Sürekli Devrim’in Dural Düşmanları – Josef Hasek Kılçıksız
Kuramsal Çerçeve
“İktidar, iktidara düşkün olmayan ve iktidardan gelecek yararlara ihtiyacı bulunmayanlara verilmelidir.” der Platon. Özünde Troçkizm bürokrasiye, nomenklaturaya, Marxizmi boğan yönetim şekillerine bir karşı çıkış olarak kristalleşti. Bu bakımdan başlangıçta güçlü kuramsal bir çerçeveden yoksundu.
1924’li yıllardan sonra Troçkist yaklaşım kendini sosyalizmin Stalinist anlayışına bir itiraz olarak konumlandırdı. Parti içinde Nomenklatura denilen bürokratik oligarşiye karşı ancak Lenin’in temel ilkelerine sert bir dönüş yapılarak mücadele edilebileceği savunuldu. Troçkizm, Stalinizm ile derin sapmalardan doğan bir yönelimdi.
Proletarya diktatörlüğü nosyonunun içeriğinin enternasyonalist devrimci işçi partisi temel ilkesi uyarınca doldurulması gerektiği düşünüldü. İktidara talip olan sınıfın özgerçekleştirimci devrimci eyleminin ancak doğrudan demokrası ile başarıya ulaşacağı görüşü savunuluyordu. Dördüncü enternasyonalden sonra Pablist, Lambertist, Komunist Birlik, Posadist ve Morenist gibi çeşitli akımlara bölünen Troçkist hareket Fransa’daki sürgün yılları boyunca idelojik olarak atomize oldu.
Stalin’in aşamalı devrim kuramına sürekli devrim savıyla karşı çıkan Troçki, proletaryanın ulusal hedeflere kilitlenmek yerine dünya devriminin gerçekleştirilmesi için sürekli kesintisiz devrim ilkesi uyarınca toplumsal sorumluluklar yüklenmesi gerektiğini savunuyordu. Sürekli Devrim savı diyalektik olarak birbirine bağlı üç temel sorunla ilgili kuramsal bir alanı tanımlamaktaydı.
- Kapitalizm-öncesi, ulusal burjuvazisi gelişmemiş, yarı feodal kalıntılar içinde debelenen tarım toplumunda proleter devrimin gerçekleşme olanağı Troçkist tezde sürekli devrim ile kuramsal bir çerçeveye oturtuldu.
Satalinist “aşamalı devrim” tezinde, proletaryanın burjuva demokratik devrim ve toprak reformu gibi kendi sınıfsal karakterinden bağımsız sorumluluklar yüklenebilmesinin ancak dönüşümcü bir olgunluğa aşamalı olarak ulaşmasıyla mümkün olduğu ileri sürülüyordu.
- Ulusal bağımsızlık ve birlik, köylülerin özgürleşmesi, kapsamlı toprak reformu, demokratik oy hakkı vb. gibi proletaryanın burjuva-demokratik görevleri diye tanımlanan görevleri ifa etmesiyle anlam kazanan ve bu sayede demokratik devrimden sosyalist devrime kesintisiz geçişin amaçlandığı sürekli devrim savı Troçki için önemli bir postulata dönüşmüştü.
- Her ne kadar sosyalist devlet ulusal alanda başlasa da iç ve dış çelişkilerin artmasıyla birlikte devrimci sürecin ulusal boyuttan uluslararası boyuta yaygınlaştırılmasının zorunlu bir hal aldığı ileri sürülüyordu. Bu zorunluluk, sosyalizmin dünya ölçeğinde inşâ edilmesi için kaçınılmaz bir ön koşul niteliği taşımaktaydı.
Proletaryanın fail sınıftan, artan çeliskilerin kurbanı bir sınıfa dönüşmemesi için ileri ülkelerin proleterlerinin de zafere ulasması gerekiyordu. Ulusal bir devrimin ancak uluslararası zincirin bir halkası olarak işlev görürse dünya çapında bir bütünsellik oluşturacağı düşünülüyordu.
Trotçkist yaklaşım iddia edilenin aksine, tarihsel materyalizmin temel ilkelerine ters düşen bir kırılmaya karşılık gelmiyordu. Aksine bu haliyle tarihsel materyalizmin evrensel boyutları kapsamında Marxizmin dünya proleter devrimi tezine tamamlayıcı kuramsal bir katkı sunmaktaydı. Sürekli devrim tezi bütünsellik oluşturur düşüncesiyle böylelikle enternasyonalizmde yeni bir bağlamsallığa dahil ediliyordu.
Troçkist düşünce entelektüel karmaşık bir yol alışı gerektirir. Troçkizm hiçbir zaman eğilimler, içgüdüler veya politik pazarlama tarafından yönlendirilen bir hareket olmadı. Sözünü ettiğim politik metamorfoz bundan daha derin bir şeydir ve değişik aşamalardan geçilerek oraya varılır. Bu olgu daha çok bir paradigmaya yedeklenme sürecidir.
Troçkistler başta daha açık bir komünist uygulama, kozmopolitizm ve enternasyonalizm talebiyle hareket ettiler. Özellikle de müthiş bir katılıkla yönetilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin daha özgürlükçü bir yol izleyerek özeleştiri ve tartışmalara açık olması çağrısında bulundular.
Özetle Troçkist olmak bir ön koşul olarak kapitalizme sert bir karşı çıkışı gerektirirken aynı zamanda Stalinist komünizme de bir muhalefetti.
Yedi dil konuşan Troçki için sözcükler siyasetten daha büyük önem arzediyorlardı. Kelimeler Ukrayna bozkırlarında doğan bir çocuk için beklenmedik ufuklar açan küçük kanatçıklar niteliğindeydi. Kuzeninin yanına Odessa’ya uçmasını sağlayan bu kanatçıklar edebî ilgiyle birlikte onun derin fikir uçurumlarının içine atlamasını sağlamıştı.
Kısa sürede bir düşünür ve gerçek bir hatibe dönüşen genç Troçki taahhüdünün temelini oluşturan komünist literatüre ek olarak büyük Fransız, Alman ve Rus yazar ve düşünürlerin yapıtlarını adeta entelektüel-oral bir takıntıyla yuttu. Bu “edebi bulimia” daha sonra varisleri tarafından taklit edildi.
Yahudi geleneğinde Talmud etrafındaki tartışma merkezi Yeshiva yöntemlerini andıran zengin bir fikir alışverişi cemaatinin oluşmasına neden oldu. Yeshivacı tartışma yöntemlerinin Musevi kökenli bir aileden olan Troçki’yi ne denli etkilediği sorgulanması gereken önemli bir nokta olmakla birlikte paradigmal olarak çok relevant değildir. Yidiş ülkesinin bir kısmının devrimci düşünceye dönüşümünü hızlandıran bu yöntemlerin dinden siyasete sert geçişkenliği yumuşatan bir etkisi olduğu söylenebilir. Troçkistler ebeveynlerinin dini tutkularını politikaya dönüştürdüler. Bir şekilde adeta Talmud’u Marx’a karşı takas ettiler!
Tek tanrılı dinler ile ortak kaynaklardan beslenen Doğu Akdeniz ve Ortadoğu kültüründe tarihsel kökleri derin Yahudilikte olan ataerkil aile düzeni’nin ortak meşruiyet zemininde anlamını bulan erkeğin göklerdekiyle kaşılıklı fikir teatisi içinde bulunma geleneği bulunuyor.
Troçkist örgütlenmenin geçişken olmayan kalın duvarlarını aşıp içine girmek için aynı metaforun izini sürmeye devam edersek, Yahudilik gibi Troçkizmin de öncelikli olarak bir aktarım meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Zamanın tutkularına karşı ve tarihin savrulmalarına rağmen her iki durumda da izi sürülebilen kırmızı bir ipe rastlamak mümkün. Dünyevi olandan metafizik olana ve vice et versa geçişkenliği kolaylaştıran bu gelenek, önemli içtimaî konulara kafa yoran bir cemiyetin oluşmasına katkıda bulundu. Bu, Musevilikte anlamını bulan ve tüm zorluklara rağmen devam etmeyi sağlayan direngen azim ile dayanırlılığı da açıklayan bir şeydir.
Troçkizmin bu sert siyasi karakteri onun “Büyük Akşam” geldiğinde ön saflarda kendilerini bulacak aktivistleri eğiten kozmopolit avangard bir hareket olarak anlaşılmasını sağladı. Bu siyasi karakterin arkasında belli bir Mesihçilik yattığını söylemek mümkündür.
Troçkist hareket tarihsel olarak, varoluşçuluk ve feminizmden LGBT yanlısı akımlara ve oradan kadının empowerment süreci ile sömürgeciliğe karşı başkaldırıya dek uzanan tüm toplumsal mücadelelerin dönüm noktasında bulunuyor. Fakat Troçkist yaklaşım hiçbir zaman düşmüş sınıfı ve ayaktakımının yaşama tutun(ama)ma sorunsalı ile onların tüketim toplumu içindeki ‘bulantı’sına çare arayan existenzialist-nihilist bir girişim olmamıştır.
Troçkizm Marxist paradigmada olduğu gibi özgürleştirici bir eylem olması bakımından kadının özgerçekleştirimci (empowerment) sürecine pozitif özgürlük nosyonu ışığında yaklaşır. Çünkü Troçkist kavramsallaştırma özgürlüğü sadece “zordan arınma” olarak negatif biçimde tanımlamayıp aksine onu bireylerin birbirleriyle ilişki içinde kendilerini gerçekleştirmesi olarak algılar.
Bu pozitif özgürlük nosyonu kadın özgürlüğü ve eşitliği sorununa aynı kavramsallaştırmanın penceresinden yaklaşır. Bu bağlamda kadın özgürlüğü ve eşitliği, sadece ataerki ile birleşik bir sorun olarak kalmayıp, onu da kapsamak üzere özel mülkiyet ve sınıf mücadeleleriyle bağı olan bir sorundur.
Modernizmin feminizm ve siyasal İslam gibi olguları, emekçi kadınlar arasına sınıf bölünmesini uzun vadeler için perdeleyen bir bölünme olarak girdi. Tüketim paradigması, kadının öteki bütün varoluş biçimlerini geri plana iterek, pozitif ayrımcılık ve feminizm gibi kulakta hoş tınılar bırakan güzellemeleri, sözüm ona eşitlikçi bir siyasi sav görünümü altında kadının sadece dişil kimliğini öne çıkarmak için kullandı.
Paternalist kapitalizmin tüketim paradigmasının dayattığı koşullarda kadınların toplumsal varoluş talepleri, ataerkil düzenin onları görmek istediği cinsiyetçi bir kimliğe hapsedilmiştir.
Oysa kadın, sadece cinselliği ve doğurganlığıyla değil, ekonomik üretimin her aşamasında ve sosyal yaşamın her yerinde toplumsal kimliğiyle aktif olarak var oldukça özgürleşebilirdi.
Hayallerin ötesinde, Troçkistler kendilerinin aslında azınlık olduklarını, siyasal seçenekler okyanusunda yalnızca bir su damlasını temsil ettiklerini biliyor. Troçkizmin yeni yüzyılın içinde her şeyden mahrum bırakıldığı açıktır: Öncü liderinin suikastle öldürülmesi, Stalinist tasfiye, Gulag, Nazizm ve komünist idealin yıkılışı bu yoksun bırakılmanın kanlı ve acılı etaplarını teşkil etmektedir. Ancak buna rağmen Troçkistler kendilerine mağduriyetten bir siyasi kimlik inşâ etmeyi hiç bir zaman düşünmedi.
Aidiyet bunalımlarının yaşandığı, ütopya kırılmalarının arkada bıraktığı boşluğu distopyaların doldurduğu bir çağda ‘yokluk ve yoksun bırakılma’ kavramları anahtar kavramlara dönüştü. Bu bağlamda ütopya ve distopyayı, umut ile abartılı iyimserliği, mağduriyet ile kimlik bunalımını, kadına şiddet ve pozitif ayrımcılığı, kendilik bilinci ile tüketim paradigmasını bir ahlâkî-ahlâkî olmayan ilkeler dizgesi şeklinde ayrıştırarak yokluk ve yoksun bırakılmaya değin kavramsal çerçeveyi çeşitli biçimlerde kurmak olasıdır
Bu distopyaların hedef kitlesine mercek tutarsak, her türlü maddi ve ruhsal sefalet ve yokluk içinde yaşayan, fi tarihinden beri egosu ezilmiş, kadınla ilişkisi sıkıntılı, her türlü ruhsal sefalet çekmiş, hayatını hayal kırıklıkları, yokluk, kompleksler ve korkuların yönettiği, totaliter mikro ve makro erkin şiddetine maruz bırakılmış, bağımlılıkları ve saplantılarıyla patolojik belirtiler arz eden bir kitle ile karşılaşırız. Ailede sevgi, şefkat, toplumda ise statü, değer ve saygı eksikliği ile cinsel, parasal ve aidiyet yokluğu anlamında ’yokluk’ ve yoksun bırakılma kavramlarının yol açtığı sosyal ve siyasal vakum sorunlaştırılmalıdır.
Troçkizmin bu dünyaya direnme arzusunda, dokunaklı ve romantik bir şey var. Saflarına katılmanın bir arpalık kapmak anlamına gelmediğini militanlarının siyasal kodlarına işleyen hareket, belki nicelik olarak değil ama niteliksel olarak hayatta kalmayı başardı. Mümkün olduğunca fazla üye çekmek için kendini paralayan büyük siyasi akımların aksine Troçkistler bunun tersini seçti.
Didaktik hazinelerini en motive edici ve gelecek vaat eden unsurlara ayırarak partiye erişimi sınırlandırdılar. Bu seçkinci tavrı tüm katı eleştirilere rağmen kararlılıkla sürdürdüler. Troçkist harekete katılırken adeta bir titizlik ve uzlaşmazlık dünyasına girdiğimi düşündüm.
Bu bağlamda örgütlenme, ancak bir kabilenin olabileceği kadar kapalı devre bir sosyallik izlenimi veriyordu. Kurdukları homojen sosyal ağlar, düşünsel anlamda steril ilişkiler ortaya çıkardı.
Beni en çok etkileyen izlenim, kavram ve kelimelerin kullanımında gösterdikleri özendi. Kavram ve kelimelerin anlam erezyonuna uğratılmasına yol açmamak adına derinlikli konuşmak, entelektüel mastürbasyona dönüştürülmeden, başvurulan bir argümantasyon yöntemiydi.
‘Yürekle sınanmayan, duyguyla konsolide edilmemiş gerçek biraz eksiktir’ mottosu uyarınca yapılan konuşmalar bir siyasi görev olarak sayılıyordu. Her şeyi tartarak konuşma tutumu “burjuvazinin yalanlarını” ifşa etmek için de siyasi bir tavır alma olarak görülüyordu. Kavramların atıflardan kurtarılıp normatif-deontolojik kökenlerine sürülerek kullanılması yanıltıcı euphemisticlere karşı bir çeşit metodoloji olarak toplantılara damgasını vurdu.
Troçkist hareket hiç bir gizli siyasi ajandası olmaksızın üyelerini Sol’un ileri gelen sendikaları içine sokarak, uygulama ve hedeflerde bir değişim olacaksa ‘çorbada kendi tuzunun’ da olmasını istedi. Sol’un sosyal zemin kazanmış hareketleri, bu motivasyonu yüksek yeni militanların katılımı nedeniyle epey memnundu.
Fakat zaman geçtikçe, “Entrizm” (başka siyasi hareketlere katılım, girişçilik) bir çeşit siyasi casusluk olarak görülmeye başlandı ve bu kavramın, “sızma” dan “casusluğa” kadar olumsuz ifadeleri bünyesinde toplayan bir çağrışımı oldu.
Kapitalist üst aklın hakim olduğu bir düzen içinde Troçkizm böylesi bir siyasi zeka için çok az siyasi sonuçlar doğuran bir hareketti. Denilebilir ki, Troçkizm nihayet birkaç cılız sonuç için yüksek militan enerji ve derin siyasi zeka arasındaki orantısızlıktır. Politik etkinlik açısından düşünürsek, Troçkizmin bir bütün olarak sonuçlarının düşük olduğu kesindir. Amansız kapitalist dalganın yolundaki her şeyi silip süpürdüğü hissine neredeyse bütün antikapitalist cennahın kapıldığı bir çağda. Troçkizmin bu boğucu kapitalist dalgaya yanıtı siyasi olmaktan çok ahlâkîdir.
Öznenin tüm varoluş şiirinin önünü kesen, kişisel güvenlik ve mülkiyetin gözetildiği bir kontrol toplumunda ahlâklı olmaya şiddetle gereksinim duyulurken, etik olmaya ihtiyaç yoktur.
Oysa etik, vicdanlı ve duyarlı insanların acımasızca itilip kakıldığı hayat serüveninde haklı bir taleptir. Kapitalizmin zivanadan çıkardığı yalanlar durağında özgecil birey için bir soluklanmadır.
Toplumda kapitalist ahlâk neredyse normatif bir boyut kazanmış durumdadır. Buna bağlı olarak insanların öncelikleri hızla yer değiştiriyor. Yolsuzluk ve rüşvetin dikkate alınma değeri sadece ekonomik istikrarı etkilediği orandadır.
Önceliği ekonomik istikrara verip ahlâkî istikrarı gözardı edenler, toplumun tüm dokularına metastaz yapan ‘sadece büyüme için büyümenin kanser hücresini’ hafife alıyorlar. Unutmayalım ki, ahlâkî çürümenin olduğu yerde ne ekonomik gönençten ne de demokrasiden söz edilemez.
Ahlâkçı insan (ahlâklı değil!), kandıran, yalan söyleyen, Homo Economicus’un tanrısını kendine daha yakın hissedip onu özçıkarı için yeniden üretiyor. Bu durumda dürüstlük ve etikdışılık arasında Homo Economicus’un haz tanrısı eli ile kesilmiş bir kopukluk oluştu. Ahlâk yeryüzündeki yarı tanrılara ödenen diyet ile somutlaşan bir çeşit aksiyomlar toplamına dönüştürüldü.
Oysa ahlâkî erezyon, Machiavelist metastazi, cehalet ve yoksulluk, rövanşist ve sekter siyaset kültürü, vicdansızlık ve ön yargılar ile birlikte milliyetçilik, jingoizm ve ırkçılık etrafında kristalleşen toplumsal mücadele ahlâkî bir sav içermek zorundadır.
İnsanın erdem haritalarında oluşan köktenci değişikliklerin, onun dünyanın daha çok zevkli yönleriyle ilgilenmesini sağlayan, çıkar ve haz gayesine hizmet eden değişimler olduğu gözlendi.
Gelecek umudu ve tutkusunu yok eden “Benden Sonra Nuh Tufanı” türü hazcı eğilimlerin oluşturduğu algı haritası hazcı, eşyacı, tüketici bireyin yaşantılarına yön veren çarpık tutum ve eylem topografyasını ortaya koymaktadır. Bu açıdan bakarsak, ya medeniyetler halklara ihanet etmektedir ya da halklar medeniyete.
Gayesi bakımından sogulandığında (haz, cinsellik, türün devamı, üreme vb. gibi olgular) Homo Sapiens’in evrim serüveni, onu adeta ahlâksız davranmaya iten bir işlev görüyor. Neanderthal ile uygar insan arasındaki kayıp (etik) halka budur.
Etobur insan tarafından konulan etik kodların sırf tür odaklı olmaları bakımından etikdışı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bugün hayvanların yeterince umursandığını kim söyleyebilir? Etik, insanın kırıp döktüğünü onarmaya yönelik tür odaklı bencil bir kavrama dönüştürülmüştür.
Komüniteryan bağların liberal demokrasi içerisinde zayıfladığı günümüz dünyasında Chantal Mouffe “Sittlichkeit” (Ahlâklılık) arayışını M.Oakeshott üzerinden yeniden ön plana çıkardı. Doksanlı yılların sonlarında ’sembolik olana geri dönüş çağrısı’ ile beraber ortaya çıkan “Sittlichkeit” arayışı fazlaca yankı bulmadı. Popülizm, post-marksizm vb. tartışmalar ışığında eriyen Hegelci ‘kavramsala dönüş’, etik yaşam, sivil toplum, aile ve devlet momentlerini içinde barındırırken özgürleştirici sosyal ilişkilerin düzenlenmesinde bugün de kullanılabilecek yetkin bir gereç olmayı sürdürüyor.
Troçkist hareket Mitterand’ın başkan seçilmesiyle birlikte Fransız Sosyalist Partisi içine sızan militanlarını geri çağırdı. Ancak hiç biri yuvaya geri dönmedi. Bu militanlar ilk tutkulu siyasi aşklarından uzaklaşıp daha az devrimci kıyılara yüzmeyi yeğlediler ve anlaşılan birçok güç pozisyonunun cazibesine kapıldılar. Troçkizm bu açıdan sıklıkla zaman ve hırsla beslenen bir gençlik tutkusuna benziyor.
Hareketin nicelik olarak seçimlerde bir varlık göstermemesi iktidar talebinin olmamasıyla örtüşen bir sonuçtu. Erk bataklığında siyasal bir martyr (kurban, mağdur) olması bakımdan Troçkist hareketin sol Anarşizm ile siyasal akrabalığı kayda değer bir özellik olarak öne çıkıyor.
Diğer yandan tohumlarını her yere saçan kültürel Troçkizmin, topluma, düşünce dünyasına ve medyaya etkisi bakımından siyasi bilançosu niteliksel bir başarıya işaret etmektedir.
Troçkistler bir süre toplumsal kalkışmaların sadece izleyicileri konumundaydılar. Sosyal öfke patlamalarını gözlemlemekle yetindiler. Siyasal bir refleksle etraflarında olup biten her şeyin Marksizme uygun olup olmadığını sorguladılar.
Politik olarak şiddetli tanımlamalar kullanarak bazı sosyal kalkışmaları (Sarı Yelekliler örneğinde olduğu gibi), daha fazla tüketmek ve daha fazla fast-food satın alabilmek için ucuz benzin talebinde bulunan kapitalist restorasyoncu hareketler olarak damgaladılar. ‘Sarı yeleğin altında işçi bir işçi, patron da bir patron olarak kalmayı sürdürür. Sarı yeleğin altında kahverengi gömleklerini gizleyenlerden bahsetmiyoruz bile” diyenler de oldu.
Yıllardan bugüne gelen sömürü sorunu veya mücadelesinin onlarca yıl geriye uzanan arka planında Troçkist hareketin uzun vadeli, sabırlı bir örgütlenme iradesi bulunuyor. Yani sorun, sadece bir adil paylaşım ve özgürlük sorunu olmayıp on yıllar boyunca örgütlenmiş olan paternalist kapitalizmin ebediyen iktidar kalma projesinin deşifre edilmesi savaşımıdır.
Sahadaki sınıf mücadelesi, bazen Sol entelijansiyaya karşı süreç odaklı bir saygınlık kaybına uğratma ajendasının, muhafazakâr Sol toplum mühendisliğinin bir aracı olarak kullanılıyor. Renè Magritte’nin ‘Ceci n’est pas une pipe’ (Bu bir pipo değildir !) deyişini ‘ceci n’est pas la gauche’ (Bu Sol değildir) olarak uyarlamak isterim, zira imgeler ihanet eder.
Troçkist hareket entelektüel varoluşun postulatlarına erk ilişkileri içinde tanıklıkta mesafe aldırabilirse amacını gerçekleştirmiş olacak.
Troçkist hareket Sovyet sosyalizminin çökmesiyle birlikte oluşam ‘Sol yağma’dan pay almayı redetti. Sağ liberal entelijansiya ise tezlerini “Açık Toplum Ve Düşmanları” (bkz. Karl Popper) başlığı altında toplayarak Sol’un enkazı arasından kendine entelektüel bir ganimet kotarmaya çalıştı. ‘Demokrasi Paradoksu’ nosyonu ile albenili felsefik bir kavramsallaştırmaya yöneldiler. Liberal katılımcı demokrasi kendini korumak adına yıkıcı düşüncenin eylemsellik boyutuna geçmesini beklemeden müdahale edip totaliterliğe karşı kendini savunma hakkı elde ediyordu. Devrimci komunist-troçkist partiler, ‘demokrasi kendini ortadan kaldıracak köktenci ve yıkıcı hareketlere militan demokrasi kavramı ışığında apriori önleyici bir yanıt vermek zorundadır’ gibi plausible bir gerekçe ile yasaklandı.
Liberal savın bu yasaklayıcı tutumu, totaliter bir dili ontolojik olarak yeniden üretiyordu. Bu yasakçı tutum, tüm düşüncelerin birbirine rekabet etme vizyonu içerecek şekilde özgürce açığa çıkmasına fırsat verilmesi ilkesiyle de çelişiyordu,
Batı, ölümü aklayıp pullayıp cilalayarak zamana yayarken, Doğu’da ölüm her yerde hazır nazır ve dolaysız olarak kapımızın önünde, burnumuzun dibinde.
Troçkist akımın şiddet ve biat kültürünün dayandığı temel kapitalist paradigmayı kırıcı bir etkisi olduğu söylenebilir. Pazar kapma yarışında savaşı rasyonalize eden neoliberal anlayış, mikro sosyal evrende (aile, mahalle, şehir) sosyal Darwinci bir tutumu insanlara kanıksatmaktadır. Bu gerilimli ve soluk kesici yarışın insanın içindeki avcı hırsını, habis enerjileri ve şiddeti açığa çıkaran bir etkisi var. Testesteron toplumunda şiddetin, hazcı bencil eğilimlerin temel bir egemenlik ve iktidar ilişkisi etrafında çok katmanlı örülüşüne tanıklık ediyoruz.
Paternalist kapitalizm Troçkist hareketin bir türlü ölmek bilmeyen hayaletinden korkuyor mu? Evet, korkuyor demek aşırı iyimser ve duygusal bir yanıt olacaktır.