Sessiz bir ortamda okuyun çünkü çok gürültülü

Kitabın adına aldanmayın; gürültüden öte sesin tarihi anlatılıyor burada. Afrika?daki ?konuşan davullar?dan şehir hayatına uzanıyor hat ve arada neredeyse sesle ilgili her yere ulaşıyor.

Ansiklopediler, ?gürültü?yü iki türlü tanımlar: Ses kirliliği ve istenmeyen ses. İkisi farklı şeydir. Bülent Ortaçgil?in sessiz Bozburun?u tarif ederken ?en küçük bir ses bile sanki gökgürültüsü? dediğine bakmayın, sessiz bir ortamda gereksiz bir ?çıt?, uzaktan gelen bir motor sesi, teorik olarak gürültüdür ama bugün kullandığımız anlamda ortamı gürültülü yapmaz. Bilakis sessiz muhitlerde şehrin ne kadar gürültülü olduğunu fark edersiniz: Her gün duyduğumuz sese alışmışızdır; motor ve insan seslerinden müteşekkil ?gürültü? -ki daha ziyade kakofonidir bu- bir süre sonra rahatsız etmemeye başlar. Nitekim elimizdeki kitap şu cümleyle açılıyor: ?Kakofoniden nefret etmemiz beklenir…? Sonrasında iş farklı bir boyuta evriliyor ama.

Tuhaf sorular sorarak ilerleyeyim: Gürültü nedir, nasıl ortaya çıkmıştır? Sanayileşme öncesinde yani makine sesleri yokken gürültünün tanımı neydi? Gökgürültüsünden gayrı gürültü var mıydı? Ses, nasıl korkutucu bir hal aldı ve baskı unsuruna dönüştü? Benim gibi böyle sorulara meraklıysanız, geçtiğimiz günlerde rafta yerini alan kitap, derdinize derman. David Hendy?nin ?Gürültü: Sesin Beşeri Tarihi / Noise: A Human History of Sound and Listening? adlı kitabı bu ve Çiğdem Çidamlı tarafından Türkçeleştirilmiş.

DAVULUN SESİ
Tarih öncesinin ?ses izleri?nden bugüne gürültünün tarihini araştırıyor Hendy ve ?davulların sesi?nden ?amplifikasyon çağı?na uzanıyor. British Library ses arşivinde bulduğu bir kayıttan söz ederek giriyor lafa: 1921?de Kaptan R. Sutherland Rattay tarafından Gana?da ?balmumu silindirle yapılmış cızırtılı bir kayıt? bu. Afrika?da ağaçtan yapılan ve iki ahşap çubukla çalınan ?konuşan davullar?dan birini kaydetmiş Kaptan, Ashanti halkının sesini zaptetmek için. O zamanlarda iletişim için kullanılan bu yöntem, mesajın muhatabı taraflar için sorun çıkarmasa da çevre açısından büyük dert yaratabiliyor. Savaş çağrılarından güne vedalara, hayvan kaçırmadan yağmur duasına uzanan ritüeller dışında iletişim ve toplanma amaçlı da kullanılıyor davullar. Hendy?ye göre hem de bir kişisel temas şekli bu: Bugünün SMS?leri gibi. Gürültülünün bir temas olduğu muhakkak, fakat Hendy, gürültünün izini sürerken Minnesota?nın kuzey ormanlarındaki yaban hayatından Britanya?daki egzotik Orkney Adaları?ndaki ayinlere uzanıyor, şamanların sesle ilişkisini incelediği bölümle ilkçağdan sıyrılıyor.
?Hitabet Çağı? başlıklı ikinci bölüm, kitabın en enteresan bölümü.

İnsan sesinin nasıl gürültüye dönüşebileceğini ve kitleler üzerinde sesle nasıl baskı kurulabileceğini anlatıyor yazar. Başta aklımıza gelen tuhaf soruların çoğunun cevabı burada. Antik Yunan?daki epik öyküler (yani İlyada ve Odesa destanları) üzerinden tiyatrolara uzanıyor, sesin işlevini irdeliyor ve hitabet aslına geliyor. Sadece o çağda kaldığını düşünmeyin, Obama?nın seçimleri kazandığı gece yaptığı konuşmayı da mercek altına alıyor. Memlekete yolu düşmediği için, Başbakanın konuşmalarını görmemiş, Hendy lakin Obama didiklemesi, ?bu konuşmaları görseydi kim bilir neler yazardı?? sorusunu akla getiriyor. Son dönemde bu konuşmaların tarafımızdan gürültü ya da ?yersiz ses? olarak algılandığını düşünürsek kitabın konusunun da dışına düşmediğini fark ederiz.
Antik Roma?dan Hıristiyan geleneğine, Ortaçağ Avrupa?sından Vatikan?a, ilahilerden çanlara uzanıyor kitabın sonrası. Elbette en gürültülü etkinliklerden biri olan karnaval da giriyor kitabın görüş alanına. Karnavalın irdelendiği bölümde tanıdık bir cümle var. Elbette merceğimizi tencere – tava meselesine yaklaştırıyoruz ve Gezi sonrası yapılan protestoları ?gürültü? olarak nitelendiren, şehri karnaval alanına döndürenlere gaz sıkan başbakanı anıyoruz.

Nitekim kitapta da bu sesler ?protestoların alametifarikası? olarak nitelendiriliyor. Tam da bu noktada, karnaval – protesto bağı kuruluyor: ?Karnaval ve protesto kelimeleri birbirlerine bağlıdır. İnsanlarla beraber gürültü yapmak elbette eğlenceli olabilir. Ama tarih bize gürültünün aynı zamanda duyguları harekete geçirdiğini ve tehditkar olabileceğini gösterir. Bazen özel olarak tehdit etmeyi ?amaçlar?; bazen de sadece gürültüye maruz kalanların kulaklarını tehdit eder.? Şenlikli (ve kimilerinin yadırgadığı) devrimler, rahatsızlık veren sloganlar, ?öfkeliler?in sesi derken mevzu ?İktidar ve İsyan? başlıklı dördüncü bölüme bağlanıyor. Kölelik, isyan, devrim, savaş, bu bölümün anahtar kelimeleri.
Kitabın sonuna doğru, başta aklımıza gelen sorunun çıkış noktası giriyor devreye: Sanayi. Motorlar ve makineler, fabrikalar, bunların dünyayı ele geçirmesi, çevreyi kirletmesi ve yarattıkları tahribat bir yana, çıkardıkları ?ses? elbette kitabın ana konusu. Değişik şehirlerdeki ?gelişme?yi inceliyor yazar ve kimi zaman (Birmingham örneğinde olduğu gibi) farklı soruları akla getiriyor: ?[şehirdeki] zengin müzikal kültürün, bu endüstriyel patırtının ürünü olup olmadığı?nı merak etmek gibi… Bir noktada şu önemli tespitte bulunuyor: ?Sesler, bizi bir biçimde değiştirmeden kulağımıza ulaşmaz. Ruh hallerimizi biçimlendirir, hayatlarımızı düzenlerler.?

CAZ YAPMA!
Sesin (ve elbette gürültünün) tarihi anlatılırken, onun yarattığı tahribat ya da insana katkıları da sorgulanıyor. ?Kalbin vuruşu?ndan ?sineğin ayak sesleri?ne her türlü ses ve gürültü giriyor kitabın kapsamına. Nihayet laf müziğe de geliyor: ?Yeni Dinleme Sanatı? başlıklı bölüm, müzisyenler ve müzikal performanslar üzerinden ilerliyor. Şüphesiz gürültü dediğimiz göreli bir şey. 60?larda Anadolu?ya giden Batı müziği orkestralarına ?caz? denirmiş. ?Şehre caz geldi? ya da ?bu gece sinemada filmden önce caz var? cümleleri, bir anlamda caza gürültü muamelesi yapanların söylediği… Buradan gürültü muadili cazırtı kelimesi de türemiş. Hatta ?caz yapma? kalıbı da bu minvalde ortaya çıkmış.

Caz kelimesinin gürültüye eşdeğer sayıldığı bir memlekette bunun tarihini anlatmaya kalkmak bir anlamda abesle iştigal gibi gelebilir insana ama elimizdeki tam da bu değil esasen. Daha kestirme söyleyelim: Kitabın adına aldanmayın; gürültüden öte sesin tarihi anlatılıyor burada. Afrika?daki ?konuşan davullar?dan şehir hayatına uzanıyor hat ve arada neredeyse sesle ilgili her yere ulaşıyor. Radyo ve her yerde karşımıza çıkan müzik, kitabın sonunda yazarın ?sessizliğin peşinde? ilerlerken yaptığı hamlelere getiriyor sözü. Radyo programlarıyla yıllardır ?gürültü?nün peşinden giden David Hendy mutlak sessiz ortama ulaşabildi mi, bilmiyoruz ama siz kitabı gürültüsüz bir ortamda okuyun. Bir sürü isim, şehir ve ülke adı ile bölümleri süsleyen alıntılar, kimi zaman dikkat gerektiriyor.

MURAT MERİÇ
(14 Mayıs 2014,http://vatankitap.gazetevatan.com/)

Kitabın Künyesi
Gürültü – Sesin Beşeri Tarihi
David Hendy
Kolektif Kitap / Araştırma – İnceleme Dizisi
Yayına Hazırlayan : Evrim Öncül
Son Okuma : Ezgi Kardelen
Kapak Tasarımı : Deniz Akkol
Çeviri : Çiğdem Çıdamlı
İstanbul, 2014
320 s.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir