Teoloji – Psikanaliz Çözümleme / İnsan ? Nejdet Evren

İnsan tür olarak diğer canlılardan kendisini hep farklı görmüştür. Bir yandan diğer türleri sürekli izlemiş, taklit etmiş ve onlar gibi kitlesel çoğalmayı önemsemiş olmasına karşın… İnsan farklıydı. Üretim ilişkileri ile gelişen bir düşüncesi ve tarihsel belleği ile farklılaşmaktaydı. Bu durum onun daha üstün olduğuna değil daha yetenekli olmasına işarettir. O, bunu yanlış yorumlamıştır.
Tanrılar vardı hem gök-yüzünde hem de yer-yüzünde ve dahası yer-altında… Sayıları da çoktular ilk zamanlarda; iyilik tanrıları, kötülük tanrıları, aşk tanrıları, savaş tanrılar; teolojik düşüncesinde insan hep iyilik tanrıları ile kötülük tanrılarını savaştırmıştır; bunu yaparken kendi var-olması ile ilgili bir arayışı sürüklemiştir. İnsan denen canlı nedir? Kimdir? Kimin hizmetindedir? Kötü olarak belirlediğini nasıl yok edebilir? Bir yandan tanrılar savaşırken diğer yandan insanlar savaşımlarını sürdürmekteydiler; öyle bir zaman dilimi geçmişti ki, artık insanlar tüm savaşımlarının tanrısal bir buyruktan kaynaklandığına inanmaya başlamışlardı… Ortasında-kalmı ; ; ;ştı-çağın… Zemberek tersinden dönüyordu. Zeus?un yokluğunu kanıtlamaya çalışmak onun varlığını kanıtlamayla eşleşmeye başladı. Aydınlandığı söylendi yer-diliminin; güneş bir yerlerden doğmuş ve dünya da efendice etrafında dönmeye başlamıştı bir kere…
Aydınlanmacılar demişlerdi ki ?her doğan insan, salt bu nedenle haklara sahiptir? … Gözler bir kere kamaşmaya görsün. Yalanı bile gerçek görürler o zamanlar… Giyotinler aydınlanmacıların enselerinde çarpacaktı zamanı… Söz ve eylem örtüşmeyecek ve salt insan doğmakla hak sahibi olmak ayrışacaktı. Tanrılar gökten indirilmişti. Merkeze konulan insan olmuştu. Bir haymatlos ile tabiiyetli kişi arasında haklar açısından fark ortaya çıktığında yer-yüzü-cennetinde yeni din ortaya çıkmış sayılırdı. İnsan hala teolojiden kurtulamamış ve farklı bir yönde onun esareti altına girmişti. Teolojinin üstünlüğüne diyecek yoktu.
Bilinç maddi olguya dayanmakla kendisini teolojik düşünceden uzaklaştırmak eğilimindeydi. Bu materyalist yaklaşımın teolojiye devşirilmesi elbette kolay değildi ve bir zekayı gerektiriyordu. Freud hayranlık verecek bir zeka ile maddi bilinci bilinç-altı-na çekerek bir yandan maddeci dünya görüşünü korurken diğer yandan tersi kanıtlanamayacak bir teolojik veriyi sundu. Görüntü ?insan hakları? gibi göz kamaştırıcıydı. Yeni bir din ve onu dile getiren temsilcisi bulunmuştu. İnsanlar rahatlayabilir ve evlerine huzurla gidebilirlerdi. Bilinç-altlarında gizli olanı ne o ne diğeri ne de Freud bilmese de?!…
Bilinç-altı yeni bir dinsel doktrin olarak ortaya çıktı. Zeus ile yaratılışı açıklamak ile bilinç altına sıkıştırılan libido ile tüm üretim ilişkilerini açıklamak arasında özünde bir fark yoktur. İnsan türü göz kamaştıran olgulara oldum olası hayranlık duymuştur. Aynayı keşfetmeden önce sudaki resmine hayranlıkla bakan insan türü bundan o kadar etkilenmiştir ki, tersini gösterse de aynalara hayran kalmış ve onun çarpıklığına teslim olmuştur. ?tüm insanlar saçlarını ayna karşısında düzeltirler!?-
Bilinç-altı, olmayan bir alandır/yoktur. Bilinç ve tarihsel belleğin kendisi tüm edimleri/davranışları/duyguları açıklamaya yeterlidir ve buna gücü yeter. Açıklayamadıklarını da karanlık ve bilinmeyen bir noktaya odaklamadan sabırla açıklamak için araştırmalarını sürdürür.
