Psikanaliz Felsefe(ler)den Ne Bekler?

Klinik Felsefe Kitabından Haluk Sunat’ın yazdığı aynı adlı bölümün özetidir.

Psikoterapi ile felsefe arasındaki eski bağın günümüzde neredeyse görünmez hale geldiği ve her iki disiplin tarafından da reddedildiği yönündeki bir tespitle başlayan “Klinik Felsefe” tartışması bağlamında, psikanalizin felsefeden beklentilerini Haluk Sunat’ın perspektifinden ele almaktadır. Psikoterapinin başlangıçta felsefeden çıktığı ancak özgürlüğünü ilan etmek için onu reddettiği, ancak daha sonra sağlam bir temel için felsefeye ihtiyacı olduğunu fark ettiği belirtilir. Felsefe, “bir yaşam biçimi” ve “kapsayıcı bir yaşam pratiği” olarak kişinin kendi hayatı hakkında düşünmesini ve felsefi/etik kriterlere göre yaşamasını sağlayan bir rehberlik sunar.

Haluk Sunat, “Psikanaliz felsefe(ler)den ne bekler?” sorusunu psikanalizin penceresinden ele alarak yanıtlar. Sunat’a göre, psikanaliz felsefeyi onlardan bekledikleriyle değil, bulduklarıyla kıymetli bulur. Şayet beklenti, psikoterapilerin beklediği türden ruhsal sağaltım ise, psikanaliz diyalektik/tarihsel maddeci felsefe dışında felsefelerden hiç ama hiçbir şey beklemez.

Diyalektik/tarihsel maddeci felsefenin istisna olmasının nedenleri şunlardır:

  • Kuramsal olarak, psikanalizin “bedensel-ruhsal/tinsel” bütünlüklü (“varoluşsal bütünlük”) işleyiş dahilinde iş görmesini güvence altına alır.
  • Psikanalizi (ya da psikanalistin bulaşıklık farkındalığını) dini, gizemci ve kültürel hegemonyadan kaynaklanan her türlü ideolojik bulaşmadan esirger.
  • Psikanalistin, bilimsel bilgi nesnesinin gerçek dışsal ve maddi varlığına, nesnenin bilgisini veren bilimsel bilgilerin varlığı ve nesnelliğine ve bilimsel yöntemin doğruluk ve geçerliliğine yaslanma ufkunu açık tutar.
  • Değişim ve dönüşüm umudunu akla/fikre yükleyen felsefelerin aksine, “ilişkisel edim”i esas alan tavrı ile psikanalizle aynı cenahtadır.

Sunat, Freud’un çok fazla bahsetmese de Benedictus de Spinoza’nın felsefesinin psikanalizin yolunu aydınlatmış ve yolculuğunu kolaylaştırmış olabileceğini düşünür. Spinoza’nın “İnsanın özü zorunlu varoluş içermez” ve özünün “düşünme” ve “uzam” nitelikleri ile belirlendiği gibi anlayışlarının kıymetli bir miras olduğu belirtilir.

Ancak, uygulamada psikanalizin felsefesi, analistin, analizana kendi hayat felsefesini özgürleştirmek üzere çıktığı yolculukta eşlik etme anlayışından ibarettir. Analist, halden anlayıcı dinleyicilik yeteneğini kazanmasında felsefi donanım ve duyarlılığın kıymeti olsa da, asal belirleyen (işin felsefesi), analistin dinleyiciliğine, yansızlık ve yüksüzlüğünü bozacak hiçbir felsefe ya da ideolojiyi bulaştırmaması, kendiliğinden felsefesi ve ideolojisini kendisine saklamasıdır.

Metin ayrıca, günümüzün Freud’un zamanı olmadığını ve psikanalizin, zamanın ruhunu anlamak ve insanlığın zamanı uçurumun kenarından almak için felsefelerle konuşmaya, zamanı kucaklamaya hevesli herkesle yoldaşlığa ihtiyacı tartışılmazdır der. Psikanalizin kişisel/örgütsel-kurumsal kimliğini ve işleyişini günümüzün ruhuna nasıl yerleştireceğini (ruhun başkaldırısının nasıl kamusallaştırılabileceğini) felsefelerle müzakereye ihtiyacı olduğu açıktır.

Özetle, psikanaliz, sağaltım anlamında felsefelerden (maddeci felsefe hariç) doğrudan bir beklenti içinde olmasa da, var olan felsefi miras (Spinoza gibi) yolunu aydınlatmış ve günümüzde zamanın ruhunu anlamak ve kamusal konumunu belirlemek için felsefeyle diyaloğa ihtiyaç duymaktadır.

Kaynak Kitap: Klinik Felsefe