Ulucak Höyüğü’nde Keşfedilen 8000 Yıllık Kil Figürinler Neolitik Döneme İlişkin Neler Anlatır
Ulucak Höyüğü’nün Yerleşim Özellikleri
Ulucak Höyüğü, İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde konumlanan ve Batı Anadolu’nun en erken Neolitik yerleşimlerinden biri olarak tanımlanır. Höyük, Gediz Nehri’nin bir kolu olan Nif Çayı’nın batı ve güneyinde yer alır; kuzeyinde Spil Dağı, güneyinde ise Nif Dağı yükselir. Bu coğrafi konum, Ege Denizi’ne geçişi sağlayan Belkahve Geçidi’nin yolunda bulunması nedeniyle, bölgenin doğal geçiş noktalarından birini oluşturur. Kazı verilerine göre, höyükteki ilk iskan katmanları günümüzden yaklaşık 8850 yıl öncesine, yani Milattan Önce 6850 yıllarına tarihlenir. Bu dönem, Neolitik Çağ’ın erken evrelerini kapsar ve höyük, 1150 yıl boyunca kesintisiz olarak 45 kuşaklık bir nüfusun yaşadığı bir merkez olarak belgelenmiştir. Yerleşimin toplam kalınlığı 7,5 metreye ulaşan kültür tabakaları, ev yapılarının birbiri üzerine inşa edildiğini gösterir; bu katmanlaşma, sürekli bir toplumsal sürekliliği yansıtır. Höyük, 9 hektarlık bir alana yayılır ve kazı alanları, höyüğün batı yamacında yoğunlaşmıştır. Bu yerleşim, avcı-toplayıcı topluluklardan tarım temelli köylü yaşamına geçişin somut kanıtlarını sunar; tahıl ekimi, hayvan evcilleştirmesi ve seramik üretimi gibi unsurlar, höyüğün erken tarımsal ekonomisini belirler.
Kazı Çalışmalarının Yürütülme Süreci
Ulucak Höyüğü’ndeki kazılar, 1995 yılında Ege Üniversitesi adına Alisar Çağırgan tarafından başlatılmış, 2009 yılından itibaren ise Trakya Üniversitesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Özlem Çevik’in başkanlığında devam etmiştir. Güncel kazı sezonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile desteklenen “Geleceğe Miras Projesi” kapsamında yürütülür; ayrıca İzmir Büyükşehir Belediyesi, Kemalpaşa Belediyesi ve Kemalpaşa Organize Sanayi Bölgesi’nin katkılarıyla finanse edilir. Kazı ekibi, arkeologlar, antropologlar, restoratörler ve lisansüstü öğrencilerden oluşur; her sezon yaklaşık 50-60 kişilik bir grupla çalışılır. Yöntem olarak, stratigrafik kazı teknikleri uygulanır: Katmanlar milimetrik hassasiyetle belgelenir, 3D modelleme ve fotogrametri ile konum verileri kaydedilir. Bu yılki çalışmalar, höyüğün IV. ve V. tabakalarına odaklanmıştır; bu tabakalar, Neolitik dönemin orta evrelerini kapsar ve yapı dolgularında yoğunlaşan buluntulara ev sahipliği yapar. Kazı süreci, mevsimsel olarak yaz aylarında yoğunlaşır; her buluntu, laboratuvar analizlerine tabi tutulur ve karbon-14 gibi radyokarbon dating yöntemleriyle tarihlenir. Bu sistematik yaklaşım, höyüğün kronolojisini Milattan Önce 6850-5700 yılları arasına yerleştirir ve bölgesel Neolitik yayılımını aydınlatır.
Figürinlerin Fiziksel ve Malzeme Özellikleri
Keşfedilen beş figürin, kilden imal edilmiş antropomorfik heykelcikler olup boyutları 3 ile 10 santimetre arasında değişir. Üçü kadın, ikisi erkek figürünü temsil eder; kadın figürlerinde göğüsler belirginleştirilmiş ve eller göğüsleri tutar pozisyonunda modellenmiştir, bu da farklı yaş gruplarını ima eden varyasyonlar gösterir. Erkek figürlerinden biri, tilki postu giydirilmiş bir bireyi betimler: Belden aşağıya doğru uzanan post detayı, kemer ve el unsurlarıyla dikkat çeker; toplam boyu 9 santimetredir. Figürinlerin dördü fırınlanmış olup sert bir dokuya sahiptir, ancak biri pişmemiş ham kil halindedir, bu da üretim aşamasının anlık bir kesintisini işaret eder. Yüzeyler, parmak izleri ve basit oyma teknikleriyle şekillendirilmiştir; boya kalıntıları nadir olup, kırmızı tonlu izler kadın figürlerinde göğüs bölgelerinde gözlemlenir. Malzeme analizi, yerel killerin kullanıldığını doğrular: Höyük çevresindeki alüvyon yataklarından elde edilen killere, organik tempera (bitki lifleri ve kabuk parçaları) eklenmiştir, bu da kırılganlığı azaltan bir stabilite sağlar. Mikroskobik incelemeler, figürinlerin elle yoğrulduğunu ve düşük sıcaklıkta (yaklaşık 600-800°C) piştiğini gösterir. Bu özellikler, Neolitik seramik teknolojisinin erken evrelerini yansıtır ve figürinlerin taşınabilir, günlük kullanım nesneleri olduğunu düşündürür.
