Doğa?nın karar ânı

Hakan Bıçakcı yeni kitabında, metropol tekinsizliğine bu defa bir kadının gözünden bakıyor. Rekabetin, teşhirin, güzel ve mutlu görünmenin baskısını Doğa’yla resmediyor.

Her insan yaşamının bir yerinde, nasıl yaşayacağına, daha doğrusu nasıl yaşamayacağına, yani kim olacağına karar verir ve o karar ânı, beklenildiği gibi çok büyük bir olayın ardından da olmaz genellikle. Yıllarca süren terapi seanslarında bileo karar ânı bulmak mümkün olamayabilir mesela. Ama bir roman yazarı, o karar ânının nasıl bir şey olduğunu çarpıcı bir biçimde izah edebilir, Hakan Bıçakcı gibi.

Bıçakcı, son romanı ?Doğa Tarihi?nde, yaşamımıza yön veren o ilk karar ânından, tüketim toplumu içine sıkışmış Doğa adlı bir kadının tarihini yazarken etraflıca bahsediyor ki, kitle kültürünün varoluşu nasıl imkânsızlaştırdığı daha iyi anlatılamazdı herhalde.

Doğa?nın hayatını şekillendiren karar ânı, lise sonda ailesiyle birlikte tatile gittiği Londra?da gerçekleşir. Tatilin son günü, bir mağazada gezinirken hayranı olduğu müzik grubu Sepeltura?nın yeni çıkan albümüyle karşılaşır, büyük bir heyecanla albümü alacakken gözü, Türkiye?de öyle kolay kolay bulamayacağı Sepeltura tişörtüne takılır, ama yalnızca birisini alacak kadar parası vardır. ?İşte Doğa?nın geri kalan hayatını şekillendirecek karar ânı gelmişti. Albümü alırsa çok sevdiği Sepeltura?nın yepyeni şarkılarını dinleyecekti. Tişörtü alırsa herkes onun Sepeltura şarkıları dinlemeyi çok sevdiğini bilecekti. Doğa, uzun uzun düşündü. Albümü geri bırakıp tişörtü aldı. (?) Doğa, dinlemek yerine dinlediğinin bilinmesini tercih ederek saptığı yolda ağır ve tedirgin adımlarla ilerlemeye başladı. Bir anda değişmedi. Önce bir kırılma gerçekleşti. Doğa uzunca bir süre bocaladı. Üniversiteden sonra iş hayatına atılınca patinajı bırakıp hızlandı.?

Olmak ile görünmek arasında
Günümüzün belki de en önemli, sonuçları siyasetten sanata pek çok şeyi etkileyen varoluşsal dertlerinden birisini edebiyat masasına yatırmış Hakan Bıçakcı ve elindeki neştere benzeyen kalemi de çekinmeden kullanmış çünkü ironinin dozu, romanın sayfalarını çevirdikçe artıyor. Doğa?nın yaptığı tercih, şiir yazdığı için değil de şair olmak için şiir yazanlara benziyor; tıpkı tiyatro ya da sinema yapmak için değil de o unvanlar için tiyatro ve sinema yapanlarda olduğu gibi. Siyasette ya da gazetecilikte de çok sık tanık olduğumuz, esen rüzgara göre, insanları savunduğu şeylerin tam zıttını savunur hale düşüren samimiyetsizlik, kariyerist ve gösterişçi davranışlar, tam da olmak ile görünmek arasında yapılan tercihle şekilleniyor.

Doğa da, albüm yerine tişört almayı tercih ederek, yaşamını değiştiren ve onu yavaş yavaş bir felakete sürükleyen tercihler silsilesini de harekete geçirmiş oluyor. Zaten roman da, Doğa?nın aynada kendi bedenini sanki vitrindeki bir eşya gibi seyrettiği sahneyle başlıyor. “Doğa?nın Tarihi”ni okudukça, hayatımızı şekillendiren tercihlerin aslında bir tercihten çok dayatma olduğunu, kitle kültürü içinde insanın bedenini ve yaşamını kusursuzlaştırma iddiasıyla üzerine boca edilen mutluluk reçetelerinin ve tüketim nesnelerinin nasıl azar azar Doğa?nın varoluşunu bir yok oluşa doğru sürüklediğini görüyoruz. Bu sürüklenişin seyrini belirleyen şey, aslında Doğa?nın doğasındaki dirençle ilgili; onu kaygılı bir ruh hâline sokan da, yaşamını kuşatan sahteliklerin gerçekte farkında oluşu. O farkındalık, romanın ilk iki bölümünden, yani ?Eski Ayna? ve ?Yeni Ayna?dan sonra gelen ?İki Ayna Arasında? bölümünde ortaya çıkıyor. Çünkü o bölüme kadar ironik olduğu kadar gerçekçi bir anlatımla Doğa?yı aynadan seyretmiş, gündelik hayatını ve ilişkilerini tanımışken, birden gerçeküstü bir anlatımla Doğa?nın zihnine sokuyor bizi yazar, onun kâbuslarının ve kaygılarının ortasında buluyoruz kendimizi, etrafımızı birden küçük adamlar sarıyor.

Beden politikaları üzerine
Hakan Bıçakcı, “Doğa?nın Tarihi”yle, günümüz insanının mutluluk oyunu oynayan ama gerçekte mutsuz ve kaygılı içsel tarihini de yazarak, Prozac toplumu olarak da anılan, panik atak rahatsızlığı ve bastırma kaynaklı nevrozların olağanlaştığı gündelik hayatın önündeki o süslü perdeyi indirmiş oluyor. Romandaki kahramanın kadın oluşu ise, Doğa?nın aynada kendisini izlerken attığı o bakışı, yani egemen olan erkek bakışını ve beden politikalarını da sorgulatıyor. Doğa?nın katlanamadığı şeylerle birlikte etrafında çoğalan küçük adamlar, emin olun her yerdeler; onları görmüyorsanız, demek ki toplantı saatlerinden haberiniz yok…

BÜLENT USTA
Milliyet Kitap eki, 2014 Mayıs ayı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir