Savaş ve Barış – Lev Nikolayeviç Tolstoy

“Hikâyelerimin kahramanı, yüreğimin bütün gücüyle sevdiğim, bütün güzellikleri içinde anlatmaya çalıştığım ve hep güzel olan, güzel kalan ve hep güzel kalacak olan gerçektir.” Lev Tolstoy
“Savaş ve Barış” (????? ? ???, Voyna i mir), 1800?lü yılları Avrupa?da, Napolyon Savaşları olarak bilinen dönemin Fransa-Rusya savaşlarıyla başlayan Rus toplumunu anlatan ve Lev Tolstoy?un 1863?1868 yılları arasında sürekli ve yoğun bir çaba sonucunda yazdığı bir romanıdır.
Eser, yaklaşık 20 yıl gibi geniş bir zaman dilimine yayılmış, 600 civarında yan karakter, 10 kadar da ana karakter içermektedir.
Bir insanın hayatı boyunca hissedebileceği bütün duygular en saf sevgiden şehvete, acıdan mutluluğa, dostluktan düşmanlığa, korkaklıktan cesarete, kıskançlıktan özveriye, yurtseverlikten kişisel çıkarlara, ölüm korkusundan doğum sevincine kadar, doğal bir incelikle işlenmiştir. Bu eser, aynı zamanda bir halkın işgalcilere karşı yurdunu savunmasını da dile getiren bir halkın romanıdır.
19. yüzyılın başlarında Avrupa, Napolyon’un pençesinde kıvranmakta, ona karşı bir şey yapamamanın çaresizliğini yaşamaktadır. “Kanlı sargılar içindeki bütün bu bozuk insan etleri…” cümlesiyle özetleyebileceğimiz ne için yapıldığı bir türlü bilinmeyen ve onca insanın ölmesine sebep olan “Savaş”; balolar, partilerle süslenen sorgulanması gereken “Barış”
Tolstoy?un romanında adı geçen önemli karakter olan Piyer Bezuhov tamamen gerçek bir kişiliktir. Piyer Bezuhov, aristokrasi tarafından aşağılanan ve alınıp satılabilen köylülüğün istilaya direnci karşısında içinden geldiği sınıfa tüm inancını yitirecek ve ileride köylülüğü özgürleştirerek ülkeyi demokratikleştirme amacıyla kurulacak olan *Dekabrist örgütlenmesinin en önde gelenlerinden biri olacaktır. Şüphesiz Tolstoy ?Savaş ve Barış? romanında Dekabristleri anlatmaz ve romanın başkahramanlarından Piyer Bezuhov?un onlardan olacağını da söylemez ama Rusya tarihini biraz tanıyanlar roman biterken Piyer Bezuhov ile birlikte böyle bir örgütlenmeye gidileceğinin ima edildiğini farkederler ve ayrıca Piyer Bezuhov?un gerçek bir kişilik olarak aynı örgütlenmenin önderlerinden olduğunu bilirler.

Lev Tolstoy?un Napolyon istilası yılları Rusya?sının tarihi gibi olan büyük yapıtı ?Savaş ve Barış?ın önde gelen kahramanlarından General Kutuzov da tamamen gerçek bir kişiliktir. Borodino?da Napolyon ordularını yenen ve çekilmeye zorlayan, zor durumlarda ön plana çıkıp sorumluluk alan Tatar asıllı akıllı ve inançlı Kutuzov, yozlaşmış aristokrasinin diğer karakterlerinden hiçbirine benzememektedir. Rusya için ?Büyük Anayurt Savaşı? veya asıl adıyla İkinci Dünya Savaşı yıllarında Stalin?in çalışma odasında Kutuzov?un portresi asılı durmuştur.

Tolstoy “Dekabristler” konusunda yazmayı tasarlarken, bu hareketin ortaya çıkış nedenine, yani Napolyon savaşlarını incelemeye yönelmiştir. Bu yöneliş, Tolstoy?un birinci büyük romanı “Savaş ve Barış”ı (Voyna i Mir) yazılmasına kaynaklık etmiştir.
Tarihçisi George Woodcock?un araştırmalarına göre; Tolstoy, 1862 yılında yaptığı Avrupa yolculuğunda, bir kitabını okuduğu Pierre Joseph Proudhon?la tanışır. Tarihçisi George Woodcock, Proudhon?un “Savaş ve Barış” adlı incelemesini okuduktan sonra yazdığı “Savaş ve Barış” adlı en tanınmış romanında Tolstoy?un, Proudhon?dan yalnızca kitabının adını almakla kalmadığını savaşın ve militarizmin toplumsal kökenleri konusunda da anlaştığını belirtir.

