Umberto Eco, ‘Gülün Adı’ romanında hakikat, mutlak mıdır yoksa göreceli midir? Roman, bu soruya nasıl bir cevap öneriyor?

Umberto Eco’nun Gülün Adı (Il nome della rosa) romanı, hakikat kavramını hem felsefi hem de tarihsel bir bağlamda ele alan derin bir eserdir. Roman, Orta Çağ’da bir manastırda geçen gizemli cinayetler etrafında şekillenirken, aynı zamanda hakikat arayışı, otorite, inanç ve bilginin doğası gibi temaları sorgular. Eco, hakikatin mutlak mı yoksa göreceli mi olduğu sorusuna doğrudan bir cevap vermek yerine, bu soruyu karakterlerin çatışmaları ve olayların gelişimi üzerinden dolaylı bir şekilde işler. Romanın önerdiği cevap, hakikatin hem mutlak hem de göreceli olabileceği arasında bir gerilim barındırır; bu, Eco’nun postmodern yaklaşımının bir yansımasıdır. Şimdi bu soruyu ayrıntılı örneklerle inceleyelim.

Hakikatin Mutlaklığı ve Kilise Otoritesi

Romanın ana karakterlerinden biri olan William of Baskerville, hakikati akıl yoluyla arayan bir Fransisken rahip ve eski bir engizitördür. William, Aristoteles’in mantık ve gözlem ilkelerine dayanarak cinayetleri çözmeye çalışır. Bu, hakikatin mutlak bir şekilde, evrensel akıl ve bilimsel yöntemle ulaşılabilir olduğu fikrini temsil eder. Örneğin, manastırdaki ilk cinayetin ardından William, cesedin durumunu (dilinin siyah olması gibi) dikkatle inceleyerek zehirlenme ihtimalini ortaya atar ve bu hipotezi test eder. Bu yaklaşım, hakikatin nesnel bir gerçeklik olarak var olduğunu ve doğru yöntemle bulunabileceğini ima eder.

Ancak bu mutlak hakikat arayışı, Kilise’nin otoritesiyle çelişir. Manastırdaki diğer önemli karakter, Jorge de Burgos, hakikatin yalnızca Tanrı’da ve Kilise’nin kutsal metinlerinde bulunabileceğini savunur. Jorge, Aristoteles’in Poetika kitabının ikinci cildini (komediyi ele alan kayıp bölüm) saklar ve yok etmeye çalışır, çünkü kahkahanın hakikati saptıracağına inanır. Ona göre, hakikat mutlak olmalıdır ve insan aklı ya da mizah gibi göreceli unsurlar bu mutlaklığı tehdit eder. Jorge’un, kitabı korumak için cinayetlere kadar varan tutumu, mutlak hakikat anlayışının fanatizme dönüşebileceğini gösterir. Örneğin, kütüphanede kitabın zehirli sayfalarını yiyerek intihar etmesi, hakikatin kontrol altında tutulması gerektiğine olan saplantısını simgeler.

Hakikatin Göreceliliği ve Kütüphane Labirenti

Romanın sembolik merkezlerinden biri olan manastır kütüphanesi, hakikatin karmaşık ve göreceli doğasını temsil eder. Labirent şeklindeki kütüphane, bilgiye ulaşmanın zorluğunu ve hakikatin tek bir kaynaktan değil, farklı bakış açılarından oluşan bir mozaikten ibaret olabileceğini ima eder. William ve çömezi Adso, kütüphanede yollarını bulmaya çalışırken, hakikatin sabit bir noktada değil, sürekli bir arayışta olduğunu fark ederler. Örneğin, kütüphanedeki gizli odaları keşfederken, her yeni belge veya ipucu, önceki varsayımlarını sorgulamalarına neden olur. Bu, Eco’nun hakikatin mutlak bir sonuca varmaktan ziyade, bir yorumlama süreci olduğuna dair görüşünü yansıtır.

Adso’nun bakış açısı da hakikatin göreceliğini pekiştirir. Romanın sonunda, yaşlı bir Adso olarak geçmişi hatırlarken, olayları anlamlandırmaya çalışır ve kesin bir hakikate ulaşamadığını itiraf eder. William’ın ona söylediği gibi: “Hakikat, bizim ona verdiğimiz anlamlarla şekillenir.” Bu, hakikatin öznel bir boyutu olduğunu ve bireyin deneyimlerine, inançlarına ya da sınırlı bilgisine bağlı olarak değişebileceğini gösterir.

Romanın Önerdiği Cevap

Gülün Adı, hakikatin mutlak mı yoksa göreceli mi olduğu sorusuna net bir “evet” ya da “hayır” cevabı vermez; bunun yerine, bu iki kavram arasındaki gerilimi keşfeder. William’ın akılcı yaklaşımı, hakikatin evrensel ve nesnel bir şekilde aranabileceğini öne sürerken, Jorge’un dogmatik tutumu mutlak hakikatin yalnızca otorite tarafından belirlenebileceğini savunur. Ancak kütüphane yangınıyla tüm bilginin yok olması, bu iki yaklaşımın da nihai bir zafer kazanamadığını gösterir. Yangın sahnesi, hakikatin hem mutlak hem de göreceli yorumlarının insan eliyle yok edilebilir olduğunu ve belki de tam anlamıyla kavranamayacağını simgeler.

Eco, postmodern bir yazar olarak, hakikatin tek bir doğruya indirgenemeyeceğini, aksine çok katmanlı ve çelişkili bir yapıda olduğunu önerir. Örneğin, William cinayetlerin gizemini çözer gibi görünse de, sonucun tesadüfi bir dizi olaydan kaynaklandığını kabul eder. Bu, hakikatin mutlak bir zaferle değil, eksik ve geçici bir anlayışla bulunabileceğini ima eder.