Biyoiktidar ve Artı-Değerin Kesişimi: Dijital Gözetim Çağında İktidarın Yeni Yüzleri
Foucault’nun biyoiktidar kavramı ile Marx’ın artı-değer teorisi, modern toplumların kontrol mekanizmalarını ve sömürü düzeneklerini anlamak için güçlü bir kavramsal çerçeve sunar. Biyoiktidar, bedenin ve yaşamın kendisini disipline eden, düzenleyen ve yöneten bir güç olarak ortaya çıkar; artı-değer ise emeğin sömürülmesi üzerinden kapitalist üretim ilişkilerini tanımlar. Günümüzde aşı pasaportları ve dijital takip sistemleri, bu iki kavramın kesişimini yeni bir boyuta taşır. Bu metin, biyoiktidar ile artı-değerin tarihsel ve güncel etkileşimlerini, dijital teknolojilerin bu kesişimi nasıl dönüştürdüğünü ve insan özgürlüğüne etkilerini derinlemesine ele alıyor.
Bedenin Yönetimi ve Emeğin Sömürüsü
Foucault’nun biyoiktidarı, modern devletin nüfusu bir biyolojik varlık olarak yönetme arzusunu ifade eder. 18. yüzyıldan itibaren, devletler bireylerin yaşam süreçlerini –doğum, sağlık, ölüm– düzenlemeye başlamış, bu süreçleri istatistiksel verilerle kontrol altına almıştır. Marx’ın artı-değer teorisi ise kapitalist üretimde işçinin emeğinin, ürettiği değerin ötesinde bir fazlayı patrona devretmesini açıklar. Bu iki kavram, bedenin disipline edilmesi ve emeğin sömürülmesi üzerinden kesişir. Fabrikalarda işçinin bedeni, hem biyoiktidarın disiplin mekanizmalarıyla (çalışma saatleri, hareket kontrolü) düzenlenir hem de artı-değer üretimi için bir araç haline gelir. Günümüzde bu kesişim, biyolojik verilerin (sağlık durumu, genetik bilgiler) kapitalist pazarlara entegre edilmesiyle derinleşiyor. Örneğin, sağlık verileri üzerinden bireylerin iş gücü potansiyeli değerlendiriliyor, bu da emeğin sömürüsünü biyolojik bir düzleme taşıyor.
Dijital Gözetim ve Yeni Kontrol Formları
Aşı pasaportları ve dijital takip sistemleri, biyoiktidarın teknolojik bir evrimini temsil eder. Bu sistemler, bireylerin sağlık durumlarını, hareketlerini ve sosyal etkileşimlerini izleyerek biyolojik verileri devlet ve özel sektör kontrolüne açar. Foucault’nun panoptikon kavramı burada dijital bir biçim kazanır: bireyler, sürekli izlendiklerini bilerek kendi davranışlarını düzenler. Marx’ın perspektifinden bakıldığında, bu sistemler artı-değer üretimini optimize etmek için kullanılır. Örneğin, aşı pasaportları, bireylerin iş gücüne katılımını sağlık statüsüne bağlayarak, kapitalist üretimin sürekliliğini garanti altına alır. Aynı zamanda, bu veriler özel şirketler tarafından toplanıp analiz edilerek yeni pazarlar (sağlık sigortası, kişiselleştirilmiş ilaçlar) yaratılır. Bu, biyoiktidarla artı-değerin simbiyotik bir ilişki içinde olduğunu gösterir: bireyin bedeni hem kontrol edilir hem de ekonomik bir kaynak olarak sömürülür.
Özgürlüğün Bedeli ve Etik Sınırlar
Dijital takip sistemlerinin yaygınlaşması, bireysel özgürlüklerin sınırlarını sorgulatır. Biyoiktidar, bireyleri “sağlıklı” ve “üretken” bir nüfusun parçası olmaya zorlarken, artı-değer mantığı bu üretkenliği kapitalist sistemin hizmetine sunar. Aşı pasaportları, yüzeyde kamu sağlığını koruma amacı taşırken, bireylerin hareket özgürlüğünü kısıtlayabilir ve sosyal dışlanmayı derinleştirebilir. Örneğin, aşı olmayan bireyler belirli alanlara (iş yerleri, toplu taşıma) erişimden mahrum bırakılabilir, bu da bir tür biyolojik ayrımcılığa yol açar. Marx’ın bakış açısıyla, bu durum, emeğin yalnızca fiziksel değil, biyolojik uygunluk üzerinden de sömürüldüğünü gösterir. Etik olarak, bu sistemler bireyin özerkliğini mi koruyor, yoksa yeni bir biyolojik kast sistemi mi yaratıyor? Bu soru, modern toplumların özgürlük ve kontrol arasındaki gerilimini ortaya koyar.
Geleceğin Kontrol Toplumları
Dijital teknolojiler, biyoiktidarı küresel bir ölçeğe taşırken, artı-değer üretimini de yeniden şekillendiriyor. Nesnelerin İnterneti (IoT), yapay zeka ve biyoteknoloji, bireylerin yaşam süreçlerini anbean izleyen bir ağ oluşturuyor. Bu ağ, yalnızca devletlerin değil, teknoloji devlerinin de biyoiktidarın aktörleri haline geldiğini gösteriyor. Örneğin, giyilebilir cihazlar aracılığıyla toplanan sağlık verileri, hem bireylerin davranışlarını düzenliyor hem de bu veriler üzerinden yeni ekonomik değerler üretiliyor. Marx’ın artı-değer kavramı, bu bağlamda, yalnızca emeğin değil, bireyin tüm yaşam süreçlerinin (uyku, beslenme, hareket) kapitalist sömürüye açıldığını gösteriyor. Bu, bireyin yalnızca işçi değil, aynı zamanda bir veri üreticisi olarak sömürüldüğü bir geleceği işaret ediyor. Foucault’nun biyoiktidarı, bu sistemde bireyi hem bir biyolojik varlık hem de bir ekonomik özne olarak yeniden tanımlar.
İnsanlığın Yeni Manzarası
Biyoiktidar ve artı-değerin kesişimi, insanlığın toplumsal ve bireysel varoluşunu yeniden şekillendiriyor. Aşı pasaportları ve dijital takip sistemleri, bu kesişimin yalnızca birer sembolü değil, aynı zamanda uygulayıcılarıdır. Foucault’nun disiplin toplumundan kontrol toplumuna geçiş tezi, bu sistemlerde somutlaşır: bireyler artık fiziksel olarak hapsedilmez, ancak veri akışlarıyla sürekli izlenir ve yönlendirilir. Marx’ın artı-değer teorisi ise bu kontrolün ekonomik boyutunu aydınlatır: bireyin bedeni, verisi ve emeği, kapitalist sistemin yeniden üretiminde birer araçtır. Bu yeni manzara, bireyin özgürlüğünü, özerkliğini ve insanlığını sorgulamayı gerektirir. Dijital çağda, insan bedeni hem bir kontrol nesnesi hem de bir ekonomik değer kaynağı olarak yeniden inşa ediliyor.