Savaş ve kültürel işgal – Asuman Kafaoğlu
(06/08/2010 tarihli Radikal Kitap Eki)

Çocukluk evimin kitaplığında eski bir cilt Harp ve Sulh dururdu, sanırım üç yüz ilâ dört yüz sayfa kalınlığında bir kitaptı. Romanı okuduğumda kaç yaşındaydım hatırlamıyorum ama kitabı özgün iki bin sayfalık haliyle görmüş olsam mutlaka başlamaya korkardım. Şimdi yıllar sonra, yeni ve eksiksiz baskısıyla Savaş ve Barış?ı sanki ilk kez okuyorum. İlk karşılaşma, ilk heyecan sararak okumanın ayrı bir tadı olduğunu da görüyorum.
Edebiyat tarihini savaş üzerine yazılmış dev bir başyapıtla başlatırız. Homeros?un İlyada?sı çağlar boyunca her dönemin yazarını etkilemiş bir destandır. Tolstoy da ünlü destana çok kere göndermeler yapar, bu yüzden iki dev yapıtın savaşa bakışlarındaki benzerlikler ve farklılıklar ilk dikkat çeken şeylerin başında gelir. Tolstoy da göndermeleri belirli kılmak için romanın ilk sayfalarına ortaya Güzel Elen karakterini koyar. İlk detaylı betimlemelerden biri güzel Elen?e aittir, nasıl bir kadın olduğu tam anlaşılmasa da, davetin en göz alıcı genç kadınlarından biridir.
İlyada?da kadınlar ve onların etrafında gelişen ev hayatı, barışı simgeler. Hektor bir an önce karısı ve çocuğuna dönmek ister, onu sevdiklerinden uzak bıraktığı için savaşı lanetler. Çarpışmaya dönmeden önce eve geldiğinde annesi ve karısından ordusunun kurtulması için dua etmelerini ister. Hektor savaşırken de karısını anar, atlarını sürerken, atlara hatırlatır güzel karısını, onlara nasıl iyi baktığını, nasıl yem verip onları eğittiğini anlatır, atlar da sanki bu güzel sözlerle hatırlar Andromakhe?yi ve daha canlı koşar. Savaş ve Barış?ın kadınları Andromakhe gibi değildir. Savaş da İlyada?daki gibi lanetlenen bir baş belası değildir. Prens Andrey savaşa biraz da karısının dırdırından, sosyetik çevrenin boş dedikodularından, yüzeysel ilişkilerden kurtulmak için gitmek ister. Bir erkek ancak savaş meydanında bir erkek gibi davranır, diğer zamanlarda aşırı kadınsılaşmış bir dünya içinde hapsolur. Hektor?un özlem duyduğu kadınların yanındaki barış, Prens Andrey için kadınlarla savaşmaktansa ordu içinde savaşmak şeklinde değişir. Prens Andrey dostu Piyer?e ?asla, asla evlenme dostum? dedikten sonra bunu şöyle gerekçelendirir: ?Bonaparte diyorsun, ama Bonaparte çalıştığı, adım adım amacına yürüdüğü zaman özgürdü. Amacından başka bir şeyi yoktu da başarılı oldu. Ama kendini bir kadına bağladın mı, prangaya vurulmuş bir kürek mahkûmu gibi bütün özgürlüğünü yitirirsin, her şey, umudundan, gücünden ne kalmışsa hepsi, sana yük olmaktan, acı vermekten başka bir şeye yaramaz. Salon dedikoduları, balolar, gösteriş, bayağılık; işte içinden çıkamadığım kısırdöngü. Ben şimdi savaşa gidiyorum. Şimdiye kadar çıkmış en büyük savaşa gidiyorum.? Başka bir bölümde, Prens Andrey?in babası da savaşmanın kadının yanında oturmaktan daha iyi olduğunu dile getirir. İlyada?nın kadınları sığınılacak kadınlarken, Savaş ve Barış?ın kadınları kaçılan kadınlardır. Yanlarında huzur ve barış bulunan kadınlar değildir. Bu durumda doğal olarak savaş lanetlenmez, erkekliğin gereği olarak görülür. Tolstoy savaş meydanını anlatırken kaderci davranmaz, tüm romana yansıyan gerçekçi anlatı özellikle savaş sahnelerinde okuru çarpacak derecede güçlüdür. Hayatın tüm rastlantıları, belirsizlikleri, hayatın kendisinde olduğu gibi kararsızlıklarla dolu, şansa bırakılmış yaşanır. Bu romanda en dikkat çeken ve belki de en şaşırtan şeylerin başında, savaşta kazanılan bazı zaferlerin rastlantısal olmasıdır.

Kültürel işgal
Savaş ve Barış, Fransızca diyaloglarla başlar. Sanki Fransız ordusunun Rusya işgalinden çok daha önce kültürel işgal başlamıştır. Romanın kahramanları, biri dışında, soylu ve/veya zenginlerden oluşur. Hemen hepsi kendi kültüründen uzak, gösteriş için Fransızca yazan ve konuşan, Batılılaşma heveslisi insanlardır. Romanın girişindeki bölüm bu açıdan çok önemlidir, Batı hayranı yüksek sosyete Fransızca konuşur, hatta Napoléon?u över, ülkenin içinde olduğu durumdan neredeyse kimsenin haberi yoktur, savaş eşiğindeki Rusya?nın soylu kesimi hayatın gerçeklerinden çok uzakta, günlük dedikodular ve kişisel çıkarlar peşinde sohbet eder. Napoléon?a dair zihinler karışıktır, bazıları komutanlığını överken diğerleri bir teğmenin imparatorluğa yükselmiş olmasını yadırgar. Bu sohbetlerde gerçek bilgi yoktur. Hatta gerçek yaşanmışlık bile yoktur, anlatılanların büyük çoğunluğu kulaktan dolma dedikodulardır. Bunların arasında sıkılan birkaç kişi de yok değildir. Prens Andrey bu boş ve yüzeysel konuşmalardan sıkıldığını çok belli eder. İlerleyen bölümlerde Nikolay Rostov Batılılaşma karşıtı bir duruş sergiler: Tarımda Avrupa?nın kullandığı teknikler yerine geleneksel Rus köylüsünün erdemlerinden yararlanmayı tercih eder.
Tüm roman boyunca çok az bölümde adı geçen, buna rağmen Savaş ve Barış?ın en önemli karakterlerinden biri Platon Karataev adında bir köylüdür. Platon, edebiyat tarihinde de sık örnek verilen önemli bir karakter olarak görülür. Adını aldığı filozof gibi, erdem sahibi, derin bir kişiliktir. Tolstoy ve Dostoyevski?nin neredeyse her romanında sıradan Rus köylüsünün erdemi bir karakter üzerinden gösterilir. Her iki yazar kendi kültürünü ezen ve yok sayan yönetimlere karşı tepkili duruşlarıyla bilinirler. Tolstoy, Savaş ve Barış?ta Fransızların başarısız Moskova işgalini bir kültürel işgal şeklinde anlatır. Avrupa, kültürü ve yaşam biçimiyle saldırı halindedir. Aslında tehdit hem dışarıdan hem de içerden gelmektedir. Yönetici kadrolar, varlıklı toprak sahipleri, soylular, güç sahibi insanların hepsi çürümüş bir düzen içinde yaşamakta oldukları için, Rusya?yı tehdit eden tek unsur Napoléon?un saldırısı değildir. Fransa?da eğitim görmüş, anadili Rusçayı bilmeyen Prens buna iyi örnektir. Ayrıca romanın önemli kahramanlarından biri Piyer, adının Fransızca şeklini kullanır. Bunlar kendilerine yabancılaşmış ve toplumsal değerlerden uzak dönemin Rus insanını çok güzel anlatır.

Aşk ve evlilik
Savaş ve Barış?ın sıklıkla işlenen motiflerinden biri aşkın gizemidir. 1805-1820 yılları arasını anlatan romanda, bebeğiyle oynayan bir çocuk olarak tanıdığımız Nataşa, ilerleyen seneler içinde olgunlaşır. Birlikte olduğu, sevdiği erkeklerden çok şey öğrenir, acı çeker. Yaptığı hataların bedelini ağır öder fakat asla ikiyüzlülük etmez, bu sayede adeta gelişmesine, kişiliğini bulmasına tanık oluruz. Aşkın uçucu gerçekliğini en iyi Nataşa karakterinde anlarız. Savaş ve Barış, geniş bir zaman dilimini anlattığı için çoğu genç karakterin gelişimi söz konusudur. Hayatını hangi yönde sürdüreceğine bir türlü karar veremeyen Piyer de önce yanlış dostlar arasında sonra da yanlış evlilik kıskacında bir türlü kendini bulamaz. Sonunda en önemli yol göstericisi Platon olur. Ne gizli tarikatlar, ne de politika aradığı değildir, sonunda kendini mutlu bir evlilik içinde gelişmiş olarak bulur.
Savaş ve Barış kahramanları kendilerini bulduklarında ve mutlu yaşam sürmeye başladıklarında, büyük bir aile çevresinde, toprağa yakın, sosyeteden uzaktadır. Romanın sonunda mutluluğu bulan ve hak eden iki çift, Rus hayat tarzının olabilirliğini gösterir. Gençlikleri boyunca hayatlarını başkalarının yönetmesine izin veren bu insanlar, sonunda kültürleri ve kişilikleri içinde mutluluğu bulurlar. Savaş ve Barış boyunca tekrarlanan ve en önem verilen tema kuşkusuz hayatın anlamını bulmaktır. Nataşa hayatın anlamını olgunlaşarak bulur. Nikolas aile gururunu koruyarak, Piyer ise geleneksel erdem içinde bulur anlamı. Savaş kazanmak da buna göre amaç değil, araç olur.

21. yüzyıl okuru ve klasikler
Henry James Trajik Esin Perisi adlı kitabının önsözünde Savaş ve Barış hakkında keskin bir yargı koyar ortaya. ?Bu denli kocaman, gevşek bir canavar roman nasıl olur da içinde barındırdığı garip rastlantısal ve gelişigüzel özelliklerle bir sanatsal anlam taşıyabilir?? diye sorar. Savaş ve Barış?ın organik ve ekonomik olmadığından söz eder; bu romanı anlamak için yazarın ne yazdığını ayrıca anlatması gerekir, der. Henry James?in bu görüşüne katılmayanlar katılanlardan daha kalabalıktır kuşkusuz, yine de 1900?lerin başında yazılmış bu sözler, bugünün okuru açısından Savaş ve Barış?ın nasıl görüneceğini de düşünmeye iter. On dokuzuncu yüzyıl okuru için bu dev romanlar, haftalarca dalıp gideceği bir hayal dünyası anlamına geliyordu; yirminci yüzyılda -ve bugün- ise, zamana karşı yaşayan, vaktin en büyük değer olduğunu düşünen, iki bin sayfalık bir romanın içine gömülecek zamanı hak etmediğini düşünen bir nesil için, Savaş ve Barış ne anlama gelebilir? Nasıl okunabilir? Bu konuda söylenebilecek tek şey, bunun gibi dev klasiklerin yaşamı değiştirme gücü taşıdıkları olabilir. Savaş ve Barış?ı okumadan önce ile okuduktan sonra, insan aynı değildir! Savaş ve Barış?ı özellikle bu çeviriden okumanın ayrı bir güzelliği var, hem çeviriye Nazım Hikmet?in elinin değmiş olması, hem de Tolstoy?un önsözleri eşsiz bir değer katıyor.

Roman ve Lev Tolstoy hakkında yazılanlar
“Okurken -hiç abartmıyorum-kahramanlarının etleriyle, kemikleriyle yanınızda hissedersiniz… Sahte bir alçakgönüllülük göstermek istemiyorum. Bu eser, İlyada gibi bir şeydir.”
Maksim Gorki

“Hayatın, zamanın Rusya’sının, tarihin, sınıf kavgalarının olağan üstü bir tablosu; insana insanlığa ait ne varsa; insanın mutluluğunun ve büyüklüğünün; felaketinin ve küçüklüğünün mükemmel bir tanımı nedir? Derseniz cevabı şudur: “Savaş ve Barış”
Strakof

?Her akşam kalkıp “Savaş ve Barış”ı okuyorum. İnsan öyle bir merak ve öyle saf bir heyecanla okuyor ki, sanki daha önce hiçbir şey okumamışız gibi geliyor. Harikulâde güzel.?
Anton Çehov

?Bana Tolstoy?un “Savaş ve Barış”ını okuma fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ederim. Birinci sınıf! Ne sanatçı ve ne psikolog! İlk iki kısım kusursuz, ama üçüncü yokuş aşağı gidiyor… Bazı kısımlar ise Shakespeare düzeyinde. Okurken zevkten gözlerimden yaşlar aktığını hissettim, üstelik bu çok da uzun sürdü. Evet, güçlü. Çok güçlü!?
Flaubert (kendisine romanın Fransızcasını yollayan Turgenyev?e yazdığı mektuptan)

?Tolstoy?un “Savaş ve Barış”ı son bin yılda yazılan en büyük on edebiyat eserinden biridir. Bütün 19. yüzyıl romanları içerisinde Tolstoy?un Napolyon?un Rusya?yı işgalini anlatan panoraması, hacmi, insan anlayışı, kahramanlarının soluğu ve tarih üzerine düşüncelerinin akışı bakımından en büyüğüdür. Resmin büyüklüğüne rağmen bireysel fırça darbeleri de her zaman kesin, doğru ve vecizdir.?
John Updike

Kitabın Künyesi
Savaş ve Barış
Lev Tolstoy
Çeviren: Zeki Baştımar
Can Yayınları
2010
1712 sayfa

Tanıtım Yazısı
“Savaş ve Barış”, ?klasik? dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Na¬poléon?un Rusya?yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir Rusya panoraması. 1800?lerin ortalarında Rusya?nın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar, kentlerde, köy ve kasabalarda, büyük çiftliklerde sürdürülen hayat, dönemin önde gelen kişilikleri, saray yaşamı, özellikle üst sınıf ustaca çiziliyor.

Tolstoy, 1. cildin girişinde yer verilen önsözünde “Savaş ve Barış”ı yazarken hissettiklerini, yaptığı zorlu çalışmaları ve romanın geçirdiği aşamaları anlatıyor. Bu metinler, özellikle bu dev romana daha yakından, yazarının gözünden bakma fırsatı verdiği için çok önemli. Elinizdeki çeviri, “Savaş ve Barış”ın Zeki Baştımar tarafından 1943-49 yılları arasında yapılan eksiksiz çevirisi. Metne, bugün için eskimiş ve anlaşılması güçleşmiş sözcüklerin yenileştirilmesi dışında dokunulmadı.

Lev Tolstoy?un Yaşam öyküsü

Kont Lev Nikolayevic Tolstoy 28 ağustos 1828’de Tulainde Yasnaya Polyana’da doğdu. Annesini küçük yaşta kaybetti. Babası ve kardeşleriyle yaşadığı aile topraklarında Rus kırsal yaşamını erkenden tanımış oldu. On beş yaşında Voltaire’i ve üstünde kalıcı bir etki bırakacak olan Rousseau’yu okudu. 1847’de üniversiteden ayrılarak köylülerine yararlı olmak amacıyla dönüp, Yasnaya Polayana’ya yerleşti.Genç Tolstoy, dört yıl süren acılardan ve yaşamın anlamını sorgulamalardan sonra 1851’de yaşadıklarından tatmin olmayarak Kafkasya’ya gidip topçu teğmeni oldu. Edebiyat çalışmalarına da gerçek anlamda burada başladı. O dönemde Kafkasya bir eğitim ocağı ve aralarında Lermontov’un da bulunduğu pek çok Rus yazarı için esin kaynağıydı. Zaten Tolstoy’un gençlik hikâyeleriyle (özellikle savaş sahneleri) Lermontov’un üslubu arasında bir yakınlık sezilebilir. Dağıstan ve Çeçenistan’ın Rus Çarlığı’na bağlanması üzerine yerli halkın gösterdiği tepkileri, Tolstoy “Kazaklar” adlı hikâyesinde anlatır. Kırım Savaşı sırasında Sivastopol’da bölük komutanı olarak, kuşatılmış şehrin en tehlikeli kesiminde bulundu ve yaşadıklarını “Sivastopol” adlı eserinde anlattı. Tolstoy bu eserinde yeniden savaş temasını ele alır. Onun savaş sahnelerini, roman kişilerinin algılarına dayanarak anlatması ve bütün bir savaş mekanizmasını ahlakın prizmasından geçirmesi büyük bir yeniliktir.

Tolstoy’un yayımlanan ilk kitabı “Çocukluk”un ne Kafkasya’yla ne de Kırım’la ilgisi vardır. Tolstoy bu kitapta çocukluk anılarına geri döner, Yasnaya Polyana’daki yaşamdan sahneler canlandırır. Bu hikayeyi gönderdiği Sovremennik dergisinin yönetmeni şair Nekrasov, derhal yayımlamaya karar verir. Böylece ilk hikâyesinin yayımlanmasından sonra, peş peşe çıkan “İlk Gençlik” (1854) ve “Gençlik” (1857) ile Tolstoy, dönemin en tanınmış yazarları arasında yer alır. Nekrasov, Turgenyev’e şöyle der; “işte yeni bir yetenek, hem de kesin görünen bir yetenek.”

Bu üçleme içinde geçmiş yıllara duyulan özlemden, çocukluğun masumiyetinden, dünyayı keşfedişteki tazelikten çok daha fazlasını barındırır. Tolstoy’un gelecekteki eserlerinin taşıyacağı bütün özgünlüğü, özellikle de özeleştiriye olan eğilimini tohum halinde içerir. Delikanlılığında daima doğru hareket etmek amacıyla entelektüel ve moral yeteneklerinin gelişmesi için bir program hazırlamayı tasarlar. On dokuz yaşından başlayarak en küçük eylem ve düşüncelerini didik didik edip eleştirdiği bir günlük (tüm yaşamı boyunca sürecek ve binlerce sayfa olacak) tutar. Tolstoy’un gelişim çizgisini defalarca saptıracak derin krizlere karşın, onun kişisel ütopyası çok erken oluşur. Bu sayede bireyin manevi mükemmelliğinin kötülük ve yalanla daha iyi baş edebileceği, çünkü bu konuda toplumsal reformların bile yetersiz kalacağı, toplumun insanı yozlaştırdığı şeklindedir. 1856’da bu aykırı düşünceyi sonuna kadar götürerek, “sanat sanat içindir” görüşünü savunan bir grup kuramcıyla yakınlık kurdu. Ertesi yıl, İsviçre’yi, Fransa’yı, Almanya’yı dolaştı ve bu arada “İki Süvari Subayı” ve “Üç Ölüm”ü yazdı. Rusya ile karşılaştırıldığında Batı Avrupa’da egemen olan toplumsal özgürlük onu adeta çarptı, ama çok geçmeden madalyonun öteki yüzünü, ilerlemenin olumsuz yanlarını da fark etti. Yasnaya Polyana’ya dönüşü, kölelerin özgürleştirilmelerinden hemen önceye rastlar.

Tolstoy, “Toprak Ağasının Sabahı” (1856) adlı hikâyesinde genç prens Nehliyudov’un kişiliğine kendi yaşamından pek çok ayrıntı yükler. Tıpkı yazar gibi, genç prens de üniversiteyi terk eder. Yaz tatilini geçirmeye gittiği kırdaki malikânesinde, oraya yerleşip, köylülerin yaşamını değiştirmeye karar verir. Ama iyi bir toprak sahibiyle köylüler arasında uçurum vardır. Tolstoy burada kır hakkındaki derin bilgisini gösterir.

1853’ten 1863’e kadar, on yıl boyunca şiirsel eserlerinden biri olan “Kazaklar” üzerinde çalıştı. Olenin adında soylu bir delikanlı, sürdüğü yaşamdan son derece bezmiş olarak, 1851 ilkbaharında Kafkasya’ya gider. Tolstoy burada Doğu’yu konu alan edebiyatın büyük çoğunlukla bulandığı egzotizmin tersine, neredeyse etnografik bir ayrıntı zenginliğiyle bir Kazak köyündeki yaşamı aktarır. Yazara çok benzeyen, kendisini büyüleyen bu dünyaya karışmayı başaramayan ve ayrılık zamanının gelip çattığını hisseden Olenin’le Tolstoy bir huzursuz kişilikler topluluğunun ilk halkasını oluşturur.Tolstoy, 1859’da bir bunalımın eşiğindedir. İyilik yapabilme olanağına kavuşacağına inandığı huzurlu kır yaşamına olan özlemini dile getirmeye çalıştığı, alaycı başlığıyla “Aile Mutluluğu”nun yayımlanması, aslında cesaretini kırmıştır. 9 Ekim tarihli yazısında şunları itiraf eder: “Artık bir yazar olarak hiçbir değerim yok. Yazmıyorum, “Aile Mutluluğu”ndan beri hiçbir şey yazmadım ve sanırım yazamayacağım da.”

Böylece, 1859’dan 1862’ye kadar tüm zamanını Yasnaya Polyana’lı köy çocukları için okul kurmakla geçirdi. Bu arada Yasnaya Polyana adlı pedagojik bir dergi çıkartmaya başladı. Tolstoy, köylü reformları yılları süresince sulh yargıçlığı yaptı ve pek çok anlaşmazlıkta köylülerle soylular arasında arabuluculuk görevini üstlendi.
1862’de Sofya Andreyevna Bers’le evlendi ve üç çocuğu oldu. Düğününden önce, aşklarla dolu geçmişini bilmesi için geline günlüğü okutması bu evliliği tehlikeye soktu. Daha sonra Sofya Andreyevna’da Tolstoy’un önerisi üzerine, neredeyse sadece onunla ilişkilerine adanmış bir günlük tuttu. Eşler günlüklerini birbirlerine okuttular, hatta Tolstoy eşinin defterine notlar düştü. Sofya Andreyevna’nın, Tolstoy’un kitaplarının sansürce yasaklanması üzerine, bizzat Moskova’ya çarın huzuruna çıkacak kadar ailesine bağlılığını gösterdiği mutlu bir evliliğe karşın, Tolstoy kendi dünya görüşüyle çelişen aile yaşamından soğudu. 1863’te on yıl sürecek olan “Savaş ve Barış”ı yazmaya başladı. Bu anıt eser, yazarın Sivastopol Savaşı’nda Rus birliklerinin uğradığı bozguna, bu birliklerin aptalca yok oluşuna tanık olduğu bir dönemde tasarlanmıştı. Elbette bu dönemin seçilmesinde, tarihten öç alma, Rusya’ya bir bozgun yerine zafer sunma isteğinin yattığı gözden kaçmamaktadır. Tolstoy, Napolyon’a karşı yapılan savaşın, halk içinde bulduğu desteği göstermek isterken, bu savaş hakkında, zaman zaman tanıklıklarla bile çelişen yeni bir değerlendirmeyi kabul ettirmeyi başarır.

Tolstoy bu kitabına başladığında, 1856’da geçen, Sibirya’ya sürülen Dekabristlerin dönüşünü konu alan bir hikâye yazmayı düşünüyordu. Ama başlangıçtaki tasarısından vazgeçerek sadece kahramanın yaşamında bir dönüm noktası olan olayı değil (1825 ayaklanması) 1812 anavatan savaşıyla aynı döneme rastlayan gençlik yıllarını da anlatmaya karar verir. Tolstoy hikâyesine bir bozgunu anlatmakla başlamayı tercih etti; romandaki olaylar 1805’te başlıyordu.

“Savaş ve Barış” alışılmış sınırlandırmaların dışında kalan bir eserdir. Ne psikolojik, ne de tarihi bir romandır, ne sosyal bir kronik ne de üst sınıfların yaşamının sergilenmesidir; hepsinden bir şeyler vardır. Yayımlandığında çok çeşitli tepkilere neden oldu. Gerçekleri çarpıtmakla suçlandı, Çar Aleksander bile Tolstoy’un her şeyi birbirine karıştırdığını söyledi. Tolstoy’un yurtseverlik ve kahramanlık anlayışına tepki gösteren savaş gazileri romanı kınadılar. Tolstoy’un romanın biçimine hâkim olamadığını ileri sürdüler.

Bu arada ilericiler, kadının bağımsızlığı yolundaki düşüncelere karşı çıkışı veya geçmişe olan bağlılığı yüzünden onu şiddetle eleştirdiler. Yazar, “Savaş ve Barış” ta halk fikrine, “Anna Karenina”da (1877) aile fikrine önem verdiğini söyler. Bu “Savaş ve Barış” ta aile fikrine yer verilmediği veya “Anna Karenina”nın sorunsalının sadece aile içinden kaynaklandığı anlamına gelmez. İki roman arasında on yıllık bir zaman farkı vardır; ne Tolstoy aynı Tolstoy’dur, ne de Rusya aynı Rusya’dır. Yazar romanda ilerledikçe, başlangıçtaki kendini mahva sürükleyen evli bir kadın fikri, genişleyip derinleşir. Burada Tolstoy’ a en yakın kişilik Constantin Levin’dir. Tolstoy’da onun gibi köylüleriyle ekin biçecektir, üstelik Levin’in arazisi de Yasnaya Polayana’ya çok benzemektedir. İki kahraman (Anna ve Levin) neredeyse hiç karşılaşmazlar, birbirlerine paralel mekânlarda yaşarlar. Bu da eleştirmenlerin Tolstoy’u konuyu inşa etmede yetersizlikle suçlamasına yol açmıştır. Tolstoy bu eleştirileri şöyle yanıtlar: “Tam tersine eserimin mimarisinden gurur duyuyorum, tonozlar öylesine kavuşuyorlar ki, şatonun nerede olduğu bile görülemiyor.”

Tolstoy, 1880’de yeniden büyük bir ruhsal bunalıma yakalandı ve bunu, “İtiraflarım” (1882) adlı hikâyesinde şöyle anlattı: “Çevremizdeki yaşamla ilişkimi tamamen kestim.” Toprağı işlemeye başladı, malını mülkünü dağıttı, dünyanın değişmesinin bireysel kol emeğiyle gerçekleşebileceğine inandı, şiddete karşı çıkıp, barışı savundu ve Yasnaya Polyana’dan hiç ayrılmadı. Bu dönemde yazdıklarında gerçeği arayış en ön plandadır: “Efendi ile Uşak”, “Karanlığın Kudreti”, “Sanat Nedir?”, pek çok halk masalı, felsefi ve ahlaki eserler, “Neye İnanıyorum”, “Dogmatik İlahiyatın İncelenmesi”, “Kilise ve Devlet”, “Tanrının Ülkesi Senin İçindedir”, “İvan İlyiç’in Ölümü” â?¦ Bu dizinin en başarılı hikâyesi kuşkusuz “İvan İlyiç’in Ölümü”dür. Kahraman bir memurdur, hep herkes gibi yaşamayı isteyen bir adamdır. Ancak ölüm döşeğinde hayatının ne kadar boş geçtiğini anlar. Tolstoy büyün hayatının, işinin, ailesinin bir aldatmacadan başka bir şey olmadığını gören bir insanın manevi acılarını sergiler.Tolstoy, “Kröyçer Sonat” ta (1889) evliliğin gerçek duyguların taklidinden başka bir şey olmadığı sıradan bir ailenin dramını ele alır. Pozdnyçev’le karısın arasında körü körüne bir cinsellikten başak hiçbir bağ yoktur. Pozdnyçev’in kıskançlığı onu cinayete sürükler; karısını öldürür. Tolstoy’un o dönemde geliştirdiği ve dünyadan el etek çekmeyi, bedeni reddi hatta bedenden nefreti savunan cinsellikle ilgili kuramların, çelişki ve sınırlarını görüyoruz. “Şeytan ve Serge Baba” adlı hikâyelerde de aynı tema sürer.

Tolstoy, 1890’ların başında dünyaya yeni bakışını dile getirme ihtiyacını duydu ve uzun yıllar “Diriliş” adlı eseri üstünde çalıştı. Kitap dokuz yıl sonra, 1899’da yayımlandı. Burada ana konu, soylu sınıftan Nehliyudov tarafından baştan çıkarılıp terk edilen Katyuşa Moslova adlı yoksul bir genç kızın yaşadıklarıdır. Katyuşa’ya mahkemede rastlayan (kız hırsızlık ve cinayetle suçlanmaktadır) Nehliyudov hayatını alt üst edecek bir sarsıntı geçirir. Romanın ilk sürümünde Nehliyudov, Katyuşa’yla evlenir. Son ve yayımlanan biçimindeyse, her iki kahramanda kendi kurtuluşlarının arayışı içindedirler; Katyuşa sürgündeki bir devrimci ile yakınlık kurarken, Nehliyudov kendini İncil okumaya verir. Buna rağmen, 24 Şubat 1901’de Yüksek Kilise Meclisi Tolstoy’u sapkınlık ve ateizmle suçlayarak aforoz etmiştir.

1912’de ölümünden sonra yayımlanan ve son eserlerinden biri olan “Hacı Murat”ta, Tolstoy, Kafkasya anılarına geri döner.

Gerçeği arayışı, yaşamının sonunda onu evinden ve karısından kaçmaya ve Kafkasya’ya gitme niyetiyle trene atlama niyetine sürükledi. Ama çok hastalandı ve kırsal kesimde bir tren istasyonunda, Astapovo’da 7 Kasım 1910’da öldü. Cenaze töreni, ülkenin dört bir yanından gelen on binlerce insanın bir araya geldiği ulusal bir gösteriye dönüştü.
Tolstoy sadece yazar olarak değil, düşünür olarak da insanları derinden etkilemiştir. Onun ilkesine göre yaşamak için Tolstoy’cu topluluklar oluştu.

