Ben Özelim – Hal Niedzviecki

Dikizleme Günlüğü kitabıyla dünyada ve ülkemizde büyük yankı uyandıran Hal Niedzviecki, ilk kitabı Ben Özelim’de günümüz dünyasının yaygın kültürel ortamından aldığı güçlü destekle kendini özel, türünün tek örneği gören herkese acı bir gerçeği açıklıyor: Bireycilik yeni konformizmdir.

Self-help endüstrisinin, Hollywood filmlerinin, ana akım medyanın “Herkes bir yıldızdır” “Yapabilirsin” sloganlarıyla şişirdiği popüler kültür yelkenleri özgür ufuklara açılmak yerine derinlikten yoksun yeraltılarda, içeriksiz bloglarda, dövme ve piercing heveslilerinde, gidecek yeri olmayan patenciler çevresinde sönüp kalıyor. Küresel popüler kültür “alternatif” “düzen dışı” “marjinal” olma iddiasındaki her şeyi çabucak sarıp sarmalayarak tüketim kültürünün emrine amade hale getiriyor. İşte bu kitap günümüz dünyasındaki bu eğilimlerin izini sürerek en çarpıcı örnekleri önümüze koyuyor. Dinler gibi en kutsal alanlar gibi her şeyin nasıl gösteriye dönüştüğünü görüyoruz.
Hal Niedzviecki Ben Özelim kitabıyla dünyamız ve kendimiz hakkında düşünme biçimimizi kökten sarsacak devrimci bir çalışmaya imza atıyor.

“Hal Niedzviecki gerçekten özel biri… Günümüz kültür eleştirisi alanının en zeki, komik ve en keskin kalemi, gerçeküstü bir dünyanın ayakları yere sağlam basan bir rehberidir kendisi.”
Naomi Klein
(Tanıtım Bülteninden)

Ne yazık ki tek değiliz! – Ali Bulunmaz
(26 Ağustos 2011, http://www.cumhuriyet.com.tr)
Hal Niedzviecki (HN), önceki kitabı Dikizleme Günlüğü’nde rontçularla rontlananların evrenine girmiş ve bu çekici alanda insanların, gözetlemek ve gözetlenmek için birbiriyle nasıl yarıştığını anlatmıştı.

Günlük yaşam kültürü üzerine yoğunlaşan HN, burada kişilerin hangi şekle sokulduğuna kafa yoruyor; kendi çevresinden ve aslında bizim çevremizden de hayli çarpıcı numuneler buluyor. Ben Özelim, aynı Dikizleme Günlüğü’nde olduğu gibi yüzyılımızın başı dönen bireylerinin hayatına ayna tutma çabasında. HN’nin yeni kitabıyla bir adım daha ileri gittiğini söyleyebiliriz, çünkü bu kez konformizmin insanı eblehleştiren gücünü anlatmaya koyuluyor.

Davranış kalıplarına; toplumda ya da toplumun yarattığı eylem biçimlerine uyumlu olma, ‘değer yargılarına’ hiç sorgulamadan bağlanma ve tüm bunların meydana getirdiği düzenle barışık yaşama anlamına gelen konformizm HN’nin büyüteci altına giriyor. Yazarın burada ele aldığı şey, bireyselliğin konformizme dönüşmesi.

HN, bireysellik olgusunun sunulanın nasıl dışına çıkmamaya, sınırları aşmadan yaşamaya, kişinin tüm çıkıntılıklarından arınıp uyumlu ve uslu (tepkisiz) olmaya dönüştüğünü anlayıp anlatmaya çalışıyor.

Şöhret Simülasyonu

HN’nin ‘yeni konformizm’ olarak adlandırdığı yapı, herkesin kendini ifşa etme; kendi ‘özgüllüğünü’, sonsuz kabul edilen boşluğa yığma dürtüsüyle doğuyor. Dolayısıyla herkesin ‘ünlü’ olabilmek adına veya sadece ismini bir şekilde sayfalara yazdırmak ya da ekranda göstermek için yırtındığı bir dünya bu. Yani, popüler kültürün girdabına kapılıp gitmek gibi bir şey: Kendini satıp kendine benzeyenleri alan ve tornadan çıkmış bireysellik; HN’nin anlatmaya çalıştığı işte bu: Kendini özel sanırken aynı kanıya sahip pek çok insandan oluşan benzerler cemaatinde kavrulup gidenlerin hikâyesi.

‘Özgün ve yaratıcı ol’ sloganıyla iş gören bireysellik, gerçekte bunun arkasından dolanıp bir konformizm yaratmaktan geri durmuyor. Kişiye ‘önemli olan sensin’ diye fısıldanırken aslında bu herkese söylendiğinden anlamını yitirip çemberi genişletmekten başka herhangi bir yola sapmıyor:

‘Bir zamanlar aile, kilise ve iş rabıtasında belirlenen ortalama statümüzde görece daha mutluyduk. Şimdi daha fazlasını, daha iyisini ve hızlısını elde etmek için deli oluyoruz. Ne arıyoruz? Kendi öykümüzü kendi koşullarımıza göre inşa edebilecek ve kendimizi medya dünyasının içine atıp özel kılacak bir fırsat arayışımız giderek artıyor.’

Bu eylemlerimizin temel nedeni HN’ye göre yeni konformizmin kişiye verdiği gazla; ‘başarı, özgüven fantezisi ve bu değerlerin hikâyeleştirilmiş projeksiyonu’yla ilgili. Bir bakıma, ‘gelenekleri kırma’ heyecanıyla ortaya atılanlar, aynı çukura düşüp yeni gelenekler ve kalıplar yaratıp içinde konumlanmayı kabul ediyor. Özgün (ve aynı zamanda özgür) olduğunu zannedenlerin hemen hemen aynı şarkıları söyleyip ‘yıldız olma’ gibi bir hayali paylaşmasıyla beliren yeni konformizme katılma arzusu değil mi bu?

HN burada, popun kişiye gönderdiği iletilerin önemli olduğuna değiniyor: ‘Popun mesajı bizi, aslında güzel, ilgiye ve fark edilmeye değer olduğumuz için daha fazla kendimiz olmaya davet ediyor. Ama popüler kültür, ne bizim gerçekten neden bu kadar özel olduğumuzu ne de yenilgimizin fark edilen başarısını nasıl depolayacağımızı söylüyor (‘) Fark edilme dürtüsü sık sık karmaşıklığa ve hatta bazı açılardan üzüntüye neden oluyor. İşimizi bırakmayı, sorumluluklarımızı terk etmeyi, güne göre davranmayı ve rekor kırmayı sahiden istiyor muyuz? (‘) Çoğunlukla, göz alıcı pop yıldızlarının ‘sadece yap’ kışkırtıcılığı, hayatımızın gittikçe sıradanlaşmasına, moralimizin bozulmasına ve kendimizi değersiz hissetmemize neden oluyor. Ne aniden zenginlik statüsünü elde ediyor ne de pop yıldızı olarak tanınıyoruz ama gizemli düşlerle tatmin olmaya yöneliyoruz. Eğer işte veya sahnede başarılı bir şöhrete kavuşamazsan, hayat hikâyene hâlâ yeniden şekil verebilir, şöhret ve özel olmakla bir ilişki kurabilirsin.’

Göz açıp kapayıncaya kadar yıldız olmayı vaat eden mekanizma HN’ye göre insanlara ‘ben özelim’ dünyasının kapısını sonuna kadar açıyor. Ama işin aslı çok başka; orada yaratılan sadece bir şöhret simülasyonu. Müşterisi ve müptelası ise hayli fazla.

Adı geçen simülasyonu yaratan en belirgin şey, popüler kültürde konumlanan özsaygı endüstrisi. Telkinlerle yürüyen ve ‘kişinin özsaygıyla her şeyi yapabileceğini’ muştulayan bir sistem: ‘Özsaygı endüstrisi vurguyu sana, senin arzularına, ihtiyaçlarına, beklentilerine, özverilerine ve çok çalışma isteğine kaydırır. Bizi sadece hayatımızın kontrolünü elimize alıp ve onu değiştirmek adına yeterli olduğumuzu düşünmemiz için cesaretlendirmez, aynı zamanda hayatımıza yön veren tüm bu sistemi sorgulamaktan da vazgeçirir. Popüler başarı şansının gerçekle uzaktan alakalı bir tanıtımını göstermekte başarısız olan özsaygı mitolojisi, hataları ve engelleri içselleştirip hayal kırıklığıyla, pişmanlıklarla dolu bir hayatı kabul etmeye şartlanmayı öğretir.’

HN’nin ‘küresel monokültür’ kavramlaştırması, tüm bu anlatılanların özeti; yediklerimizi, görünüşümüzü ve düşünme şeklimizi alt üst ederek hızla yayılıyor. Yerelliği kurutan ve yeni konformizmin vaatlerini en uzak noktalara taşıyan bir istila bu.

Avanak sürüsü

Eğlencenin üretilip tüketildiği popüler kültürün süzgecinden geçen konformist bireysellik, aynı o reklam sloganındaki gibi ‘Yalnızca yap!’ (Just do it!) ilkesiyle yola çıkar. Devamında ise ‘Yapamıyorsan yoksun!’ gelir. HN’ye göre bu da bizi ‘sahte bireyselliğe’ götürür. Oluşan paradoks, ‘keskin bireysellik-sahte bireysellik’ biçiminde sivri konformizmi besleyen, sert düzenlemelerle sarmalanmış ortamı yaratır. HN, durumun sanıldığından daha ciddi olduğunu ilan eder; ‘avanak kalabalığın’ mutlu tablosunu yansıtır:

‘Kendi evimize sahibiz ve evimize, arabamıza neler olacağını kontrol edebiliyor, ayaklarımızı pahalı bir ayak kremiyle yumuşatabiliyoruz. Sahip olmadığımız, kredi kartlarıyla satın alınamayıp özel güvenlikle korunamayan tek şey, değerlerimiz, düşüncelerimiz ve ahlakımız. Bunlar, ödün verilmiş ve bugün, ahlaki vecizelerle süslü losyonların başarısıyla örneklendirilebilen, sürüye benzer bireyselliğin paradoksal yaratımıyla ele geçirilmiş değerlerdir.’

HN’nin sözünü ettiği ‘avanak kalabalığın’ üyeleri, bireyselliğini ifade etmeye çabalayan yeni gelenekçilerden kurulu. Birbiriyle tamamen aynı bu güruh, ‘bireysel kimlik tuzağını toplumsal kimlik tuzağıyla değiştiriyor.’ Toplumun gönderdiği ‘acilen birisi ol’ uyarısı gereğince tamamlanan işlem sonunda katılımcı ‘özgün’, ‘sorgulamayan’ ve ‘sürekli’ bir kimliğe bürünüyor. Buradaki mantık basit: ‘Birisi olmak, pop yıldızları gibi tanınmak ve yaltaklanılmak istiyoruz.’

İnsan, kendini özel hissetmek için pop dünyasını göreve çağırır. Pop dünyası da buna kayıtsız kalmaz. HN’ye göre bu dünya, ‘bizim özel olduğumuzu söylerken onu ifade etmek için çok az yol bırakır.’ İnsanlar bu nedenle ‘öngörülebilir bir karşılıkla uç eylemlere başvurur.’

Popüler kültür kişiyi, ‘sen’ diyerek vaazlarıyla etkiliyor; ihtiyaçları tatmin için herkese aynı muameleyi çekiyor. HN’nin belirttiği gibi söz konusu yolu ‘yaptığın mutlaka doğru, çünkü hissettiğin şekilde hareket ediyorsun’ ilkesi açıklıyor. Bunun sonucunda, bir kediye işkence yapıp o anları kayda geçiren ya da öldürüp ortalık yere bıraktığı insanların üzerine kendi adını açık açık yazan ‘özel’, daha da ötesi ‘şöhretli’ kişiler de türeyebiliyor.

HN’nin birbiriyle bağlantılı iki sorusu var: ‘Yeni konformizm çağının sahte bireyselleri, seri katil ünlüleri gerçekten muhalif olabilir mi? Bireysellik, konformizm olduysa özel olma klişesini çağrıştırmayıp popüler kültür hassasiyetinin sahte aşırılığına kaçmadan, özgün gerçek benliğimizin fikirlerini nasıl ileri sürebiliriz?’ Bir tane daha: Herkesin kendini ‘özel’ hissettiği bir ortamda ve bütün eylemlerin pop kültürü tarafından üretilip tüketildiği sistemde gerçek bireysel kimlik yitip gitmez mi?

Herkesin herkes gibi olduğu dünyada, küresel aynılığın güçlü vakumu insanları hızla içine çekiyor. Oysa, o devasa toplulukta ‘özel olma’ kaygısıyla yola çıkmadık mı? Hepimize geçmiş olsun’
(alibulunmazcumhuriyet.com.tr, http://bulunmazali81.blogspot.com)

Farklıymış gibi ama aynı – Aysel Sağır
(12/08/2011 tarihli Radikal Kitap Eki)
Hal Niedzviecki, ?Ben Özelim?de, ?özel olma? durumunun aşırı hassaslaştığı günümüzde, bunun hangi eller ve mekanizmalar tarafından biçimlendirildiği süreç ve alanlarda geziniyor. Başta Amerika olmak üzere endüstrileşmiş Batı kültürünün tüm dünyaya salgıladığı değerlerin analizinin yapıldığı çalışmada, bir veba salgınıyla karşılaşıyoruz aslında. Bu salgın, insanları fiziksel olarak yok etmese de, ruhsal dünyalarını çoraklaştırıp, içlerini boşaltıyor. Herkesin aynılaşıp, benzeri ihtiyaçlar peşinde boşuna koştuğu bir karmaşann içinden seslenen Niedzviecki, birçok araştırmaya konu olmuş, herkesin bildiği televizyon, internet teknolojisinin en son gelip dayandığı yerde duran iktidarın (uluslararası sermaye) hayatı biçimlendiriş tarzını ve araçlarını analiz ediyor. Her şeyden önemlisi de son derece yalın, dolambaçlı yollara başvurmadan onu tanımlıyor. Yaşadığımız çağa damgasını vuran, yeni bir konformizm türünün, daha doğrusu konformizmin bugünkü halinin nasıl formatlandığını takip ettiğimiz kitapta, en sonunda gelip dayandığımız yer kapitalizmin yarattığı ?bireylik? oluyor. Bireyliğin ise ?yeni bir konformizm? türü olarak eserde kalınca altının çizildiğini vurgulamakta yarar var. Adeta, Marx?ın iki yüzyıl önce tespit ettiklerini, bugünün kapitalizminin genişleterek geldiği aşamayı, yaptığı araştırmayla kanıtlıyor Niedzviecki. Zira Marx?ın temel tezlerinden biri olan ?yabancılaşma? konusu çalışmanın odak noktasını oluşturuyor.

?Hayatını yaşamak? talebi
Günümüzün bireyi yabancılaşmayı en üst noktalarda yaşadıkça, bunu üreten sistemin kendi yarattığı canavarı süsleyip, maskelediğini öğreniyoruz ilkin. Sonra da, söz konusu dertten mustarip bireylerin aynı sistemin elleri tarafından önce nasıl bin parçaya ayrıldığını görüyoruz. Bitmiyor tabii, kurnaz, pişkin bir suçlunun bu parçaları parçaladıklarını sözüm ona yapıştırıp, birleştirmeye çalışması da zincirin son halkası oluyor. Ama suçlu önce tahrik ediyor. Filmlerle, yüzlerce televizyon kanalıyla evlerin en özel yerlerine yerleşiyor. ?Geleneksel altyapılar?la birlikte daha nice şeyleri çözüp, bir kenara atıyor. Peşinden de, bütün yapıtaşlarından soyundurulmuş insanların kolaylıkla teslim olduklarının elinde yoğrulup yok edildiği bir süreç başlıyor; ?Bağış makinesi, köpekler için komünyon, ayinlerin kablolu TV yayını ve Elvis cemaati toplantısı… Bütün bunlardan sonra dinin bir şaka gibi algılanmasında şaşılacak bir şey var mı? Her yeniliğin peşinden koşturanlara yönelik giyecek mağazaları zinciri gibi, kilise ?kitsch?i de aniden moda oldu: Plastik İsa figürleri, rahibe tuzluk ve karabiberlikler, ucunda İncil, ışıklı İsa figürleri asılı anahtarlıklar ve Bakire Meryem?li kolsuz kısa bluzlar.? Her türden yaşam alternatifi imgesinin televizyon, sinema, internet gibi bir çok kanaldan insanlara aktarılmasının ardından, insanların ?hayatını yaşamak? talebi de artmaya başlıyor.
Özel olma ihtiyacının yakıcılığını alabildiğine hissettirdiği yaşadığımız yüzyılda, bu dürtüyle birlikte daha nice insani ihtiyaç ve dürtünün popüler kültür aracına dönüştürülmesiyle paketlenip, pazarlanmasıyla ilgili verilerden yola çıkmış Neidzviecki. Küresel sermayenin tam da insanla ilintilendiği noktadaki halini göstermiş demek daha doğru olur. Yeni modern ?özgür? yaşamlarla çarpıştırılan geleneksel yapılar, yalnızlık-kalabalık sorunsalı, reklam, televizyon, sinema araçlarıyla imge bombardımanı ardında kaybolan insanın kendini aramasının hikayesi de diyemiyoruz tabi ki kitap için. Zira kaybolduğunun bile farkında olmamak gibi bir algısızlık içinde yaşayan günümüz insanı söz konusu olan. Gerçek öznelerin düşünme süreçlerini eline geçirip, onun yerine düşünen görsel, işitsel, yazınsal sektörlerin yarattığı dünyacıklarda yaşamak zorunda kalan insanların asıl yitiminin ne olduğuyla ilgili fazla söz söylemeye gerek yok. Sorunun çözümümün de, nedenlerinin de son derece basit olduğunu sunduğu onlarca veri ve analizle sergiliyor kitap. Zaten yazar da son derece net tanımlamalar yaparak, bütün oyunun ?gerçek?in üzerinde döndüğünü yeterince söylüyor.

Kitabın Künyesi
Ben Özelim
Orjinal isim: Hi, I am Special!
Hal Niedzviecki
Çeviri: Sibel Erduman
Ayrıntı Yayınları / Lacivert Kitaplar Dizisi
İstanbul, Nisan 2011, 1. Basım
272 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir