Heidegger’in Poiesis Kavramının Mitolojik ve Medyatik Yankıları
Martin Heidegger’in “poiesis” kavramı, varlığın ortaya çıkışını ve yaratım sürecini anlamada felsefi bir anahtar sunar. Antik Yunan’da “yapma” ya da “ortaya çıkarma” anlamına gelen poiesis, Heidegger’in düşüncesinde teknoloji, sanat ve insan varoluşu arasındaki ilişkiyi sorgulamak için yeniden ele alınır. Mitolojik yaratım anlatıları, evrenin ve insanın kökenini açıklamaya çalışırken, poiesis bu anlatıların varlığı nasıl “meydana getirdiği”ni aydınlatır. Ulus Baker ise bu kavramı medya analizlerinde kullanarak, modern medyanın imgeler ve anlatılar aracılığıyla gerçekliği nasıl ürettiğini ve dönüştürdüğünü inceler. Bu metin, Heidegger’in poiesis kavramının mitolojik bağlamdaki yeniden yorumunu ve Baker’ın medya eleştirisindeki yansımalarını derinlemesine ele alarak, bu iki düşünürün fikirlerini çok boyutlu bir şekilde değerlendirir.
Varlığın Ortaya Çıkışı
Heidegger, poiesis’i varlığın kendini açığa vurduğu bir süreç olarak tanımlar. Antik Yunan düşüncesinde, poiesis hem zanaatkârın bir nesneyi üretmesi hem de sanatçının bir eseri yaratması anlamına gelir. Ancak Heidegger için bu kavram, yalnızca fiziksel bir üretim değil, aynı zamanda varlığın hakikatle ilişki kurduğu bir olaydır. Mitolojik yaratım anlatılarında, örneğin Hesiodos’un *Theogonia*’sında kaosun düzen haline dönüşmesi ya da Mısır mitolojisinde Atum’un kendi kendine var oluşu, poiesis’in bu ontolojik boyutunu yansıtır. Bu anlatılar, evrenin yalnızca bir başlangıç hikâyesi değil, aynı zamanda varlığın sürekli bir açığa çıkış sürecidir. Heidegger’in bakış açısıyla, mitler poiesis aracılığıyla hakikati “gizlerken açığa çıkarır”; yani, mitolojik anlatılar, insanlığın varoluşsal sorularına yanıt ararken aynı zamanda bu soruların sınırlarını da belirler.
Mitolojinin Yeniden Yorumu
Heidegger’in poiesis anlayışı, mitolojik anlatıları modern bağlamda yeniden düşünmek için bir çerçeve sunar. Mitler, yalnızca tarihsel ya da antropolojik belgeler değil, insanlığın varlıkla kurduğu ilişkinin sembolik ifadeleridir. Örneğin, Prometheus’un ateşi tanrılardan çalması, poiesis’in hem yaratıcı hem de yıkıcı gücünü temsil eder: İnsan, teknoloji ve bilgi aracılığıyla dünyayı şekillendirirken, aynı zamanda kendi varoluşsal sınırlarını zorlar. Heidegger, modern teknolojinin poiesis’in bu özgün anlamını unutturduğunu savunur. Mitolojik yaratım anlatıları, doğayla uyumlu bir ortaya çıkarma sürecini yansıtırken, modern teknoloji doğayı bir “hammadde” olarak nesneleştirir. Bu bağlamda, Heidegger’in poiesis kavramı, mitolojinin insanın varlıkla ilişkisini hatırlatan bir araç olarak yeniden yorumlanmasını sağlar.
Medyanın Üretim Süreci
Ulus Baker, poiesis kavramını medya analizlerine taşırken, modern medyanın gerçekliği nasıl “ürettiğini” sorgular. Baker’a göre, medya yalnızca bir temsil aracı değil, aynı zamanda bir yaratım sürecidir. Televizyon, sinema ya da dijital platformlar, imgeler ve anlatılar aracılığıyla dünyayı yeniden inşa eder. Bu süreç, Heidegger’in poiesis kavramıyla paralellik gösterir: Medya, hakikati hem açığa çıkarır hem de gizler. Örneğin, bir haber bülteni, belirli bir olayı izleyiciye sunarken, olayın bağlamını ya da alternatif yorumlarını dışarıda bırakabilir. Baker, medyanın bu seçici üretim sürecini, poiesis’in modern bir biçimi olarak değerlendirir. Ancak, Heidegger’in aksine, Baker bu süreci daha çok sosyolojik ve politik bir bağlamda ele alır, medyanın toplumsal algıyı nasıl şekillendirdiğine odaklanır.
İmgelerin Gücü
Baker’ın medya analizlerinde poiesis, imgelerin ve anlatıların toplumsal etkisini anlamada merkezi bir rol oynar. Modern medya, mitolojik anlatıların yerini almış gibidir: Artık kahramanlar, tanrılar ya da kozmik savaşlar yerine, popüler kültür ikonları, reklamlar ve viral içerikler toplumsal bilinci yönlendirir. Baker, bu imgelerin poiesis’in bir uzantısı olduğunu savunur; çünkü medya, tıpkı mitler gibi, kolektif bilinci şekillendirerek gerçekliği “ortaya çıkarır”. Ancak bu ortaya çıkarma süreci, çoğu zaman manipülatif bir boyut kazanır. Örneğin, bir reklam kampanyası, tüketiciye özgürlük vaad ederken, aslında onu belirli bir yaşam tarzına yönlendirir. Baker, bu çelişkili yapıyı poiesis’in etik ve politik boyutlarıyla ilişkilendirir, medyanın bireylerin düşünce ve davranışlarını nasıl çerçevelediğini sorgular.
Teknoloji ve İnsan
Heidegger’in poiesis kavramı, teknolojinin insan varoluşu üzerindeki etkisini anlamada da önemli bir rol oynar. Mitolojik anlatılar, insanın doğayla ve tanrılarla uyumlu bir yaratım sürecini yansıtırken, modern teknoloji bu uyumu bozar. Heidegger, teknolojinin poiesis’in “şiirsel” niteliğini kaybettiğini ve yalnızca bir “meydan okuma” (Gestell) biçimine dönüştüğünü belirtir. Baker ise bu fikri medyaya uygular: Dijital medya, sürekli içerik üreterek bireyleri bir tüketim döngüsüne hapseder. Ancak Baker, medyanın tamamen olumsuz bir güç olmadığını da vurgular. Bağımsız medya projeleri ya da alternatif anlatılar, poiesis’in yaratıcı potansiyelini yeniden canlandırabilir. Örneğin, bir belgesel film, toplumsal bir sorunu görünür kılarak hakikatin açığa çıkmasına katkıda bulunabilir.
Dilin Rolü
Heidegger’in poiesis anlayışı, dilin yaratıcı gücüne de vurgu yapar. Mitolojik anlatılar, dil aracılığıyla evreni ve insanı anlamlandırır. Dil, yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda varlığın kendini ifade ettiği bir alandır. Baker, bu fikri medya bağlamında ele alarak, dilin ve görsel anlatıların modern toplumda nasıl bir poiesis işlevi gördüğünü inceler. Örneğin, sosyal medya platformlarında kullanılan hashtag’ler ya da sloganlar, bireylerin kolektif bir anlam yaratma sürecine katılmasını sağlar. Ancak bu süreç, çoğu zaman yüzeysel ya da manipülatif bir hal alır. Baker, medyanın dilinin, mitolojik anlatıların aksine, derinlikten yoksun olabileceğini savunur; çünkü modern medya, anlık tüketim için tasarlanmıştır.
Etik ve Sorumluluk
Poiesis’in hem Heidegger hem de Baker’daki yorumu, etik bir sorgulamayı da beraberinde getirir. Heidegger için, poiesis’in unutulması, insanın varlıkla ilişkisini kaybetmesine yol açar. Mitolojik anlatılar, bu ilişkiyi hatırlatırken, modern teknoloji ve medya bu bağı koparır. Baker ise medyanın etik sorumluluğunu vurgular: Medya, gerçekliği üretirken, hangi hakikatlerin öne çıkarılacağına ve hangilerinin gizleneceğine karar verir. Bu, medya üreticilerinin ve tüketicilerinin etik bir sorumluluk taşıdığı anlamına gelir. Örneğin, bir felaket haberi, empati uyandırabileceği gibi, izleyiciyi duyarsızlaştırabilir de. Baker, poiesis’in bu etik boyutunu, medyanın toplumsal etkilerini değerlendirirken bir rehber olarak kullanır.
Zamanın İzleri
Heidegger’in poiesis kavramı, mitolojik yaratım anlatılarını tarihsel bir bağlamda yeniden düşünmeyi sağlar. Mitler, zamanın ötesinde bir hakikati ifade ederken, aynı zamanda insanlığın tarihsel yolculuğunu yansıtır. Baker ise medyanın bu tarihsel rolünü sorgular: Modern medya, geçmişi nasıl temsil eder? Örneğin, bir tarih dizisi, geçmişi poiesis aracılığıyla yeniden inşa ederken, hangi anlatıları öne çıkarır? Baker, medyanın tarihsel anlatıları seçici bir şekilde ürettiğini ve bu sürecin ideolojik bir boyut taşıdığını belirtir. Poiesis, bu bağlamda, hem mitolojik hem de medyatik anlatıların zamanla nasıl dönüştüğünü anlamada bir anahtar sunar.
İnsanlığın Anlam Arayışı
Heidegger’in poiesis kavramı ve Baker’ın medya analizleri, nihayetinde insanlığın anlam arayışına dair bir tartışma açar. Mitolojik yaratım anlatıları, evrenin ve insanın kökenini açıklarken, aynı zamanda varoluşsal bir anlam sunar. Modern medya ise bu anlam arayışını imgeler ve anlatılar aracılığıyla sürdürmeye çalışır. Ancak, Heidegger’in uyarısı ve Baker’ın eleştirisi, bu süreçlerin hakikati ne ölçüde yansıttığını sorgular. Poiesis, hem mitolojide hem de medyada, insanın kendisiyle ve dünyayla kurduğu ilişkinin bir yansımasıdır. Bu bağlamda, poiesis kavramı, insanlığın hem yaratıcı hem de sorgulayıcı doğasını anlamada güçlü bir araçtır.
Heidegger’in poiesis kavramı, mitolojik anlatıların derinliğini yeniden keşfetmemizi sağlarken, Baker’ın medya analizleri, modern dünyanın bu yaratım sürecini nasıl dönüştürdüğünü gösterir. Bu iki düşünür, farklı bağlamlarda olsa da, varlığın ve hakikatin nasıl ortaya çıktığını anlamada ortak bir soruya yönelir: İnsan, yaratım sürecinde neyi açığa çıkarır ve neyi gizler? Bu soru, hem mitolojinin hem de medyanın insanlık tarihindeki rolünü anlamak için bir başlangıç noktası sunar.



