Nussbaum’un Kırılganlık Teorisi ve Engelli Bireylerin Toplumsal Konumu

İnsan Onurunun Temelleri

Martha Nussbaum’un kırılganlık teorisi, insan onurunu merkeze alarak toplumsal adaletin nasıl sağlanabileceğini sorgular. Bu teori, bireylerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için temel yetkinliklere ihtiyaç duyduğunu savunur. Nussbaum, bu yetkinlikleri on temel başlık altında tanımlar: yaşam, bedensel sağlık, bedensel bütünlük, duyular, hayal gücü ve düşünce, duygular, pratik akıl, aidiyet, diğer türlerle ilişki, oyun ve çevresel kontrol. Engelli bireyler bağlamında, bu yetkinliklerin erişilebilirliği, toplumsal dışlanmanın temel bir göstergesi olarak öne çıkar. Örneğin, bedensel sağlık ve çevresel kontrol gibi yetkinlikler, engelli bireylerin günlük yaşamda karşılaştıkları yapısal engeller nedeniyle sıklıkla kısıtlanır. Nussbaum, bu kısıtlamaların yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal düzeyde ele alınması gerektiğini vurgular. Toplumun, engelli bireylerin bu yetkinliklere erişimini sağlayacak düzenlemeler yapması, adaletin bir gereği olarak görülür. Bu yaklaşım, engelli bireylerin dışlanmasının, yalnızca fiziksel engellerle değil, aynı zamanda sosyal ve politik yapıların eksiklikleriyle de ilgili olduğunu gösterir. Toplumların bu yetkinlikleri garanti altına alma sorumluluğu, kırılganlık teorisinin etik bir çağrısıdır.

Toplumsal Katılımın Sınırları

Engelli bireylerin toplumsal katılımı, Nussbaum’un teorisi ışığında değerlendirildiğinde, yapısal eşitsizliklerin etkisi açıkça ortaya çıkar. Toplumlar genellikle engelli bireyleri “öteki” olarak konumlandırır ve bu, onların sosyal, ekonomik ve politik alanlara katılımını sınırlar. Nussbaum, bu dışlanmayı, bireylerin temel yetkinliklere erişimindeki eşitsizliklerle açıklar. Örneğin, eğitim ve istihdam gibi alanlarda engelli bireylerin karşılaştığı engeller, yalnızca fiziksel erişim eksikliğinden değil, aynı zamanda toplumsal önyargılardan kaynaklanır. Bu önyargılar, engelli bireylerin yetkinliklerini kullanma kapasitelerini küçümseyen stereotiplerle beslenir. Nussbaum’un yaklaşımı, bu stereotiplerin, bireylerin insan onuruna dayalı haklarını gasp ettiğini öne sürer. Toplumsal katılımın önündeki bu engeller, aynı zamanda bireylerin aidiyet duygusunu zedeler. Aidiyet, Nussbaum’un yetkinlik listesindeki önemli bir unsurdur ve engelli bireylerin topluma entegre olabilmesi için bu duygunun güçlendirilmesi gerekir. Ancak, mevcut toplumsal yapılar genellikle bu entegrasyonu zorlaştıran normlar ve uygulamalarla doludur. Bu durum, engelli bireylerin yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve sosyal kırılganlıklarını artırır.

Eşitlik ve Adalet Arayışı

Nussbaum’un kırılganlık teorisi, eşitlik ve adalet kavramlarını yeniden çerçevelendirir. Geleneksel eşitlik anlayışları, bireylerin aynı koşullara sahip olmasını savunurken, Nussbaum’un yaklaşımı, farklı bireylerin farklı ihtiyaçlarına odaklanır. Engelli bireyler için bu, özel düzenlemelerin ve destek mekanizmalarının gerekliliğini vurgular. Örneğin, bir tekerlekli sandalye kullanıcısının toplu taşıma sistemine erişimi, yalnızca fiziksel rampalarla değil, aynı zamanda bu rampaların kullanımını kolaylaştıracak toplumsal farkındalıkla sağlanabilir. Nussbaum, adaletin, bireylerin temel yetkinliklere erişimini garanti altına alacak şekilde düzenlenmesi gerektiğini savunur. Bu, engelli bireylerin toplumsal dışlanmasını sorgularken, aynı zamanda toplumun bu bireylerin ihtiyaçlarına duyarlı bir şekilde yeniden yapılandırılmasını gerektirir. Adalet, bu bağlamda, yalnızca yasal hakların tanınması değil, aynı zamanda bu hakların pratikte uygulanabilir olması anlamına gelir. Engelli bireylerin karşılaştığı dışlanma, genellikle bu hakların uygulanmasındaki eksikliklerden kaynaklanır. Nussbaum’un teorisi, bu eksiklikleri gidermek için toplumsal yapının tüm katmanlarında dönüşüm gerektiğini öne sürer.

Bireysel ve Kolektif Sorumluluk

Nussbaum’un teorisi, engelli bireylerin toplumsal dışlanmasını yalnızca bireysel düzeyde değil, kolektif sorumluluk bağlamında da ele alır. Toplumun, engelli bireylerin temel yetkinliklere erişimini sağlama yükümlülüğü, kolektif bir etik sorumluluk olarak tanımlanır. Bu sorumluluk, yalnızca devlet politikalarıyla sınırlı kalmaz; aynı zamanda bireylerin ve toplulukların tutumları da bu süreçte kritik bir rol oynar. Örneğin, engelli bireylerin istihdam olanaklarına erişimi, yalnızca yasal düzenlemelerle değil, işverenlerin ve çalışma arkadaşlarının önyargılarını aşmasıyla mümkün olur. Nussbaum, bu bağlamda, empati ve dayanışmanın toplumsal dönüşüm için vazgeçilmez olduğunu vurgular. Empati, engelli bireylerin karşılaştığı zorlukları anlamayı ve bu zorluklara yönelik çözümler üretmeyi sağlar. Ancak, bu empati, yalnızca bireysel düzeyde değil, aynı zamanda toplumsal politikalar aracılığıyla kurumsallaştırılmalıdır. Engelli bireylerin dışlanması, yalnızca bireysel önyargılarla değil, aynı zamanda bu önyargıların toplumsal yapılar içinde kurumsallaşmasıyla da ilişkilidir. Bu nedenle, kolektif sorumluluk, bu yapıların dönüşümünü gerektirir.

Kültürel Temsiller ve Anlatılar

Engelli bireylerin toplumsal konumları, kültürel temsiller ve anlatılar aracılığıyla da şekillenir. Nussbaum’un teorisi, bu temsillerin, bireylerin aidiyet ve onur duygularını nasıl etkilediğini sorgular. Medya, edebiyat ve sanat gibi alanlarda engelli bireylerin sıklıkla stereotipik veya acıma odaklı temsillerle yer alması, onların toplumsal algısını olumsuz yönde etkiler. Nussbaum, bu temsillerin, bireylerin temel yetkinliklere erişimini kısıtlayabileceğini savunur. Örneğin, engelli bireylerin yalnızca “ilham verici” hikayeler üzerinden temsil edilmesi, onların günlük yaşamlarındaki gerçek mücadeleleri görünmez kılabilir. Bu tür temsiller, toplumsal farkındalığı artırmak yerine, engelli bireyleri “öteki” olarak konumlandırmaya devam eder. Nussbaum’un yaklaşımı, bu temsillerin yerine, engelli bireylerin insan onuruna dayalı bir perspektiften ele alınmasını önerir. Kültürel anlatılar, engelli bireylerin çeşitliliğini ve bireyselliğini yansıtacak şekilde yeniden inşa edilmelidir. Bu, onların toplumsal dışlanmasını azaltmanın yanı sıra, aidiyet duygularını güçlendirebilir.

Erişim ve Altyapı Sorunları

Engelli bireylerin toplumsal dışlanmasının en somut göstergelerinden biri, fiziksel ve sosyal altyapıdaki erişim eksiklikleridir. Nussbaum’un teorisi, bu eksiklikleri, bireylerin çevresel kontrol yetkinliğine erişiminin engellenmesi olarak tanımlar. Örneğin, şehir planlamasında rampaların, asansörlerin veya uygun toplu taşıma araçlarının eksikliği, engelli bireylerin bağımsızlığını sınırlar. Bu durum, yalnızca fiziksel hareketliliği değil, aynı zamanda sosyal ve ekonomik katılımı da etkiler. Nussbaum, bu tür altyapı eksikliklerinin, toplumsal adaletin temel bir ihlali olduğunu savunur. Erişim sorunları, yalnızca teknik bir mesele değil, aynı zamanda bireylerin onur ve eşitlik haklarının gasp edilmesiyle ilgilidir. Bu bağlamda, engelli bireylerin ihtiyaçlarına uygun altyapıların geliştirilmesi, yalnızca pratik bir gereklilik değil, aynı zamanda etik bir zorunluluktur. Toplumların bu altyapıları geliştirme sorumluluğu, Nussbaum’un teorisinin temel bir talebidir.

Toplumsal Normların Dönüşümü

Engelli bireylerin toplumsal dışlanmasını sorgulamak, aynı zamanda toplumsal normların dönüşümünü gerektirir. Nussbaum’un teorisi, bu normların, bireylerin yetkinliklere erişimini nasıl şekillendirdiğini inceler. Örneğin, “normallik” kavramı, engelli bireyleri dışlayan bir toplumsal çerçeve yaratır. Bu normlar, engelli bireylerin farklı ihtiyaçlarını “anormal” olarak etiketleyerek, onların toplumsal katılımını zorlaştırır. Nussbaum, bu normların sorgulanması ve yeniden tanımlanması gerektiğini savunur. Toplumsal normların dönüşümü, yalnızca yasal veya yapısal değişikliklerle değil, aynı zamanda bireylerin bilinç düzeyinde gerçekleşmelidir. Eğitim sistemleri, medya ve kamu politikaları, bu normların dönüşümünde kilit rol oynar. Engelli bireylerin ihtiyaçlarını merkeze alan bir toplumsal anlayış, onların dışlanmasını azaltabilir ve aidiyet duygularını güçlendirebilir. Nussbaum’un teorisi, bu dönüşümün, yalnızca engelli bireyler için değil, tüm toplum için daha adil bir düzen yaratacağını öne sürer.