Victor Hugo’nun roman karakterleri sosyal adaletsizliklere, eşitsizliklere ve otoriteye karşı bir duruş sergiler mi?

1. Sosyal Adaletsizlik ve Eşitsizlik Karşısında Karakterlerin Duruşu

Hugo’nun eserlerinde sosyal adaletsizlik, sınıf eşitsizlikleri, yoksulluk ve toplumsal dışlanma gibi temalar, karakterlerin varoluşsal mücadelelerinin merkezindedir. Sefiller’in başkahramanı Jean Valjean, bu temaların en güçlü sembolüdür. Valjean, bir somun ekmek çaldığı için yıllarca kürek mahkûmiyetine çarptırılan bir karakterdir. Onun hikâyesi, toplumsal düzenin bireyi nasıl cezalandırdığı ve ahlaki bir suçun, sistemin adaletsizliği karşısında ne kadar göreceli hale geldiğini sorgular. Valjean’ın yolculuğu, Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nde ele aldığı, bireyin özgürlüğünü kısıtlayan toplumsal yapıların eleştirisine paralel bir anlatıdır. Rousseau, toplumun bireyi özgürleştiren bir sözleşmeye dayanması gerektiğini savunurken, Hugo, Valjean üzerinden bu sözleşmenin ihlal edildiğini gösterir. Valjean’ın suçluluğu, bireysel bir ahlaki kusurdan çok, toplumun yoksulluğu ve eşitsizliği dayatmasının bir sonucudur.

Valjean’ın dönüşümü, yalnızca bireysel bir kefaret hikâyesi değil, aynı zamanda Kantçı bir ahlaki özerklik arayışıdır. Kant, bireyin ahlaki eylemlerini evrensel bir yasa olarak genelleştirilebilecek maksimlere dayandırması gerektiğini savunur. Valjean, hapisten çıktıktan sonra, Piskopos Myriel’in merhametiyle karşılaşır ve bu karşılaşma, onun ahlaki bilincini uyandırır. Valjean, kendi ahlaki özerkliğini inşa ederek, toplumsal adaletsizliklere karşı bir duruş sergiler: Fabrika sahibi olarak işçilere adil davranır, Cosette’i kurtararak bir annenin yoksulluktan kaynaklanan çaresizliğine merhem olur ve nihayetinde, toplumun ona dayattığı “suçlu” kimliğini reddeder. Bu, bireyin, toplumsal düzenin adaletsizliklerine karşı kendi ahlaki iradesiyle direnebileceğini gösterir.

Benzer şekilde, Notre-Dame’ın Kamburu’nda Esmeralda, toplumsal eşitsizliklerin ve önyargıların kurbanıdır. Çingene kimliği nedeniyle dışlanan Esmeralda, Hegel’in efendi-köle diyalektiğine benzer bir konumdadır. Toplumun “öteki” olarak gördüğü bir birey olarak, onun varlığı, egemen sınıfın kimliğini tanımlamak için bir karşıtlık oluşturur. Ancak Esmeralda, masumiyeti ve insan sevgisiyle, bu dışlayıcı yapıya karşı bir direnç noktası oluşturur. Onun trajik sonu, toplumsal eşitsizliklerin bireyi yok edici gücünü gözler önüne sererken, aynı zamanda bu adaletsizliklere karşı mücadele etmenin ahlaki zorunluluğunu vurgular.

2. Otoriteye Karşı Duruş ve Özgürlük Arayışı

Hugo’nun karakterleri, otoriter yapılara karşı bireysel ve kolektif bir direniş sergiler. Sefiller’de, Javert karakteri, otoritenin kör bir temsilcisi olarak Valjean’ın antitezini oluşturur. Javert’in katı hukuk anlayışı, Hobbes’un Leviathan’ında savunduğu, toplumsal düzeni sağlamak için mutlak otoriteye duyulan ihtiyaca benzer bir felsefeye dayanır. Ancak Hugo, Javert’in bu mutlakçı anlayışını eleştirir; çünkü bu anlayış, bireyin ahlaki ve insani boyutunu yok sayar. Valjean, Javert’in otoritesine boyun eğmek yerine, kendi ahlaki bilincine sadık kalarak özgürlüğünü yeniden tanımlar. Bu, Foucault’nun panoptikon kavramına bir başkaldırıdır: Valjean, toplumun gözetim ve denetim mekanizmalarına rağmen, kendi öznelliğini inşa eder.

Sefiller’in bir diğer önemli boyutu, Enjolras ve öğrencilerin 1832 Paris Ayaklanması’ndaki devrimci duruşudur. Enjolras, Rousseau’nun genel irade kavramını somutlaştırır; onun liderliğindeki barikatlar, halkın özgürlük ve eşitlik arayışının bir sembolüdür. Bu devrimci hareket, Marx’ın sınıf mücadelesi teorisine de yankı bulur: Burjuvazinin egemenliğine karşı, proletaryanın ve ezilenlerin sesi yükselir. Ancak Hugo’nun devrim anlayışı, salt politik bir başkaldırıdan çok, insan ruhunun özgürlük arzusunun metafizik bir ifadesidir. Enjolras’ın trajik ölümü, devrimin başarısızlığını değil, insanlığın özgürlük idealine olan sarsılmaz inancını vurgular.

Deniz İşçileri’nde ise Gilliatt, doğanın ve toplumsal düzenin otoritesine karşı bireysel bir mücadele verir. Gilliatt’ın denizin zorlu koşullarıyla mücadelesi, Nietzsche’nin “üstinsan” (Übermensch) kavramına benzer bir irade sergiler. Gilliatt, kendi varoluşsal sınırlarını zorlayarak, otoritenin (hem doğanın hem de toplumun) dayattığı kısıtlamalara meydan okur. Onun yalnız ama kararlı duruşu, bireyin, otoriteye karşı kendi anlamını yaratma gücünü temsil eder.

3. Felsefi Çerçeve: Hugo’nun İnsan Merkezli Hümanizmi

Hugo’nun karakterlerinin sosyal adaletsizliklere ve otoriteye karşı duruşu, onun hümanist felsefesinin bir yansımasıdır. Bu felsefe, bireyin onurunu ve özgürlüğünü merkeze alır; ancak bu bireycilik, toplumun dönüşümüyle tamamlanır. Hugo, karakterleri aracılığıyla, John Stuart Mill’in faydacılık ilkesine benzer bir şekilde, bireysel özgürlüğün toplumsal iyilikle uyumlu olması gerektiğini savunur. Valjean’ın fedakârlıkları, Esmeralda’nın masumiyeti, Enjolras’ın devrimci idealleri ve Gilliatt’ın iradesi, bireyin, toplumsal adaletsizliklere karşı durarak insanlık durumunu yüceltebileceğini gösterir.

Ayrıca, Hugo’nun eserleri, existentialist bir bakış açısıyla da okunabilir. Sartre’ın “insan, özgürlüğe mahkûmdur” ifadesi, Valjean’ın ve diğer karakterlerin kendi anlamlarını yaratma çabalarında yankılanır. Onlar, toplumsal ve otoriter yapıların dayattığı kimlikleri reddederek, kendi özlerini inşa ederler. Bu, bireyin, adaletsizlik ve eşitsizlik karşısında pasif bir kurban olmaktan çıkıp, aktif bir özne haline gelmesini sağlar.