Tolstoyculuk
Tolstoy, yaşamı boyunca birçok manevi bunalım geçirmişti. 1859-1960?taki bunalımdan sonra, 1869?da “Arzamas gecesi” bunalımını geçirdi ve küçük bir taşra köyünde şiddetli bir boğuntuya kapıldı. Her seferinde, kahramanı Levin gibi, toplumsal ya da eğitsel (köylülerin eğitilmesi) etkinliğini daha yoğunlaştırarak bunalımdan sıyrılmaya yöneldi. 1880 yıllarında düştüğü bunalımsa çok daha derinlere iniyordu. Tolstoy, çevresindeki uygarlığı ve özellikle kentlerdeki uygarlığı (Tak çuto je nam dela t? [O Halde Ne Yapmalıyız?, 1886]; Çağımızın Köleliği, 1900), insanoğlunun yapay bir icadı olan sanatı (Çto tako-ye iskusstvo? [Sanat Nedir?, 1898]), baskıyı, vb?ni reddetti. Öte yandan, Kilise?ye saldırdı. İncil?i incelemesi sonunda, Hıristiyanlığın tek buyruğunun, sevgi olduğu sonucuna vardı. Bundan ötürü, gerçek Hıristiyanın, kötülüğe karşı şiddetle, yani sevgisizlikle direnç göstermemesi gerektiğini ileri sürdü. Tolstoy, bu yasaya uygun yaşamayan herkesi ve özellikle okumuşlar sınıfını suçladı (Ispoved [İtiraf, 1884]; V Çyom Moya Vera [İnanım Nedir?, 1884]). Çağında birçok inşam etkileyen ve hem Kilise?nin hem de devletin karşı çıkmasına neden olan köktenci öğreti “tolstoyculuk”un özü, işte buydu.
Öteki yapıtları, Tolstoyculuğun çeşitli yanlarını ortaya koyar. Ölüm anında ansızın kavranan yalınkat yaşam konusu, yoğunluğu ve saydamlığıyla dikkati çeken iki öyküde (İvan İlyiç ?in Ölümü [Smert İvana İlyiça, 1886]; Usta ve İşçi [Hozyain i rabotnik, 1895]); cinsel içgüdüye karşı girişilen bedensel nazlardan kaçınma mücadelesi konusu da Kröyçer Sonat ?ta (Kreytserova Sonata, 1888) ele alınır. Karanlıkların Kudreti (Vlast Tmiy, 1886) karamsar bir köylü dramıdır. Bir haksızlığın ve günahkâr bir ruhun, bunların ceremesini ödeyip kurtulmasıysa, Tolstoy?un son büyük romanının, yani Diriliş?in (Voskreseniye, 1899) konusudur. Bu romanın yapısı, daha önceki büyük yapıtlarının gücünü sağlayan yapıdan farklıdır.

BAŞLICA ESERLERİ
Çocukluk (Destvo, 1852)
Ilk Gençlik (Otroçestvo, 1854)
Toprak Ağasının Sabahı
(Utropomeşçika, 1856)
Gençlik (Yunost, 1857)
Aile Mutluluğu
(Semeynoye Sçastye, 1859)
Kazaklar (Kazaki, 1863)
Sivastopol
(Sevastopolskiye Rasskazi, 1868)
Savaş ve Barış (Voyna i Mir, 1873)
Anna Karenina (1878)
Ivan Ilyiç?in Ölümü
(Smert Ivana Iliça, 1886)
Kröyçer Sonat
(Kreytserova Sonata, 1889)
“Şeytan” (1890)
Serge Baba (Otets Sergi, 1898)
Diriliş (Voskreseniye, 1899)
Hacı Murat (Hadjii Murat, 1912)

*Dekabristler
1812, Çarlık ordularının Fransa?yı yendiği yıldı. Milyonlarca köylü, hala ağır sıkıntı ve baskı altındaydı. Avrupa?yı gören Rus subayları, ülkelerinin devlet düzeninin, sosyal yaşamlarının ve kurumlarının ne kadar geride olduklarını görmüşlerdi. Çarlığın boyunduruğu altındaki halkın büyük bir bölümünü oluşturan köylülerin toprak serfliğini sürdürüyor olması, subaylar için çok rahatsız edici bir gerçekti. I Aleksandr?ın baskıcı ve militarist rejiminden bunalan aydınlar ve genç subaylar gizli çevreler oluşturuyordu. Çarlığın yerini alacak iki model tartışılıyordu: 1) Meşruti bir monarşi 2) Federasyona dayanan bir cumhuriyet. Aleksandr öldükten sonra I. Nikola tahta geçeceği gün (14 Aralık 1825) Rusya tarihinde bir Çara karşı düzenlenmiş ilk silahlı ayaklanma gerçekleşti. Ancak ayaklanmanın liderlerinin kararsızlık ve tutukluğu yüzünden Çar bu birlikleri kuşattı ve ayaklanma başarısız oldu. 5 önder idam edilip teşhir edildi. Yüzlercesi de Sibirya’ya sürgüne gönderildi. Böylece Sibirya ilk siyasal mahkûmlarını kabul etmeye başladı.

Başarısız olsalar da, Dekabrist hareketi sanat ve edebiyatta demokrat yükselişin itici gücü oldu. Sonraki yıllarda Rus şiirinin gerçek kurucusu olan Puşkin?in önderlik ettiği birçok şair ve yazar tarafından estirilen entelektüel bir heyecan tüm ülkeyi saracaktı. Yüzyılın ilk çeyreğinde Lermontov?un şiirleri, Gogol?ün oyun ve öyküleri, Belinskiy?in edebiyat eleştirileri ile politik ve sosyal konulardaki makaleleri buna örnek sayılabilir.

3 yorum

  1. iyi bir yazı.Tolstoy un kitapları nın son baskılarının kapaklarını da bu yazıya eklerseniz daha etkileyici olur.sevgiler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir