Yüzyıldır Üç İstanbul – Zafer Köse

yuzyıldır-uc-istanbulÜç İstanbul’un sayfalarında hızla ilerlerken, birden duruyorsunuz. Bir şey hatırlamaya çalışır gibi belleğinizi zorladığınız duygusuna kapılıyorsunuz. Sanki bir şey söyleyeceksiniz de o sözcük bir türlü aklınıza gelmiyor. Neydi ki?

Tekrar kitaba dönüyorsunuz. Adnan’ın üzerinde çalıştığı romanı için aldığı notları bir kez daha okuyorsunuz:

“Sonra bu minareler: Gökyüzünü madalyon bir ayna parçası gibi tutan, birer kız kadar narin minareler! Bunların ucuna her fetih bayrağından takılan bir hilal! İstanbul, Süleymaniye yapıldığı gün bizim oldu!”

Ve bir şeyler hatırlamaya başlıyorsunuz! Zihniniz yıllar önceki bir otobüs yolcuğuna geçiyor. İstanbul yolundasınız. Sayfaları büyükçe, ince, kare biçiminde bir kitap var elinizde. Beyaz kapağının ortasında kırmızı bir İstanbul. Abidin Dino’nun bir kitabı bu: Sinan.

Otobüsün havası, koltuğunuzdaki küçük sarsıntılar, tepenizdeki televizyonun ikide bir cızırdaması… Yolculuğu tekrar yaşar gibi oluyorsunuz. Ama aklınıza gelmeyen o şeyi hâlâ hatırlayamıyorsunuz.

Mithat Cemal Kuntay’ın romanına devam etmek için aklınızı toplayamıyorsunuz. Kalkıp kitaplarınızın bulunduğu odaya yürüyorsunuz. Yıllar önceki o otobüs yolculuğunda okuduğunuz Abidin Dino’nun Sinan’ını, tahmin ettiğinizden kolay buluyorsunuz. Orada, ayakta, ne aradığınızı bilmeden açıp sayfalarını karıştırıyorsunuz.

SinanDino’dan bir düşsel yaşamöyküsü. Ağırnaslı bir çocuk; Yusuf, Jozef veya Sinan. Ne fark eder? Bir devşirme, Sinan… Koca Sinan’ın hayatı. İncecik bir kitap. Anadolu’nun, dünyanın zenginliği. Göz atarken yıllar önceki heyecanı, Dino’nun büyülü dilini, anlatıyla bütünleşerek aralara giren Ara Güler’in fotoğraflarını, o coşkuyu, o saatleri yaşıyorsunuz. Taptaze. Tam dalıp gitmişken, buluyorsunuz! Demek bu kelimeleri arıyormuşsunuz:

“İstanbul şehrinin fethi 1453’te başlamış ve Süleymaniye’nin bittiği güne kadar sürmüştür. … Sinan Kostantiniye’yi İstanbul yaptı.”

DİP DALGASI GİBİ

Mithat Cemal Kuntay’ın bu tek romanında olaylar 19. yy sonu ve 20. yy başında geçiyor. Kitap 1938’de yayımlanmış. Abidin Dino’nun Sinan’ı ise, 1999’da basılmış. (Demek ki ölümünden sonra.)

Bu durumda, İstanbul’un fethi ve Sinan bağlantısı konusunda, diğerini etkileyen yazarın Kuntay olduğu anlaşılıyor.

Dino’nun Üç İstanbul’u okumamış olduğu pek düşünülemez. Kendini kanıtlamış dev bir sanatçının, etkilendiği bazı cümleleri alıp kendine mal etmek gibi huyu olduğu da düşünülemez. Üstelik bu kadar bilinen bir romandan “çaktırmadan” bir şeyler alıp kullanacak değil ya.

En mantıklı açıklama: Abidin Dino, Üç İstanbul’daki bu cümleleri oradan okuduğunu hatırlamamıştır. Hatta bir kitapta okuduğunu hatırlamamıştır. O kadar benimsemiş, o kadar içselleştirmiştir ki o düşünceyi, artık gerçekten kendinin olmuştur. Bu da ancak Dino’nun iyi bir okur olduğunu gösterir.

Kuntay içinse elbette bir onurdur. Ve Üç İstanbul’un, dip dalgası gibi yumuşakça ama zamana yayılan derin bir etki yaratan roman olduğunun kanıtlarından biridir.

ANIMSANMAYI AŞAN ANILAR

Üç_İstanbulEski Türk filmlerindeki şuna benzer sahneler gözünüzde kolayca canlanır herhalde: Adam karısıyla lüks arabasına biner. Arka koltukta otururlar. Kadının başı adamın omzunda, yorgun ve güzel bir gecenin sonunda gözleri kapanmaktadır. Şoför hareket etmek için hazırlanırken, bir dilenci, elini arka cama uzatır. Arabadaki adamın içi ürperir birden. Dışardaki dilenci, kadının eski kocasıdır. Araç hareket edince, rahatlar adam. Kadın, dilenciyi görmemiştir.

Bu filmlerden çok önce yazılan Üç İstanbul’da, bir gece Belkıs ve Adnan’ın başlarından böyle bir olay geçer. Daha doğrusu, sadece Adnan’ın başından geçer o olay. Çünkü Belkıs eski kocasını, bir zamanların mağrur adamı Bahriye Miralayı Hüsrev’i görmez.

Okurlar ve yazarlar gibi senaristler üzerinde de mutlaka bir etkisi olmuştur Üç İstanbul’un. Birçok paragrafı, birçok cümlesi ayrı ayrı ele alınabilir; işlediği temalardan herhangi biri üzerinde uzun uzun durulabilir. Hakkında konuşulacak ve yazılacak çok konu bulunabilir. Bu epizot zenginliğiyle birlikte, bir roman bütünlüğü de sağlanmış. Bölümler arasındaki bağlantılarla kurgu yoğrulmuş ve içinde hiç katı parçacık kalmayan homojen bir hamur haline getirilmiş.

Okurken, roman türünün güzelliğini, önemini, gücünü hissediyorsunuz. Ne bilim (tarih) ne felsefe; toplumsal hayatta romanın ne kadar belirleyici olduğunu düşünüyorsunuz. “Dünyayı roman kurtaracak!” diye aklınızdan geçiriyorsunuz.

Haftaya Üç İstanbul’a devam edelim mi?

Zafer Köse
zaferxkose@gmail.com

0/12/2015, Kitapeki

Yüzyıldır Üç İstanbul

——————-
Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay, Oğlak Yayınları (10. baskı, 2010)
Sinan, Abidin Dino, Can Yayınları (2. baskı, 2007)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir