Zarın, iki ayrı masada oynandığını göstermek Nietzsche’ye kısmet oldu: Yeryüzü ve gökyüzü masaları. Zarlar yeryüzünde atılıyor, gökyüzünde düşüyor.

Zar Atma

Oyunun iki evresi zarların iki evresidir: Atılan zarlar ve düşen zarlar. Zarın, iki ayrı masada oynandığını göstermek Nietzsche’ye kısmet oldu: Yeryüzü ve gökyüzü masaları. Zarlar yeryüzünde atılıyor, gökyüzünde düşüyor: “Şayet tanrılarla yeryüzünün ilâhi masasında zar atsaydım, yer sarsılır, yarılır ve alev ırmakları fışkırtırdı: Zira yeryüzü, yaratıcı yeni sözlerle ve ilahi zarların gümbürtüsüyle sarsılan ilâhi bir masadır…”86 -“Ey üstümdeki gök, ey saf ve yüce gök! Bu şimdi benim için senin saflığındır, ne ebedi akıl örümceği ne de onun ağı var sende. İlahi rastlantıların dansettiği masa olmalısın sen, zarlar ve onların ilahi oyuncuları için ilahi bir masa. 87 Bu iki masa iki ayrı dünya değildir. Ayrı dünyanın iki ayrı saati, ayrı dünyanın iki ayrı vaktidir; geceyarısı ve öğledir, zarların atıldığı ve düştüğü saatler. Nietzsche yaşamın iki masasında ısrarla durur, bunlar ayrı zamanda oyuncunun veya sanatçının iki ayrı vaktidir: “Geçici olarak kendimizi yaşama teslim etmek, ki daha sonra geçici olarak bakışlarımızı üstüne dikelim”. Zar atma oluşu ve oluşun varlığım olumlar.

  Aynı kombinezonu, gelen sayılara göre bir daha verecek zar atışları söz konusu değildir. Bunun tam tersi geçerlidir: Tek bir atış var, üretilen kombinezon sayısı sayesinde kendisini tekrar bu kombinezon sayısı olarak üretiyor. Bir kombinezonunun tekrarım çok sayıdaki zar atışı değil bizzat kombinezon sayısı zarın tekrarım sağlıyor. Bir kez atılan zarlar rastlantının olumlaması, düştüklerindeki kombinezon ise zorunluluğun olumlamasıdır. Zorunluluk, tam da varlığın oluşla ve çoklunun da tekle olumlandığı anlamda rastlantıyla olumlanır. Rastlantısal olarak atılan zarlar, atışı geri getirecek muzaffer kombinezonu, altı altıyı zorunluca üretemeyecektir denmesi nafile. Bu doğru ama sadece oyuncunun öncelikle rastlantıyı olumlamayı bilmediği ölçüde doğru. Nasıl ki tek “çokluyu” ortadan kaldırmıyor veya yadsımıyorsa, zorunluluk da rastlantıyı yok etmiyor. Nietzsche rastlantıyı çokluyla, doğramlarla, uzuvlarla, kaosla özdeşleştirir: Sallanan ve atılan zarların kaosu. Nietzsche, rastlantıyı bir olumlama yapar. Gökyüzünün adı “rastlantı göğü”88, “masumiyet göğüdür”89, Zerdüşt’ün saltanatı da “büyük rastlantı”dır. “Rastlantı sonucu; yeryüzünün en eski soyluluğu işte bundadır, bunu geri kazandırdım her şeye, hedefin boyunduruğundan kurtardım her şeyi… Her şeyde bu mutlu pekinliği buldum, şöyle ki, rastlantının ayakları dibinde raksetmeyi sever her şey”; “Benim sözüm şu: Bırakın gelsin bana rastlantı, küçük bir çocuk kadar masumdur o”90. Nietzsche’nin zorunluluk (yazgı) dediği şey, hiçbir şekilde rastlantının ortadan kalkması değil, bizzat rastlantının kombinezonudur. Bizzat rastlantının olumlandığı kadarıyla zorunluluk da rastlantıyla olumlanır. Zira

  rastlantı olarak tek bir rastlantı kombinezonu, rastlantının parçalarım biraraya getirecek tek bir yol vardır, çokluda tek olan olarak bu yol, rakam veya zorunluluktur. Artan ve azalan olasılıklar uyarınca pek çok sayı varsa da rastlantının bütün doğramlarım, tıpkı geceyarısının bütün dağınık parçalarnım biraraya toplayan öğle gibi birleştiren tek bir has rastlantı sayısı, tek bir kader sayısı vardır. İşte bu yüzden, oyuncunun, atışı geri getirecek sayıyı yapmak için rastlantıyı bir kez olumlaması yeter91.

Rastlantıyı olumlamayı bilmek ayrı zamanda oynamayı da bilmek demektir. Ancak biz oynamayı bilmiyoruz: “Sıçrayışı boşa gitmiş bir kaplan gibi çekingen, utanmış, beceriksiz: Ey üstinsanlar! İşte ben sizi böyle bir yerlere sıvışırken ne çok gördüm. Boşa gitti attığınız zar. Ama bunun ne önemi var siz diğer barbutçular için! Öğrendiniz gerektiği gibi oynamayı ve önemsememeyi”92. Kötü oyuncu, çok sayıdaki zar atışına bel bağlar: Arzu ediyorum diyebileceği kombinezonu getirmek için nedenselliği ve olasılığı ancak bu şekilde tasarrufuna alır; kombinezonun kendisini nedenselliğin gerisinde saklı, ulaşılacak bir hedef olarak ortaya koyar. Nietzsche ebedi akıl örümceği ve onun ağından söz ederken bunu söylemek ister. “Bir tür buyruk örümceği, ereklik örümceği nedenselliğin büyük ağının ardında saklanır -XI. Louis ile savaşan Yiğit Kari gibi söyleyebiliriz:

  “Evrensel örümcekle savaşıyorum”93. Rastlantıyı nedensellik ve ereklik kıskacına alarak yok etmek, rastlantıyı olumlamak yerine zar atmanın tekrarına bel bağlamak, zorunluluğu olumlamak yerine bir hedefi beklemek; işte kötü oyuncunun tüm işi budur. Hepsinin kökü akıldadır ama ya aklın kökü? İntikamcı zihin , intikamcızihninden başka bir şey değildir örümcek!94 Zar atmaların tekrarındaki hınç, bir hedefe inanmadaki huzursuz vicdan. Üstelik bu şekilde, az ya da çok olası rakamlar elde edilir ancak. Evrenin nasıl ki bir hedefi yoksa, bilinecek nedenlerden başka umut edilecek bir hedef de yoktur; iyi oynamak için bunu kesinkes böyle bilmeli95. Zar gelmiyor çünkü rastlantı tek bir kerede yeterince olumlamadı. Kendisinde kaçınılmaz olarak bütün doğramları toplayan ve yine kaçınılmaz olarak zar atışım geri getirecek kader sayısının gelmesi için yeterince olumlamadı. Demek ki en çok önemi şu çıkarıma vermemiz gerekiyor: Nedensellik-ereklik, olasılık-ereklik çiftinin, bu terimlerin karşıtlığının ve bireşiminin, bu terimlerin örümcek ağının yerine Nietzsche, rastlantı ve zorunluluğun dionysosça bağlılaşması ile rastlantı-kader çiftini, bir de dionysosça olan bu çifti koyar. Çok kereye yayılmış bir olasılık değil, tek kerede bütün bir rastlantı; arzulanan, istenen, heveslenilen bir erek olarak kombinezon değil de yazgısal, yazgısal ve sevilen kombinezon, amor fati; zar atmaların sayısıyla ayrı kombinezonun geri gelmesi (dönüşü) değil, yazgı gereği edinilen sayının doğasıyla zarın tekrarı.96

Nietzsche ve Felsefe
Gilles Deleuze
Çevirmen: Ferhat Taylan
Norgunk Yayıncılık