Aşk ve Arzu Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme
Emma Bovary’nin Romantik Arayışı
Emma Bovary’nin Madame Bovary’deki romantik aşk arayışı, 19. yüzyıl Fransız toplumunun kısıtlayıcı toplumsal cinsiyet normlarıyla şekillenir. Flaubert, Emma’yı, burjuva evliliğinin tekdüzeliği içinde sıkışmış bir kadın olarak resmeder; onun arzuları, romantik edebiyatın idealize edilmiş aşk imgeleriyle beslenir. Lacan’ın “arzu nesnesi” (objet petit a) kavramı, Emma’nın arzusunu anlamak için güçlü bir çerçeve sunar. Objet petit a, asla tam olarak ele geçirilemeyen, eksikliği sürekli yeniden üreten bir nesnedir. Emma’nın Charles, Rodolphe ve Léon’a yönelik tutkuları, bu nesneyi temsil eder: Her biri, onun için bir anlık tamamlanma vaadi sunar, ancak bu vaat hiçbir zaman gerçekleşmez. Emma’nın arzusu, patriarkal toplumun sunduğu romantik ideallerle iç içe geçmiştir; bu idealler, aşkı bir kurtuluş gibi sunarken, aynı zamanda kadını pasif bir arzu öznesi konumuna hapseder. Judith Butler’ın cinsiyet performatifliği teorisi bağlamında, Emma’nın romantizmi, toplumsal cinsiyet rollerinin bir performansı olarak okunabilir. Kadınlığın “hassas, duygusal, romantik” olarak tanımlandığı bir toplumda, Emma’nın aşk arayışı, bu rolü içselleştirmenin bir yansımasıdır. Ancak bu performans, özgürleştirici olmaktan çok, onu kendi arzularının kısır döngüsüne mahkûm eder.
Gılgamış ve Enkidu’nun Dostluk Bağı
Gılgamış Destanı’nda, Gılgamış’ın Enkidu’ya olan bağı, romantik aşktan ziyade varoluşsal bir tamamlanma arayışına işaret eder. Gılgamış, tanr Hahaşşuppi’nin oğlu ve kralı olarak, insanüstü bir güç ve yalnızlık taşır. Enkidu, onun bu yalnızlığını kıran, ona eşit bir yoldaş olarak ortaya çıkar. Lacan’ın objet petit a kavramı burada da işler, ancak farklı bir düzlemde: Enkidu, Gılgamış’ın eksikliğini dolduran bir “öteki”dir, ama bu eksiklik romantik değil, varoluşsaldır. Gılgamış’ın Enkidu’ya duyduğu bağlılık, patriarkal bir romantizmden ziyade, insanın kendi sınırlılığıyla yüzleşme ve bir başkasında tamamlanma arzusudur. Butler’ın performatiflik teorisi, bu bağlamda erkeklik normlarının Gılgamış’ın kimliğini nasıl şekillendirdiğini sorgulamak için kullanılabilir. Gılgamış’ın kahramanlık ve egemenlik idealleri, Enkidu’nun vahşi ama özgür doğasıyla dengelenir; bu, erkekliğin sabit bir öz olmadığını, ilişkiler aracılığıyla yeniden inşa edildiğini gösterir. Enkidu’nun varlığı, Gılgamış’ın toplumsal rollerin ötesine geçen bir bağ kurmasını sağlar; bu bağ, Emma’nın romantik arayışından daha az kısıtlayıcı ve daha derin bir insanlık arayışıdır.
Toplumsal Normların Arzu Üzerindeki Etkisi
Emma’nın aşk arayışı, 19. yüzyıl burjuva toplumunun kadınlara dayattığı romantik ideallerle sınırlıdır. Toplum, kadının değerini aşk ve evlilik üzerinden tanımlar; Emma’nın hayalleri, popüler romanlar ve dönemin kültürel anlatılarıyla şekillenir. Bu bağlamda, onun arzusu, Lacan’ın “Büyük Öteki” (simgesel düzen) tarafından yönlendirilir; bu düzen, bireyin arzusunu toplumsal normlar aracılığıyla yapılandırır. Emma’nın trajedisi, bu normların ona sunduğu ideallerin gerçek dünyada karşılıksız kalmasıdır. Öte yandan, Gılgamış’ın Enkidu ile ilişkisi, Mezopotamya toplumunun erkek merkezli hiyerarşisine rağmen, daha az normatif bir bağdır. Gılgamış’ın kral olarak statüsü, onun arzularını toplumsal beklentilerden bağımsız kılmasa da, Enkidu ile bağı, bu beklentilerin ötesine taşar. Butler’ın perspektifinden bakıldığında, Gılgamış’ın Enkidu ile ilişkisi, erkekliğin sabit bir kategori olmadığını, dostluk ve mücadele gibi deneyimler yoluyla yeniden tanımlandığını gösterir. Emma’nın arzusu toplumsal bir çerçeve içinde hapsolurken, Gılgamış’ın bağı bu çerçeveyi aşma potansiyeli taşır.
Varoluşsal Tamamlanma ve Eksiklik
Lacan’ın arzu teorisi, hem Emma’nın hem de Gılgamış’ın arayışlarını bir eksiklik arayışı olarak tanımlar. Emma için bu eksiklik, romantik aşkın idealize edilmiş bir biçiminde somutlaşır; ancak bu ideal, patriarkal düzenin bir yansıması olarak, ona yalnızca hayal kırıklığı getirir. Gılgamış için ise eksiklik, insan olmanın sınırlılığıdır: Ölümlülük, yalnızlık ve anlamsızlık. Enkidu, bu eksikliği geçici olarak doldurur, Gılgamış’a bir yoldaşlık ve anlam sunar. Butler’ın teorisi, bu noktada cinsiyet rollerinin arzu üzerindeki etkisini sorgular: Emma’nın kadın olarak performansı, onun arzusunu romantik bir ideale bağlarken, Gılgamış’ın erkek olarak performansı, ona daha geniş bir varoluşsal arayış alanı tanır. Emma’nın aşkı, toplumsal cinsiyet normlarının bir tuzağı gibi işlerken, Gılgamış’ın Enkidu’ya bağlılığı, bu normları aşan bir tamamlanma arayışıdır. Ancak her iki karakter de, Lacan’ın işaret ettiği gibi, arzu nesnesinin nihai olarak ele geçirilemez oluşuyla yüzleşir.
Tarihsel ve Kültürel Bağlamların Rolü
Emma’nın 19. yüzyıl Fransız toplumundaki konumu, onun arzusunu burjuva romantizminin dar kalıplarına hapseder. Bu toplum, kadını ev ve aile bağlamında tanımlar; Emma’nın aşk arayışı, bu bağlamdan kaçma çabasını yansıtsa da, sonuçta bu normlara teslim olur. Gılgamış’ın hikâyesi ise, Mezopotamya’nın destansı anlatılarında köklenir; burada erkeklik, kahramanlık ve dostluk gibi değerlerle tanımlanır. Gılgamış’ın Enkidu ile bağı, bu değerlerin bir uzantısıdır, ancak aynı zamanda evrensel bir insanlık arayışını yansıtır. Lacan’ın simgesel düzen kavramı, her iki karakterin arzusunun da kültürel bağlamlarla şekillendiğini gösterir. Emma’nın arzusu, modern bireyciliğin ve romantizmin bir ürünü iken, Gılgamış’ın bağı, kolektif bir destanın parçasıdır. Butler’ın teorisi, bu bağlamda cinsiyetin performatif doğasını vurgular: Emma’nın kadınlığı, toplumsal beklentilerin bir performansıdır; Gılgamış’ın erkekliği ise, Enkidu ile ilişkisiyle yeniden inşa edilir.
Anlatının Arzuyu Şekillendirmesi
Flaubert’in realist üslubu, Emma’nın iç dünyasını ayrıntılı bir şekilde tasvir ederken, onun arzusunun toplumsal anlatılarla nasıl şekillendiğini ortaya koyar. Romantik edebiyatın dili, Emma’nın hayallerini besler; ancak bu dil, aynı zamanda onun gerçek dünyadaki hayal kırıklıklarını derinleştirir. Gılgamış Destanı’nın epik dili ise, Gılgamış’ın Enkidu ile bağını mitolojik bir boyuta taşır. Bu bağ, destanın dilinde, tanrılarla ve ölümlülükle mücadele eden bir insanın hikâyesi olarak yüceltilir. Lacan’ın simgesel düzen kavramı, dilin arzu üzerindeki etkisini açıklar: Emma’nın arzusu, romantik anlatıların diline hapsolurken, Gılgamış’ın bağı, epik bir anlatının daha geniş ufkunda anlam bulur. Butler’ın perspektifinden, bu anlatılar, cinsiyet rollerini pekiştiren performatif yapılar olarak işler. Emma’nın kadınlığına dair anlatılar, onu romantik bir ideale bağlarken, Gılgamış’ın erkekliğine dair anlatılar, ona daha geniş bir varoluşsal alan tanır.
Arzunun Doğası ve İnsanlık Hali
Emma Bovary ve Gılgamış, farklı zamanlarda ve kültürlerde, insan arzusunun evrensel bir yönünü temsil eder: Eksikliği doldurma çabası. Emma’nın romantik aşk arayışı, patriarkal toplumun ona sunduğu ideallerle sınırlanır ve bu idealler, onu bir tür esarete mahkûm eder. Gılgamış’ın Enkidu’ya bağlılığı ise, bu sınırları aşan bir tamamlanma arayışıdır; ancak o da, insan olmanın kaçınılmaz eksikliğiyle yüzleşir. Lacan’ın arzu nesnesi, her iki karakterin de asla tam olarak ele geçiremediği bir ideali temsil eder. Butler’ın performatiflik teorisi, bu arzuların toplumsal cinsiyet normlarıyla nasıl şekillendiğini gösterir: Emma, kadınlığın romantik performansına hapsolurken, Gılgamış, erkekliğin kahramanca performansını Enkidu ile yeniden tanımlar. Bu karşılaştırma, aşk ve dostluğun, toplumsal bağlamların ve bireysel arayışların kesişiminde nasıl farklı anlamlar kazandığını ortaya koyar. Peki, insan arzusunun bu evrensel eksikliği, toplumsal normların ötesine geçerek gerçek bir tamamlanmaya ulaşabilir mi?



