Psikanaliz ve Psikoterapi Karşıtlığı ve İkililiği Üzerine
Psikanaliz ve psikoterapi arasındaki ayrım, modern psikolojik uygulamaların tarihinde önemli bir yer tutar ve çeşitli toplumsal, kültürel ve mesleki dinamiklerle yakından ilişkilidir.
Okuduğum kaynaklarda psikanaliz ile psikoterapi arasındaki ilişkinin basit bir farklılıktan öte, tarihsel olarak derin bir kutuplaşma… ve ikili karşıtlık… üzerinden kurulduğunu göstermektedir. Psikanaliz, tarihinin başından itibaren kendini “öteki” olarak gördüğü bir şeye göre tanımlamıştır; ilk yıllarında bu “öteki” telkindi, daha sonra ise psikoterapi olmuştur…. İkinci Dünya Savaşı sonrası ve özellikle 1950’ler boyunca, Amerikan psikanalizi “altın çağı”nı yaşarken, psikanalizin resmi tanımı onu psikiyatrinin bir alt uzmanlığı olarak ve psikoterapiden ayrı konumlandırmıştır….
Bu ayrım, aralarındaki örtüşen pek çok noktayı görmezden gelerek veya farklılıkları vurgulayarak yapılmıştır…. Sonuç olarak, farklı uygulamaları olan tek bir disiplin yerine, “yelpazenin iki ucunda”… iki farklı disiplin ortaya çıkmıştır…. Bu kutuplaşma, psikanalitik kuramın, pratiğin ve eğitimin tüm niteliklerinde belirleyici olmuştur….
Bu tarihi kutuplaşmada, psikanaliz ve psikoterapi farklı özelliklerle ilişkilendirilmiştir:
- Değişimin Niteliği:
◦ Psikanaliz: Derin değişimler…, asli değişim…, içgörü….
◦ Psikoterapi: Yüzeysel değişimler.., harici değişim…, destek…
2. Hasta Uygunluğu (“Analiz Edilebilirlik”):
◦ Psikanaliz: Psikolojik açıdan çok daha gelişkin, analize uygun hastalar için…. Hüsrana tahammülü, itkilerin kontrolünü, uzun vadeli planlamayı ve hazzın ertelenmesini gerektiriyordu….
◦ Psikoterapi: Çok daha az gelişmiş ve analiz edilemeyecek hastalar için13…. “Analiz edilemez” olduğu söylenen kişilere destekleyici psikoterapi önerilirdi16….
3. Sosyal Statü ve Erişim:
◦ Psikanaliz: Moderndi…. Beyaz ve orta sınıf değerleriyle ilişkili işlevler gerektirdiği için, beyazlar ve zenginler içindi…. Elit ve pahalı bir alan olarak kaldı.
◦ Psikoterapi: İlkeldi…. Bu tür değerleri veya maddi koşulları olmayan kişilere yönelikti: Siyahlar, azınlıklar ve fakirler…. Irksal olarak ayrılmıştı, siyahilere verilen terapi daha az sıklıkla psikanalizdi. Toplumun geniş kesimleri terapiye erişemezken, psikanaliz elit kalıyordu.
4. Kuramsal Odak ve Klinik Yaklaşım:
◦ Psikanaliz: Daha çok intrapsişik süreçlere odaklanılırdı…. Yorumlama, sözel anlayış ve sembolik iletişime dayalıydı. Güven yorumlaması ve içgörü ön plandaydı. Suçluluk ve özerklik gibi “maskülen” niteliklerle ilişkilendiriliyordu. Nesnel, bilimsel, maskülen olarak görülen tıbbi tedavi modeliyle saf tuttu…. Destekleyici müdahalelerden kaçınılırdı (örneğin ilaç kullanımı veya grup terapisi, aktarımı böleceği korkusuyla)…
◦ Psikoterapi: Daha çok kişilerarası süreçlere odaklanılırdı…. Destekleyiciydi…. Utanç ve ilişkisellik gibi “feminen” niteliklerle ilişkilendiriliyordu. Bakım ve feminenlikle ilişkilendirilen unsurlar psikoterapinin alanına itildi….
5. Mesleki Hiyerarşi:
◦ Psikanaliz, enstitü eğitimi almış psikiyatristlerle katı bir disiplin hiyerarşisi oluşturdu. En tepede seçkin bir psikiyatrist grubu, altında “dinamik” veya “psikanalitik” psikiyatristler ve en altta sosyal çalışmacılar yer alıyordu. Sosyal çalışmacılar, klinik işin çoğunu “psikanalitik” bir model olarak pazarlanan (ancak müdahil olmayan, yönlendirmeyen) bir yaklaşımla yapıyordu.
Bu kutuplaşma sadece kuramsal bir ayrım olmayıp, aynı zamanda cinsiyetçi, ırkçı ve sınıf temelli önyargıları da yansıtmıştır…. Psikanalizin “tedavi” kisvesiyle bilimsel tıbbın bir kolu haline gelmesi, erkek egemen tıbbın değerlerini içselleştirmesine ve ilişkisel, bakıma dayalı, duygulanımsal terapi biçimlerini dışlayarak “feminenleştirmesine” neden olmuştur. Bakım ile tedavi arasındaki ayrım, kadınsı bakım ile erkek egemen tedavi arasındaki ayrımı yansıtmış ve psikanalizin bilimsel statüsünü pekiştirmiştir.
Psikanalizin bir “Yahudi bilimi” olarak görülmesi de bu ikilikle paralel olarak ele alınmıştır…. Psikanaliz, derinlik, suçluluk, yorum gibi Yahudilikle ilişkilendirilen özelliklerle; psikoterapi ise yüzeysellik, utanç, destek gibi “Yahudi olmayan” veya “Amerikan” özelliklerle ilişkilendirilmiştir….
Bazı yazarlar ( Lewis Aron gibi ve ilişkisel pğsikanalistler) , bu tarihi kutuplaşmanın psikanalize zarar verdiğini savunmaktadır. ve bu ikiliklerin aşılması gerektiğini önermektedirler…. Onlar, psikanalizin ve psikanalitik terapinin daha kapsayıcı, diyalektik bir yaklaşımla tanımlanması gerektiğini düşünmektedirler…. Psikanalizin tek bir “standart” teknikle değil, içinde geniş bir yelpazede kuram, yöntem ve tedavi barındırması gerektiğini belirtirler…. Ampirik araştırmaların da psikanalitik terapinin ortak bileşenlerini (duygulanımlara odaklanma, savunmaları araştırma, örüntüleri tespit etme, geçmiş deneyimleri konuşma, kişilerarası ilişkilere odaklanma, terapötik ilişkiyi kullanma, dilek ve fantezileri keşfetme)… ortaya koyduğunu ve bu ilkelerin hem psikodinamik psikoterapi hem de dört başı mamur psikanaliz için geçerli olduğunu göstermektedirler. Bu da tarihi ayrımın ideolojik ve hiyerarşik olduğunu, klinik gerçeklikten daha az kaynaklandığını düşündürmektedir….
Özetle, psikanaliz ve psikoterapi arasındaki farklılıklar, tarihsel olarak katı, hiyerarşik ve toplumsal önyargıları yansıtan bir kutuplaşma üzerine inşa edilmiştir. Psikanaliz “derin, bilimsel, maskülen, elit” olarak konumlandırılırken; psikoterapi “yüzeysel, destekleyici, feminen, halka açık” olarak etiketlenmiştir. Çağdaş görüşler, bu ayrımın psikanalizin gelişimini sekteye uğrattığını ve her iki yaklaşımın da aslında diyalektik olarak birbirini kapsadığını savunmaktadır.