Bilinenler bilinmeyenlerin yanında bir hiç-tir…
İnsan türü, olan-ı açıklamak isterken tarihsel belleğini kullanır ve bu da bilinçsel bir süreçtir. bilincin oluşmasındaki maddi doku onun olguyu açıklamasına engel değildir.
Sosyolojik olarak insan gelişkin bir türdür. Antropoloji bize insan türünün son kuşak türlerinden olduğunu ve diğer türlerden farklı olarak içinde bulunduğu yer/zaman dilimine gösterdiği tepkiye göre kültürel bir doku oluşturduğunu ve buna bağlı olarak da türünü sürdürebildiğini göstermektedir. Ayrıca, insanımsıların tür olarak evrimselleşme süreçleri Homo Sapiens olarak tanımlanan insan türüne devşirildiğinde, insanın yaşadığı çevreye kendini uyarlamak yerine yaşadığı çevreyi kendine uyarlayarak varlığını sürdürebildiğini göstermektedir. Bunun gerçekleşebilmesi için öncelikle insanlaşma sürecinin doğal çevreye egemen olmakla başladığı önermesi aşırı bir tespit olmasa gerek. Ateşi denetim altına alabilmek, besin maddelerini türün günlük gereksinimlerinin ötesinde elde edip depolayabilmek, yabanıl hayvanları denetleyerek evcilleştirmek ve tüm doğal engellere biçimsel/aletsel dönüşümler sağlayarak ayak-direyebilmek için yaşanılan tüm çevrenin kolektif olarak denetim altına alınması gerek ve kaçınılmazdır. İnsanlaşma sürecindeki homonidler homo-sapienslere devşirilirken egemenlik kolektif olarak doğal güçlere karşı ve bunlar üzerinde kurulmuşlardır. Kolektif yaratının sembolik düşünce ile soyutlanması ve dil diyalektiği ile bu egemenliğin kolektif yapıdan soyutlanması iktidar olgusunu kitle dışında bir fenomene dönüştürmüştür. İnsanlaşa sürecindeki soyutlama süreci o kadar uzun bir zaman dilimi içerisinde evrimleşmiştir ki, sürecin tamamlanması aşamasında soyut düşünceler birer idea olarak kitleden ayrılmış ve çıkış kaynağı unutulmuştur. Yarı-tanrı krallar/yöneticiler/kitlede söz-sahibi olan yaşlılar/rahipler zinciri bu soyutlanmış iktidar düşlemesinin ilk somut görünenleri/etkiyenleridirler. İktidar olgusu insanın insanlaşmaya başladığı zaman dilimine kadar geriye giden bir fenomen olarak karşımızda var-ola gelmiştir.
Psikanalist yaklaşımda bilinç-altı bastırılan duyguların sapma şeklinde ortaya çıkışlarından söz eder. ölüm korkusunun içselleştirilip bir kıyıda saklanmasında bastırılan bir duygu yoktur. dürtülerin bastırılması ile korkuların gizlenmeleri aynı olgular olmasa gerek. Bilinç-altı denilen olguya, psikiyatristlerin kişiyi uyutarak/hipnoz ederek çocukluğuna inmeleri suretiyle ulaşılabileceği ve bu duygulardan bastırılanların açığa çıkartılması ile tedavinin yapılacağı temel mantığına dayanmaktadır. Hasta hiç bir zaman kendi bilinç-altı denilen olgusunu göremez; bir aktarıcıya gereksinim duyar; onun söylediklerine inanmaktan başka şansı yoktur. Üstelik, bireysel tüm sapmaların neredeyse cinsel bastırılmaların bilinç-altı denilen alanda sıkıştırılmış olmasından kaynaklandığı tezine yer verilmektedir ki, üretim ilişkilerinin hiç kıymeti harbiyesi kalmamaktadır. Duygu ve düşüncelerin bastırılması olasıdır ki bilinçle ulaşılabilir ve nedenleri bilinebilir olgulardır; bunları anlamak ve çözümlemek için tanımı yapılamayan karanlık bir noktadan/bilinç-altından söz etmek bilimsel olmaktan uzaktır.

