Turgut Özben’in Varoluşsal Boşluğu ve Kierkegaard’ın Kaygı Kavramı

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanındaki Turgut Özben karakterinin yaşadığı varoluşsal boşluk, Søren Kierkegaard’ın “kaygı” (angst) kavramıyla derin bir bağ kurar. Turgut’un iç dünyasındaki çalkantılar, modern insanın anlam arayışındaki çaresizliğini yansıtırken, Kierkegaard’ın kaygı fikri, bireyin özgürlüğü ve varoluşsal sorumluluğu karşısında hissettiği baş dönmesini ifade eder. Bu metin, Turgut’un boşluğunu Kierkegaard’ın kaygı kavramı üzerinden, felsefi, etik, dilbilimsel, antropolojik ve sanatsal boyutlarla ele alıyor. Her bir boyut, Turgut’un içsel krizini ve modern insanın evrensel sancısını anlamak için bir mercek sunar. Aşağıdaki paragraflar, bu ilişkiyi farklı açılardan derinlemesine inceliyor.


Varoluşun Sınırlarında Turgut Özben

Turgut Özben, Tutunamayanlar’da modern insanın anlam arayışındaki çaresizliğini temsil eder. Onun boşluğu, Kierkegaard’ın kaygı kavramıyla açıklanabilir; zira kaygı, bireyin özgürlüğünün farkına varmasıyla ortaya çıkar. Turgut, toplumun dayattığı rollerle kendi özünü uzlaştırma çabasında kaybolur. Kierkegaard’a göre kaygı, insanın sonsuz olasılıklar karşısında hissettiği baş dönmesidir; Turgut’un sürekli sorgulayan, kendini yeniden inşa etmeye çalışan ruh hali, bu baş dönmesinin bir yansımasıdır. Onun “tutunamama” hali, Kierkegaard’ın “özgürlüğün yükü” dediği şeydir: İnsan, özgür olduğunu fark ettiğinde, bu özgürlüğü nasıl kullanacağını bilemez ve kaygıya kapılır. Turgut’un içsel monologları, bu kaygının edebi bir dışavurumu olarak okunabilir. Roman, Turgut’un kimlik arayışını, toplumun ona sunduğu sahte anlamlarla çatışmasını betimlerken, Kierkegaard’ın kaygı kavramı, bu çatışmanın evrensel bir insanlık durumu olduğunu gösterir.


Özgürlüğün Ağırlığı ve Etik Sorunsallar

Kierkegaard, kaygıyı etik bir boyutta ele alır; birey, özgürlüğünün farkına vardığında, ahlaki sorumluluklarının ağırlığını da hisseder. Turgut Özben’in yaşadığı boşluk, bu etik yükle bağlantılıdır. Toplumun ona sunduğu roller –mühendis, koca, arkadaş– onun özüne uymaz; bu, Kierkegaard’ın “kendi olma” etiğine ters düşer. Turgut, sahte bir varoluşa hapsolmaktan korkar, ancak “kendi olma” cesaretini göstermek de onu kaygıya sürükler. Kierkegaard’a göre, insan kaygıyı ancak Tanrı’ya sıçrayarak aşabilir, ancak Turgut’un seküler dünyasında bu sıçrama imkânsızdır. Onun boşluğu, modern insanın Tanrı’sız bir dünyada etik bir yönelim bulamamasından kaynaklanır. Turgut’un Olric’le diyalogları, bu etik arayışın ironik ve trajik bir yansımasıdır; Olric, Turgut’un kendi bilincinin bir aynası olarak, onun kaygısını hem derinleştirir hem de görünür kılar.


