Ulysses, Yalnızca Bir Roman Değil, Aynı Zamanda Dilin, Bilincin ve Varoluşun Sınırlarını Sorgulayan Bir Sanatsal Manifesto mudur?

James Joyce’un Ulysses’i, geleneksel roman formunu radikal bir şekilde altüst ederek modernist edebiyatın sınırlarını yeniden tanımlayan bir manifesto niteliğindedir. Anlatı yapısı, klasik anlatının lineer, hiyerarşik ve nedensel düzenini parçalayarak, bilincin akışkan, kaotik ve çok katmanlı doğasını merkeze alır. Bu, hem kuramsal hem de sanatsal bir devrimdir; çünkü Joyce, anlatıyı yalnızca bir hikâye anlatma aracı olmaktan çıkararak, dilin, bilincin ve varoluşun estetik bir sorgulamasına dönüştürür.

Geleneksel Romanın Altüst Edilişi

Geleneksel roman, genellikle sabit bir bakış açısı, kronolojik bir zaman çizgisi ve net bir olay örgüsü üzerine inşa edilir. Bu yapılar, okura tutarlı bir dünya sunar ve anlatının anlamını birleştirici bir telos (amaç) etrafında örgütler. Ulysses ise bu yapıyı sistematik bir şekilde bozar:

  1. Lineer Olmayan Zaman ve Parçalı Anlatı: Ulysses, Homeros’un Odysseia destanını modern bir Dublin gününe (16 Haziran 1904) uyarlarken, epizodik bir yapı benimser. Ancak her bölüm, bağımsız bir üslup, ton ve teknikle yazılmıştır. Örneğin, “Telemachus” bölümü diyalog ağırlıklıyken, “Sirens” müzikal bir fugue gibi işler, “Circe” ise gerçeklik ile halüsinasyonu bulanıklaştıran bir tiyatro metni gibidir. Bu, anlatının sürekliliğini kırar ve okuru sabit bir anlam arayışından uzaklaştırır.
  2. Çoklu Bakış Açıları ve Bilinç Akışı: Joyce, anlatıyı tek bir otoriter anlatıcıdan kurtararak, Leopold Bloom, Stephen Dedalus ve Molly Bloom’un iç dünyalarını bilinç akışı tekniğiyle sunar. Bu teknik, düşüncelerin kaotik, kesintili ve çağrışımsal doğasını yansıtır. Örneğin, Bloom’un zihni, reklamcılık, cinsellik, yemek ve yas gibi birbirine zıt temalar arasında sıçrar. Bu, geleneksel romanın tekil ve otoriter anlatıcı sesini reddeder, yerine öznel, çoğulcu bir bilinç haritası koyar.
  3. Anlamın Belirsizleşmesi: Geleneksel romanda olay örgüsü, bir başlangıç, gelişme ve sonuç ekseninde çözülür. Ulysses’te ise hikâye, sıradan bir günün sıradan olayları etrafında döner: Bloom’un kahvaltısı, bir cenazeye katılması, gazete ofisindeki tartışmalar ya da Molly’nin monoloğu. Bu sıradanlık, teleolojik bir doruk noktasını reddeder ve anlamı, olayların kendisinden çok, karakterlerin zihinsel ve duygusal tepkilerinde arar.

Modernist Edebiyatın Sınırlarının Yeniden Yazımı

Ulysses, modernist edebiyatın sınırlarını, dilin, formun ve estetiğin olanaklarını yeniden düşünerek genişletir. Bu yeniden yazım, kuramsal ve sanatsal bir dilde şu şekilde ifade edilebilir:

  1. Dilin Estetikleştirilmesi: Joyce, dili yalnızca bir iletişim aracı olmaktan çıkararak, onun maddi, dokunsal ve ritmik niteliklerini sanatsal bir tuval olarak kullanır. Örneğin, “Oxen of the Sun” bölümü, İngiliz edebiyatının tarihsel gelişimini taklit eden bir dilbilimsel kolaj sunar; bu, dilin tarihsel ve kültürel bir arkeolojisi gibidir. Bu yaklaşım, modernist edebiyatın dilin özerkliğine olan inancını yansıtır ve sözcükleri, anlamdan bağımsız olarak estetik bir nesneye dönüştürür.
  2. Parodi ve İronik Yeniden Yazım: Ulysses, Homeros’un epik destanını ironik bir şekilde yeniden yorumlar. Bloom, Odysseia’nın kahramanı Odysseus’un modern bir parodisidir; destansı maceralar yerine, Dublin’in sokaklarında gezinen, sıradan bir reklam satıcısıdır. Bu, modernist edebiyatın yüksek kültür ile popüler olanı, kutsal ile profanı birleştirme eğilimini yansıtır. Joyce, destansı formu hem yüceltir hem de alaya alır, böylece modernist ironi ve çelişkilerle dolu bir estetik yaratır.
  3. Sanatsal Çokseslilik: Ulysses, Bakhtin’in “çokseslilik” (polyphony) kavramını öngören bir metindir. Her bölüm, farklı bir sanatsal formu (gazete yazısı, tiyatro, müzik, bilimsel rapor) taklit eder ve bu, metni bir estetik laboratuvar haline getirir. Örneğin, “Aeolus” bölümü, gazete manşetleriyle kesilen bir anlatı sunarken, “Ithaca” bölümü, kateşizm tarzında bir soru-cevap formatıyla yazılmıştır. Bu çokseslilik, modernist edebiyatın tek bir hakikat veya form yerine çoğulculuğu kucakladığını gösterir.
  4. Bilinç ve Gerçekliğin Fragmantasyonu: Modernist edebiyat, 20. yüzyılın bilimsel ve felsefi krizlerini (Freud’un bilinçaltı, Einstein’ın görelilik teorisi, Nietzsche’nin Tanrı’nın ölümü) yansıtır. Ulysses, bu fragmantasyonu, karakterlerin zihinsel süreçlerini ve Dublin’in kaotik dokusunu betimleyerek sanatsallaştırır. Molly Bloom’un “Penelope” bölümündeki kesintisiz, noktalamasız monoloğu, bilinçaltının sınır tanımaz akışını ve modernist öznelliğin kırılganlığını temsil eder.

Kuramsal ve Sanatsal Bağlam

Kuramsal olarak, Ulysses, postyapısalcı düşüncenin öncüsü gibidir; çünkü metnin anlamı, sabit bir merkezden yoksundur ve okurun yorumuna açıktır. Derrida’nın “différance” kavramı, Joyce’un dil oyunlarında yankılanır: Anlam sürekli ertelenir, kelimeler çağrışımlarla çoğalır. Sanatsal olarak ise, Ulysses, kübist bir tabloya benzer; farklı perspektifler, parçalı imgeler ve çoklu düzlemler, birleşik bir anlam yerine, estetik bir deney sunar. Joyce’un metni, tıpkı Picasso’nun Les Demoiselles d’Avignon’u gibi, formun geleneksel sınırlarını yıkar ve sanatı, kaos ile düzen arasında salınan bir alan olarak yeniden tanımlar.

Sonuç olarak, Ulysses, geleneksel romanın hiyerarşik yapısını, bilinç akışı, epizodik yapı ve dilin estetikleştirilmesi yoluyla altüst ederken, modernist edebiyatın sınırlarını, çokseslilik, ironi ve öznelliğin fragmantasyonuyla yeniden yazar. Bu, yalnızca bir roman değil, aynı zamanda dilin, bilincin ve varoluşun sınırlarını sorgulayan bir sanatsal manifestodur.