Her ne kadar düşünce/idea maddenin zorlamasına dayanır ve bu yönüyle fizik-ötesi ise de maddeden bağımsız değildir. Mikro/makro evrendeki kozmosun devinim yasaları ve devingen kuarklar düşünce/idea-dan önce vardırlar ve hala o düşünceyi doğuran beyin dokusunda milyarlarca parçacık olarak devindikleri için düşünce var-olabilmektedir. Bu nedenle rahatlıkla söylenebilir ki fiziği zorlayan düşünce fizik ötesini yaratamaz. Düşüncenin bir ütopya/hipotez olarak maddi gerçekliği etkilemesinin fizik-ötesi ile yakından ilgisi yoktur.

İmgesel algılama/düşünme/aktarma alışkanlığını içerisinde bulunan koşullarda insanımsılar türün sürdürülmesi için yaratabildikleri için insan türü varlığını koruyup geliştirebilmiştir. Bu şu anlamı içerir. İnsan düşünceyi/sözü/imgeyi yarattığı için bu yönde doğayı etkiyip değiştirdiği için insan oldu yoksa bir tür olarak ya var olacak ya da yok olacaktı. Bunun farkına bile varmayacaktı.

Ne pozitivizmin, ne idealizmin ne de psikanalizmin tek yönlü pencerelerinden bakarak insanlaşma süreci açıklanamaz. Bilinç-altı tam anlamıyla pozitivizmin örtülü dokunulmaz totemidir. Bilinmeyenden hareketle bilineni açıklamaya kalkışmak ve tüm var-oluşu buna indirgemek diyalektiği görmezlikten gelmek ve bilimi teolojinin kucağına atmaktır. Dil/el/ayak/beyin diyalektiği hiç de söylendiği gibi libido-dan kaynaklanan bir süreç değildir.

İnsanoğlu öğretileri ezberlemeyi çok sever ve bu alışkanlık da ilkel dönemlerden kalma zanaatçıların zanaatlarının sırlarını çıraklarına öğretmeleri kadar eskiye dayanmaktadır. Ve yine bunları ezberlediği oranda kendisini gerçekleştirdiği sanısına kapılır. Bununla coşkulu bir akışa kapılır ki demeyin keyfine…ve öğretilere karşı gelenin vay haline?! Erich Fromm ? sevme sanatı?nda bilinç-altına ciddi eleştiriler yöneltse de onu aşma eğilimi taşımamıştır. Öyle ya koskocaman Freud bir kere demişti ya bilinç-altı, tamamdı öğreti ve tüm düşünceler bunun etrafında dönmek zorunda bırakılmışlardır. Tersini söyleyene, hemen birileri kalkıp senin çocukluğuna gidelim ve geçmişini irdeleyelim, bastırılan duygularını çözelim diye müdahale etme gereğini duyumsayacaktı. Birileri kalkıp ta bir diğerini hipnoza tabi tutarak biliç-altını irdelediğinde bilnç-altı irdelenenin bilinç-altındakilerini asla görme/bilme şansı yoktu ve tamamen hipnozcusunun anlattıklarına inanmak zorundaydı; ve buna da koskocaman bilim etiketi takılmıştı. Çok eski çağlarda -ki, bar-bar-toplumları denildiği de oluyor- bu görevi yürüten büyücüler vardı ve ruhlarla ilişki kuruyorlar ve kötücül ruhları kovalayarak insanı iyileştiriyorlardı, sonradan onların yerlerini başka adlarla başkaları aldı ve güne gelindi.

Yazan: Nejdet Evren
Temmuz / Ekim 2009, Batı

Bir yorum

  1. Yazıyı eleştirmem şeklim eğitici ve bilgilendirici olması bakımından değerli bir çalışma.

    Ancak bu web sayfasında lütfen öyle bir çıktı alma linki olsun ki, benim gibi kağıttan okumayı tercih eden okuyucular, sadece söz konusu link sayesinde söz konusu metni bastırabilsin. Reklam ve diğer sütunlardaki yazılardan bağımsız bir şekilde.
    Selamlarımla?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir