İnsanın Doğayla Savaşının Psikodinamiği
İnsanın doğaya savaşı, yalnızca bir çevre meselesi değildir; bu, insanın hakikatle ilişkisini, benliğiyle çatışmasını, iktidar yapılarını, bilinçdışını, hatta varoluşsal korkularını açığa çıkaran çok katmanlı bir dramadır.
Şimdi bu olguyu multidisipliner olarak açalım. Psikanaliz, felsefe ve siyaset kuramını iç içe geçirerek:
🔥 1. Psikodinamik Yaklaşım: Doğayla Değil, Gölgeyle Savaş
Jung:
İnsan doğaya savaş açtığında, aslında içindeki gölgeye, bastırdığı ilksel doğasına savaş açar. Doğa dışsal değil, içsel bir arketiptir: Toprak Ana, Anima, İlksel Yaşam Gücü…
“İnsan doğadan korkar çünkü kendi içindeki kaosu onda görür.”
Savaş açtığı şey orman değil; ölüm, sınırlılık, bilinemezlik gibi içsel hakikatlerdir.
🧠 2. Freud ve Lacan: Gerçekliğin İnkârı ve Semptomun Doğası
Freud:
İnsanın doğayı yok etmesi, ölüm dürtüsünün uygarlık maskesiyle örgütlenmiş halidir.
Doğa, “it”in (id) simgesidir; bastırılır.
Ama bastırılan geri döner: semptom olarak (ekolojik kriz).
Lacan:
İnsan doğayı inkâr eder çünkü “Gerçek” (Le Réel), simgesel düzenin dışında kalır.
Doğa, kontrol edilemez olanın alanıdır.
İnsan ise “doğaya anlam verme” kisvesi altında onu simgesel sistemlere hapseder: metrekare, karbon salınımı, mülkiyet…
Ama Gerçek delinince (yangın, salgın, felaket), inkâr çöker.
Ve doğa, travma gibi geri döner.
📚 3. Foucault: Doğaya Savaş = Biyo-İktidarın Bir Formu
Modern insan doğayı yıkarken, aslında yaşamı yönetilebilir bir nesneye dönüştürür.
- Ormanı → orman politikası yapar.
- İklimi → karbon kotasıyla ölçer.
- Tohumu → patent altına alır.
Foucault’ya göre bu, biyo-iktidarın bir biçimidir:
Doğa, artık yaşamsal değil; verimli, ölçülebilir, düzenlenebilir bir kaynak olarak ele alınır.
Bu da bir tür bedenin kolonizasyonudur — ama bu sefer doğanın bedeni.
🧩 4. Derrida: Hakikatin Ertelenmesi ve “Doğa”nın Metinleşmesi
Derrida’ya göre “doğa” dediğimiz şey zaten baştan itibaren bir inşadır.
Bir metin, bir temsil. Onu “saf” haliyle düşünmek bile, bir nostaljik yanılsamadır.
İnsan bu metni sürekli erteler:
“Doğayı sonra kurtarırız.”
“Önce kalkınalım.”
“Teknoloji çözer.”
Bu ertelenme, gerçeğin sürekli ötelenmesidir — ve tam da bu nedenle, hakikatin yerine semptomlar konuşur.
⚔️ 5. Marx : Üretim İlişkileri ve Doğanın Sömürüsü
Marx:
Doğaya açılan savaş, sermayenin karını maksimize etme dürtüsüdür.
İnsan-doğa ilişkisi, emeğin doğayı dönüştürme süreci üzerinden kurulur.
Ama kapitalizm, bu dönüşümü yabancılaşma haline getirir:
- İnsan doğaya yabancılaşır,
- Kendi emeğine yabancılaşır,
- Kendi doğasına yabancılaşır.
“Doğaya hükmetmek” söylemiyle gelen kalkınma fetişizmi, doğayı sadece engel olarak görür.
Ve bu da devrimi doğanın değil, toprağın değil; sadece üretim araçlarının sorunu haline getirir.
🔮 6. Spinoza & Zizek: Duygulanımlar, İdeoloji ve Yıkım Arzusu
Spinoza:
İnsan doğayı sever ya da yok ederken, duygulanım ilişkileri içindedir.
Korku, aşağılama, hükmetme arzusu — bunlar doğayla olan bağımızı belirler.
Zizek:
İnsan, doğayı yok ederken aslında kendi sonunu da arzulayabilir.
Kapitalist bilinçdışı, “kıyamet fantezisi”yle büyür:
“Bırak her şey yıkılsın, çünkü zaten baş edemiyorum.”
Bu fantezi, hem yıkıcı hem de bir tür zevk (jouissance) içerir.
🧭 Sonuç: İnsan Ne Doğaya, Ne De Hakikate Tahammül Edebiliyor
Bu savaş;
- bir ontolojik korkudur (ölüm ve sınırlılık),
- bir politik stratejidir (sömürü ve mülkiyet),
- bir psikanalitik semptomdur (bastırılan doğallığın dönüşü),
- ve aynı zamanda bir epistemolojik körlüktür (simgesel düzenin doğayı içerememesi).
Doğayla yeniden ilişki kurmak demek;
🌱 Gölgeyle yüzleşmek,
🌱 Simgeyi aşmak,
🌱 İdeolojiden uyanmak
🌱 ve hakikati “düzenlenemez” haliyle kabul etmek demektir.