Before Sunrise’ın Felsefi ve Sevgiye Dair Düşünceleri: Buber, Levinas ve Fromm Üzerinden Bir Okuma
Karşılaşmanın Doğası: Ben-Sen mi, Öteki mi?
Jesse ve Celine’in Before Sunrise’daki diyalogları, iki yabancının bir gecede kurduğu derin bağı gözler önüne serer. Martin Buber’in ben-sen ilişkisi, bu karşılaşmayı otantik bir karşılıklılık olarak çerçeveler: İki insan, birbirini nesneleştirmeden, varoluşsal bir diyalogda buluşur. Jesse ve Celine’in sohbetleri, bu felsefeye uygun şekilde, yargıdan uzak, anı yaşama odaklı bir paylaşımı yansıtır. Öte yandan, Emmanuel Levinas’ın öteki etiği, Celine’in Jesse’ye ya da Jesse’nin Celine’e yönelen sorumluluğunu vurgular. Onların diyalogları, ötekinin yüzüne bakarken doğan etik yükümlülüğü taşır; her biri, diğerinin benzersizliğini tanır. Ancak, Levinas’ın etik talebi, romantik bir bağın hafifliğiyle çelişebilir; çünkü bu, bireysel arzuların ötesinde bir özveri gerektirir. Jesse ve Celine’in anlık, neredeyse ütopik bağı, Buber’in karşılıklılığına daha yakın durur; zira onların ilişkisi, etik bir yükten çok, anın büyüsüne teslimiyettir. Bu, bireylerin özgürce bir araya geldiği, geçici ama derin bir alan açar.
Sevginin Kökleri: Romantizm ve Fromm’un Teorisi
Erich Fromm’un sevgi teorisi, sevgiyi bir sanat, bir öğrenme süreci olarak tanımlar; özveri, saygı ve sorumluluk gerektirir. Jesse ve Celine’in ilişkisi, bu tanıma ilk bakışta uymaz; çünkü onların bağı, bir gecelik bir serüvenin spontanlığına dayanır. Ancak, diyaloglarında beliren karşılıklı merak, saygı ve birbirini anlama çabası, Fromm’un sevgi anlayışının tohumlarını taşır. Onlar, birbirlerinin öznelliğini tüketmek yerine, keşfetmeye yönelir; bu, Fromm’un “bilme” ilkesine yaklaşır. Yine de, Fromm’un sevgisi, süreklilik ve bağlılık gerektirir; oysa Jesse ve Celine’in romantizmi, geçiciliğin büyüsüne yaslanır. Bu çelişki, onların ilişkisini hem kırılgan hem de eşsiz kılar: Bir yanda anın yoğunluğu, diğer yanda sürdürülebilir bir sevginin imkânsızlığı. Fromm’un teorisi, onların bağını idealize edilmiş bir aşktan çok, insan ruhunun derin bir arayışı olarak okur.
Diyalogun Felsefi Zemini: Özgürlük ve Sınır
Jesse ve Celine’in diyalogları, felsefi bir sorgulamanın sahasıdır; özgürlük, kimlik ve varoluş üzerine düşünceler, onların kelimelerinde hayat bulur. Buber’in ben-sen ilişkisi, bu diyalogları özgürleştirici bir alan olarak tanımlar: İki insan, toplumsal maskelerden sıyrılarak, otantik bir karşılaşmaya adım atar. Levinas ise bu özgürlüğü, ötekinin ihtiyaçlarına yanıt verme sorumluluğuyla sınırlar. Jesse ve Celine’in sohbetleri, bu iki yaklaşımı birleştirir: Özgürce konuşurken, birbirlerinin varoluşsal ağırlığını da hissederler. Onların romantizmi, bu dengeyi korur; ne tamamen ben-merkezci bir arzu ne de fedakâr bir etik duruş. Bu, insan ilişkilerinin karmaşıklığını yansıtır: Özgürlük, ancak ötekinin varlığıyla anlam kazanır. Onların gecesi, bu felsefi gerilimi, gündelik ama büyülü bir bağlamda somutlaştırır.
Sevginin Geçiciliği: Anın Ötesine Uzanan Bir İz
Fromm’un sevgi anlayışı, Jesse ve Celine’in anlık bağını sorgular: Gerçek sevgi, zamanla inşa edilir mi, yoksa bir anın yoğunluğu sevginin ta kendisi olabilir mi? Onların diyalogları, bir gecede sevginin tüm evrelerini –tanışma, çekim, paylaşım– yoğunlaştırır. Bu, Fromm’un sevgiye dair sürekli çaba ilkesine meydan okur; çünkü Jesse ve Celine, bağlılıktan çok, anın büyüsüne inanır. Ancak, onların vedası, Fromm’un teorisine beklenmedik bir kapı açar: Birbirlerini yeniden görme umudu, sevginin geleceğe uzanan bir potansiyel taşıdığını gösterir. Bu, sevginin yalnızca bir an değil, aynı zamanda bir olasılık olduğunu ima eder. Jesse ve Celine’in hikayesi, insan ruhunun hem geçici hem de kalıcı bağlar kurma yeteneğini yüceltir.