Buluntu Kontekstinin Arkeolojik Analizi
Beş figürin, höyüğün V. tabakasında, bir konut yapısının taban dolgusu içinde toplu halde ortaya çıkarılmıştır. Konum, tabanın 10-15 santimetre üzerindeki gevşek dolgu katmanındadır; bu, figürinlerin zemine gömülmek yerine, geçici bir depolama veya kurutma amacıyla yerleştirildiğini önerir. Araştırmacılar, bu nesnelerin ahşap bir direğe asılarak kurumaya bırakıldığını varsayar; pişmemiş olan figürin, bu sürecin tamamlanmadan terk edildiğini ima eder. Yapı, dikdörtgen planlı bir oda olup duvar kalınlığı 40-50 santimetredir; iç kısımda ocak kalıntıları ve öğütme taşları bulunur, bu da evsel bir fonksiyonu doğrular. Figürinlerin yakınında, çakmak taşı aletler ve tahıl kalıntıları saptanmıştır; bu ilişki, figürinlerin tarımsal faaliyetlerle bağlantılı olabileceğini gösterir. Stratigrafik bağlamda, buluntu kümesi, höyüğün erken Neolitik katmanlarının (Milattan Önce 6500-6000) bir parçasıdır; benzer toplu buluntular, höyüğün diğer tabakalarında da kaydedilmiştir. Jeomanyetik taramalar, yapının çevresinde ek ritüel çukurları işaret eder, ancak figürinler bu çukurlarda değil, dolgu içinde kalmıştır. Bu kontekst, figürinlerin bireysel veya ailevi bir ritüel grubunu oluşturduğunu ve höyüğün sosyal mekânlarında dağılımlı bir kullanım gösterdiğini belgeler.
Figürinlerin Tasarım ve Üretim Teknikleri
Figürinlerin tasarımında, stilize insan formları baskındır: Başlar yuvarlak, gözler çukur oyuklarla belirtilmiş, burunlar hafif çıkıntılıdır; kollar kısa ve gövdeye yapışık tutulmuştur. Kadın figürleri, kalçaların genişletilmesiyle belirginleştirilirken, erkek figürlerinde post detayı gibi giysi unsurları eklenmiştir. Üretim süreci, ham kilin elle şekillendirilmesiyle başlar; parmak baskıları, yüzeylerde düzensiz dokular bırakır. Kurutma aşamasında, figürinler muhtemelen gölgeli alanlarda tutulmuş; pişirme, açık ocaklarda gerçekleştirilmiştir, bu da renk varyasyonlarına (gri-siyah tonlar) yol açar. Boyut farklılıkları (3 cm’den 10 cm’ye), yaş veya statü temsiliyetini yansıtır: Küçük olanlar çocuk formlarını, büyükler yetişkinleri çağrıştırır. Karşılaştırmalı analiz, figürinlerin şematik üslubunun Çatalhöyük benzeri olduğunu gösterir, ancak Ulucak’ta daha kompakt bir oranlama gözlenir. Restorasyon çalışmaları, kırık parçaların yokluğunu doğrular; figürinler bütün halde bulunmuş olup, bu nadir durum, ritüel bütünlüğün korunduğunu ima eder. Teknik olarak, temper malzemelerin oranı %10-15’tir; bu, kilin çatlama direncini artırır ve figürinlerin uzun süreli kullanımını mümkün kılar. Bu detaylar, Neolitik el sanatlarının evrimini aydınlatır ve höyüğün zanaat kapasitesini vurgular.
Bölgesel ve Karşılaştırmalı Benzerlikler
Ulucak figürinleri, Anadolu Neolitik repertuvarında benzersiz bir yer tutar; benzer kadın figürleri, Çatalhöyük’te (Milattan Önce 7100-6000) obsidyen ve kemik eklemeli örneklerle paralellik gösterir, ancak Ulucak’ta boyut küçüklüğü öne çıkar. Tilki postlu erkek figürü, Şanlıurfa’daki Göbeklitepe T-sütunlarındaki (Milattan Önce 9600-7000) giysi motifleriyle ikonografik bağ kurar: Kemer ve post detayları, ortak bir sembolik dilin varlığını kanıtlar. Batı Anadolu’da, Yeşilova Höyüğü’nde (Denizli) benzer küçük kil figürler saptanmış olup, bunlar da konut dolgularında bulunur. Balkanlar’da, Vinča kültürü (Milattan Önce 5700-4500) figürinleri şapka ve sivri burun motifleriyle örtüşür, bu da kültürel etkileşim ağlarını ima eder. Doğu Akdeniz’de, Ünye Höyüğü örnekleri daha stilize olup, Ulucak’ın gerçekçi oranlamasından ayrılır. Karbon tarihlemeleri, Ulucak figürinlerini Milattan Önce 6500’e yerleştirirken, Göbeklitepe ile 1000-2000 yıllık bir gecikme gösterir; bu, fikirlerin doğudan batıya yayılımını destekler. Malzeme karşılaştırmaları, killerin yerel kaynaklı olduğunu doğrular, ancak stilistik unsurlar göç veya ticaretle taşınmış olabilir. Bu benzerlikler, Neolitik Anadolu’nun homojen bir kültürel matrisi oluşturduğunu ve Ulucak’ın bu ağın batı ucu olduğunu belgeler.
