirilebilir. Romanların kültürel pratiklerini sürdürme çabaları, yeni mekanlarda genellikle “uygunsuz” ya da “rahatsız edici” olarak algılanmış, bu da onların toplumsal dışlanmayı daha yoğun bir şekilde deneyimlemelerine yol açmıştır. Bu bağlamda, dönüşüm süreci, Romanların kendilerini yeniden tanımlama zorunluluğunu dayatmış, ancak bu yeniden tanımlama, genellikle kendi kültürel köklerinden uzaklaşma pahasına gerçekleşmiştir.

Simgesel Anlamlar ve Direniş

Sulukule’nin dönüşümü, bir mahallenin ötesinde, neoliberal kent politikalarının insan yaşamı üzerindeki etkilerini simgeleyen bir olaydır. Mahallenin yıkılan evleri, sadece beton yapılar değil, aynı zamanda bir topluluğun tarihini, dayanışmasını ve direncini temsil eder. Roman sakinlerin bu sürece karşı gösterdikleri tepkiler, imza kampanyalarından kültürel etkinliklere kadar çeşitlilik göstermiştir. Bu direniş, topluluğun kendi kimliğini koruma arzusunun bir yansımasıdır. Ancak, bu çabalar genellikle devlet ve sermaye karşısında yetersiz kalmıştır. Etnik bir açıdan, Sulukule’nin hikayesi, bir topluluğun kendi varlığını sürdürme mücadelesinin ne kadar karmaşık olduğunu ortaya koyar. Romanların kültürel belleğini korumak için verdikleri mücadele, aynı zamanda evrensel bir insan hakkı meselesidir: Kendi yaşam alanını ve kimliğini koruma hakkı.

Etik ve Toplumsal Sorumluluk

Sulukule’nin dönüşüm süreci, etik ve toplumsal sorumluluk sorularını da gündeme getirir. Bir toplumu yerinden ederek, onların kültürel ve sosyal bağlarını koparmak, ne ölçüde adil bir uygulamadır? Bu süreçte, kentsel planlamacıların ve karar alıcıların, yerel halkın ihtiyaçlarını ve haklarını ne kadar dikkate aldığı sorgulanmalıdır. Sulukule sakinleri, genellikle karar alma süreçlerine dahil edilmemiş, yalnızca “yerinden edilen” pasif özneler olarak görülmüştür. Bu durum, modern kentleşmenin insan odaklı olmaktan ziyade sermaye odaklı bir yaklaşımı benimseyip benimsemdiğini düşündürür. Toplumsal düzeyde, Sulukule’nin hikayesi, bir toplum olarak azınlık gruplarıyla nasıl ilişki kurduğumuzu ve onların haklarını ne ölçüde tanıdığımızı sorgulamamıza olanak tanır. Bu, yalnızca Romanlar için değil, tüm ötekileştirilmiş gruplar için bir ahlaki sınavdır.