Dilin Sınırları ve Anlam Arayışı

Turgut Özben’in içsel monologları, dilin hem bir kurtuluş hem de bir tuzak olduğunu gösterir. Kierkegaard’ın kaygı kavramı, dilbilimsel bir bağlamda, insanın kendini ifade etme çabasındaki çaresizliğiyle ilişkilendirilebilir. Turgut, düşüncelerini kelimelere dökerken, dilin sınırlarıyla yüzleşir; bu, onun kaygısını artırır. Kierkegaard, kaygının sessiz bir çığlık olduğunu söyler; Turgut’un bitmeyen monologları, bu sessiz çığlığın kelimelere dökülmüş halidir. Tutunamayanlar’ın karmaşık dil yapısı, Turgut’un kaygısını yansıtan bir labirent gibidir. Her kelime, her cümle, onun varoluşsal boşluğunu hem ifade eder hem de derinleştirir. Dil, Turgut’un kendini anlamaya çalıştığı bir araçtır, ancak aynı zamanda onun kayboluşunun da sahnesidir. Kierkegaard’ın kaygı kavramı, bu dilsel mücadelede, insanın kendi varoluşunu anlamlandırma çabasının trajik doğasını aydınlatır.


İnsanlığın Evrensel Sancısı

Turgut Özben’in boşluğu, yalnızca bireysel bir kriz değil, aynı zamanda insanlığın evrensel bir sancısıdır. Kierkegaard’ın kaygı kavramı, antropolojik bir perspektiften, insanın var Ditto, Turgut’un hikâyesi, bireyin toplumla ve kendisiyle çatışmasını, kaygının evrensel bir insanlık durumu olarak nasıl ortaya çıktığını gösterir. Turgut, modern insanın yalnızlığını, ait olamama hissini ve varoluşsal boşluğunu taşır; bu, Kierkegaard’ın “insanın kendi olma çabası” ile örtüşür. Turgut’un arkadaşları, özellikle Selim’in intiharı, bu sancının trajik bir sonucudur. Kierkegaard’a göre, kaygı, insanın özgürlüğünün farkına varmasıyla başlar; Turgut’un sürekli sorgulaması, bu farkındalığın bir yansımasıdır. Onun hikâyesi, modern toplumda bireyin kendi özünü bulma çabasının, aynı zamanda yalnızlığa ve yabancılaşmaya yol açtığını gösterir. Bu evrensel sancı, Turgut’un kişisel krizini insanlığın ortak bir deneyimine dönüştürür.


Romanın Estetik Dünyası

Tutunamayanlar’ın sanatsal yapısı, Turgut’un varoluşsal boşluğunu ve Kierkegaard’ın kaygı kavramını estetik bir düzlemde ele alır. Romanın parçalı anlatımı, Turgut’un zihnindeki kaosu ve kaygıyı görselleştirir. Kierkegaard, estetik yaşam tarzını, anlık hazlar peşinde koşan bir varoluş olarak tanımlar; ancak Turgut, bu estetik düzenden kaçar ve daha derin bir anlam arar. Romanın ironik ve deneysel üslubu, Turgut’un kaygısını sanatsal bir forma dönüştürür. Oğuz Atay, Turgut’un iç dünyasını, parçalanmış bir anlatıyla resmederken, okuyucuyu da bu kaygının içine çeker. Kierkegaard’ın kaygı kavramı, Turgut’un estetik bir varoluştan etik bir varoluşa geçme çabasını anlamlandırmada bir anahtar sunar. Roman, bu geçişin imkânsızlığını ve trajikliğini sanatsal bir dille ortaya koyar. Turgut’un hikâyesi, kaygının yalnızca bireysel değil, aynı zamanda modern dünyanın estetik krizine dair bir yansıma sunar.


Bu analiz, Turgut Özben’in varoluşsal boşluğunu Kierkegaard’ın kaygı kavramıyla ilişkilendirerek, onun hikâyesini felsefi, etik, dilbilimsel, antropolojik ve sanatsal boyutlarla ele aldı. Turgut’un kaygısı, modern insanın anlam arayışındaki evrensel krizini yansıtırken, Kierkegaard’ın kavramları, bu krizin felsefi temellerini aydınlatır.