Kristeva’nın Abject Kavramı ve Sınır Kişilik Bozukluğu
Bedenin Sınırları ve İğrençlik Deneyimi
Julia Kristeva’nın “abject” kavramı, insanın kendi bedeninin sınırlarıyla yüzleştiği ve bu sınırların bulanıklaştığı anlarda ortaya çıkan derin bir rahatsızlık hissini tanımlar. Abject, ne tam anlamıyla özne ne de nesne olan bir durumdur; bu, bireyin kendi varoluşsal bütünlüğünü tehdit eden bir karşılaşmadır. Sınır kişilik bozukluğunda (SKB), bireylerin benlik algısı ve ilişkisel dünyaları sürekli bir belirsizlik içindedir. Kristeva’ya göre, abject deneyimi, beden sıvıları, çürüme veya atık gibi unsurlarla sınırlı kalmaz; aynı zamanda benliğin dağılması korkusuyla da ilişkilidir. SKB’li bireylerde, benlik ve öteki arasındaki sınırların sürekli ihlal edilmesi, abject’in psişik bir yansıması olarak görülebilir. Bu kişiler, kimliklerinin sabitliğini koruyamaz ve bu durum, yoğun bir iğrençlik veya dışlanma hissiyle sonuçlanır. Kristeva’nın bu kavramı, SKB’nin temel özelliklerinden biri olan benlik bölünmesini anlamada güçlü bir çerçeve sunar.
Kimlikteki Belirsizlik ve Dışlama Dinamikleri
SKB’li bireylerde kimlik, sabit bir zemin yerine sürekli dalgalanan bir alan olarak ortaya çıkar. Kristeva’nın abject kavramı, bu dalgalanmayı, bireyin kendi benliğini hem tanıdığı hem de yabancılaştığı bir süreç olarak ele alır. Abject, benliğin “öteki” ile karşılaşmasında, bu ötekinin aynı anda hem tanıdık hem de tehdit edici olmasıyla belirir. SKB’de, bireyler sıklıkla başkalarını idealleştirme ve ardından değersizleştirme döngülerine girer; bu, abject’in dışlama mekanizmasının bir yansımasıdır. Öteki, bir yandan benliğin bir parçası gibi algılanırken, diğer yandan benliği tehdit eden bir unsur olarak reddedilir. Bu dinamik, SKB’li bireylerin ilişkilerinde yaşanan ani kopuşlar ve yoğun duygusal dalgalanmalarla kendini gösterir. Kristeva’nın bakış açısı, bu süreçte benlik sınırlarının sürekli yeniden inşa edildiğini ve aynı anda yıkıldığını öne sürer.
Toplumsal Normlar ve Benliğin Çatışması
Kristeva’nın abject kavramı, bireyin toplumsal normlarla ilişkisini de sorgular. SKB’li bireyler, toplumun benlik ve öteki arasındaki sınırları düzenleyen kurallarına uymakta zorlanır. Abject, toplumsal olarak kabul edilemez bulunan unsurların (örneğin, kontrol edilemeyen duygular veya tabular) benlikte yeniden ortaya çıkmasıyla tetiklenir. SKB’de, bireylerin duygusal tepkileri genellikle toplumsal beklentilere aykırıdır ve bu, onların dışlanmasına yol açabilir. Kristeva, abject’in toplumsal düzenin sınırlarını koruma işlevi gördüğünü belirtir; ancak SKB’li bireyler bu sınırları sürekli ihlal eder. Bu ihlal, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bir rahatsızlık yaratır ve abject deneyimini yoğunlaştırır. Böylece, SKB, bireyin toplumla olan çatışmasının bir yansıması olarak görülebilir.
Dilin Sınırları ve Anlamın Kaybı
Kristeva’nın teorisinde dil, benliği inşa eden ve aynı zamanda onun sınırlarını çizen bir araçtır. Ancak abject, dilin bu düzenleyici işlevini bozar; çünkü abject, dilin ötesinde, anlamın çözüldüğü bir alana işaret eder. SKB’li bireylerde, duygularını ifade etme ve anlamlandırma süreçleri sıklıkla kaotiktir. Bu kişiler, duygusal deneyimlerini dil yoluyla sabitleyemez ve bu, abject’in dilsel boyutunu yansıtır. Kristeva’ya göre, abject, dilin anlam üretme kapasitesini tehdit eder ve bu, SKB’li bireylerin iletişimdeki zorluklarıyla paralellik gösterir. Örneğin, bu bireyler sıklıkla çelişkili ifadeler kullanır veya duygularını aşırı yoğun bir şekilde aktarır, bu da dilin sınırlarının aşılmasına işaret eder. Bu durum, SKB’nin yalnızca bireysel değil, aynı zamanda dilsel bir kriz olarak da anlaşılmasını sağlar.
İnsanlığın Kökenleri ve Varoluşsal Kriz
Antropolojik açıdan, Kristeva’nın abject kavramı, insanlığın kendi bedenselliği ve mortalitesiyle yüzleşme sürecine işaret eder. SKB’li bireylerde, bu yüzleşme daha yoğun bir varoluşsal kriz olarak ortaya çıkar. Abject, insanın kendi geçiciliğini ve kırılganlığını hatırlatan unsurlarla (örneğin, ölüm, çürüme) bağlantılıdır. SKB’de, bireylerin benlik algısı bu geçicilikle sürekli mücadele halindedir; bu da onların varoluşsal bir boşluk hissetmesine neden olur. Kristeva’nın yaklaşımı, SKB’yi yalnızca bir klinik durum olarak değil, aynı zamanda insan olmanın temel gerilimlerinden biri olarak ele alır. Bu kişiler, benliklerini koruma çabasında abject ile sürekli bir karşılaşma yaşar ve bu, onların varoluşsal krizlerini derinleştirir.
Etik Sorumluluk ve Ötekinin Yeri
Kristeva’nın abject kavramı, etik bir boyut da taşır. Abject, ötekinin reddedilmesiyle bağlantılıdır; ancak bu reddediş, aynı zamanda ötekiye duyulan bir sorumluluğu da ortaya çıkarır. SKB’li bireylerde, ötekiyle kurulan ilişkiler genellikle yoğun bir çatışma ve bağımlılık içerir. Kristeva’ya göre, abject deneyimi, ötekinin hem benliğin bir parçası hem de ondan ayrı olduğunun farkına varılmasını sağlar. Ancak SKB’de, bu farkındalık çoğu zaman kaotik bir şekilde yaşanır. Bireyler, ötekini reddetme ve ona sarılma arasında gidip gelir. Bu durum, etik bir sorumluluğun nasıl inşa edilebileceği sorusunu gündeme getirir. Kristeva’nın çerçevesi, SKB’li bireylerin ötekiyle ilişkilerinde yaşadıkları bu gerilimi anlamada önemli bir perspektif sunar.
Geleceğin Belirsizliği ve İnsan Deneyimi
Kristeva’nın abject kavramı, insan deneyiminin geleceğe yönelik belirsizlikleriyle de ilişkilidir. SKB’li bireyler, benliklerinin sürekliliğine dair bir güven eksikliği yaşar ve bu, onların geleceğe yönelik umutlarını zedeler. Abject, bu belirsizliğin somut bir ifadesi olarak ortaya çıkar; çünkü abject, benliğin sabit bir zemine oturmasını engeller. Kristeva’nın yaklaşımı, SKB’yi yalnızca bir patoloji olarak değil, aynı zamanda modern insanın varoluşsal durumunun bir yansıması olarak ele alır. Bu bağlamda, abject, bireyin kendi sınırlarını ve bu sınırların ötesindeki olasılıkları sorgulama sürecinin bir parçasıdır. SKB’li bireylerin deneyimleri, insanlığın geleceğe dair korkularını ve umutlarını yansıtan bir ayna olarak görülebilir.