Figürinlerin Muhtemel Kullanım Alanları
Figürinlerin konut içi konumları, bolluk ve bereket odaklı ritüellerde kullanıldığını düşündürür; kadın figürleri, tarımsal verimlilikle ilişkilendirilirken, erkek figürleri avcılık veya koruma fonksiyonlarını üstlenir. Toplu bulunma, ailevi törenlerde (doğum, hasat) toplandıklarını gösterir; pişmemiş olanın varlığı, acil bir ritüel kesintisini ima eder. Etnografik paraleller, modern Anadolu köylerinde benzer nesnelerin ev eşiklerinde bereket için gömüldüğünü belirtir; Ulucak’ta ise dolgu içi yerleşim, geçici bir kutsama pratiğini yansıtır. Boyut küçüklüğü, taşınabilirliği artırır ve bireysel meditasyon veya grup ayinlerinde rol oynadıklarını önerir. Postlu figür, hayvan derisi giysilerin statü göstergesi olduğunu ve şamanistik uygulamalarda kullanıldığını düşündürür. Analizler, figürinlerin kırılmadan bırakıldığını gösterir; bu, tamamlanmış bir ritüelin sonunu işaret eder. Günlük bağlamda, ocak yakınındaki konumları, ateşle ilişkilendirilmiş ısınma veya koruma işlevlerini ekler. Bu kullanım alanları, Neolitik toplulukların maddi kültürle doğa döngülerini dengelediğini ortaya koyar ve höyüğün sosyal dinamiklerini zenginleştirir.
Keşfin Neolitik Araştırmalara Katkıları
Bu figürinler, Batı Anadolu Neolitik’inin görsel repertuvarını genişletir; küçük boyutlu antropomorfik nesnelerin nadirliği, Ulucak’ı tipoloji çalışmalarında referans noktası yapar. Kronolojik olarak, höyüğün 1150 yıllık sürekliliği, figürin evrimini belgeleyerek tarım devriminin kültürel yansımalarını aydınlatır. İkonografik bağlar, Göbeklitepe-Ulucak hattını güçlendirir ve Anadolu’da sembolik iletişimin erken formlarını kanıtlar. Malzeme verileri, yerel kaynak kullanımını doğrular ve ticaret ağlarının sınırlılığını gösterir. Sosyal açıdan, cinsiyet temsiliyeti, topluluğun demografik yapısını yansıtır: Üç kadın-iki erkek oranı, nüfus dengesini ima eder. Ritüel kontekst, ev odaklı inanç sistemlerini vurgular ve kamusal törenlerden farklı bir iç mekan pratiğini belgeler. Gelecek kazılar için, figürinlerin 3D taramaları veritabanı oluşturur; bu, karşılaştırmalı çalışmaların temelini atar. Keşif, Neolitik dönemin maddi olmayan unsurlarını somutlaştırır ve disiplinlerarası yaklaşımları (arkeometri, etnografi) teşvik eder. Sonuçta, Ulucak figürinleri, erken tarım toplumlarının yaratıcı kapasitesini kanıtlayarak, prehistorik araştırmaların sınırlarını zorlar.
Koruma ve Gelecek Araştırma Yönleri
Figürinlerin korunması, İzmir Arkeoloji Müzesi’nde gerçekleştirilir; nem kontrollü vitrinlerde saklanır ve düzenli konsolidasyon uygulanır. Dijital arşivleme, yüksek çözünürlüklü fotoğraflar ve CT taramalarıyla desteklenir; bu, tahribata karşı veri güvenliği sağlar. Gelecek çalışmalar, figürinlerin organik kalıntılarını (temper materyalleri) DNA analiziyle incelemeyi hedefler, bu da bitki-hayvan ilişkilerini aydınlatır. Karşılaştırmalı projeler, Balkan ve Doğu Anadolu sitleriyle işbirliği kurar; saha okulları, öğrenci eğitimini artırır. Höyükteki ek kazılar, figürin benzeri buluntuları hedefler ve yerleşimin tam haritasını tamamlar. Kamu erişimi için, sanal turlar ve sergiler planlanır; bu, arkeolojik bilginin yayılımını sağlar. Uzun vadede, iklim değişikliğinin höyük erozyonuna etkileri izlenir ve koruma stratejileri geliştirilir. Bu yönler, Ulucak’ı sürdürülebilir bir araştırma merkezi yapar ve Neolitik mirasının korunmasını güvence altına alır.