Aptalların Kapitalizmi : Kapitalizmin Eleştirel Analizi
Marcel Stoetzler’in kaleme aldığı bu kapsamlı metin, kapitalist toplumun ve modernitenin çelişkilerini, ikiyüzlülüklerini ve tarihsel eğilimlerini radikal bir eleştirel perspektifle inceliyor. Medeniyet süreci, liberalizm, milliyetçilik, kimlik politikaları, emperyalizm ve terörizm gibi bir dizi karmaşık konuyu ele alarak, okuyucuyu mevcut dünya düzeninin temelleri hakkında derinlemesine düşünmeye davet ediyor.
1. Medeniyet, Liberalizm ve Şiddet: İlerlemenin Çelişkileri
Stoetzler, medeniyet sürecini ele alırken, bir yandan yağma, tahakküm, sömürü, tecavüz ve savaşın daha verimli biçimlerinin evrimine işaret ederken, diğer yandan devlet ve kurumlarla ilişkilendirilen aklın kademeli ortaya çıkışını vurgular. Ancak Nazilerin, devleti ve aklı cinayet, yağma ve tecavüz hizmetine sokarak “medeniyetin diyalektiğini durdurduğunu” belirtir. Bu durum, medeniyet sürecinin kurtuluş sağlayabileceği inancını yıkar.
Liberal ilerlemenin “tesadüfi bir olay temellerinden birini yıktıktan sonra ince havaya her çözüldüğünde”, yeni, “biraz daha az liberal” durumun hızla doğal gelmesi, liberal düzenin sessizce çöküşünü simgeler. Stoetzler, rasyonel olmayan şiddet biçimlerinin (ırkçı şiddet, tecavüz) insan uygarlığının parametreleri dışında iğrenmeye neden olduğunu, ancak milyonlarca araba kazası, fabrika kazası veya savaş bombası gibi “medeniyetin bir parçası olan şiddetin” bilinçaltı bir ayrımla karşılandığını öne sürer. Bu “anlamsız” şiddet, medeniyete olan inancımızı kırar.
Kapitalist olarak sosyalleşmiş bireylerin çoğunlukla daha dinamik, “gelişmiş”, “hedonistik” ve “gösterişli” kapitalist dünya sisteminde yaşamak istemeleri, yazar için “gerici” bir duygu olarak belirir. Modernliğin cazibesi, kapitalist genişlemenin temel motoru olan M-C-M‘de (para-mal-para) yatar. Liberal toplumun siyasi alandaki eşitlik ve özgürlüğü, günlük yaşamdaki otoriter, ırkçı, cinsiyetçi ve yoksul diktatörlüğe bağlaması, istikrarsız bir düzenlemeye işaret eder. İşçi hareketinin bile işyerindeki otoriterliği sorgulamaması, siyasi alanda özgürlük ve eşitliği savunmasını engeller.
Kimlik Siyaseti ve Ataerkilliğin Kapitalist Biçimi
Kimlik siyaseti, devrimci anlamıyla, kurtarıcı ve özgürleşmiş bir kimliğe işaret eder. Combahee River Collective’in ifadesiyle, kimsenin kendi özgürlüklerini umursamadığını görünce, bunu kendileri yapmaları gerektiğini belirtmeleri Marx’tan esinlenmiştir. “Kesişimsellik” kavramı, bireylerin durumunun cinsiyet, cinsellik, sınıf ve ırk dahil olmak üzere bir dizi sosyal belirlemenin “birbirine ketlenmesi” ile belirlendiğini vurgular. Bu, tek konu ayrılıkçılığını reddetmek için bir gerekçe sunar; çünkü çeşitli kimlik kategorileri birbirini karşılıklı olarak oluşturur.
Stoetzler, ataerkilliğin modernitede kapitalizm biçimini aldığı ölçüde, onunla yalnızca bu biçimde savaşılabileceğini belirtir. Kapitalizm ve ataerkillik arasındaki kesişimler karmaşıktır, çünkü kapitalizm kendi başına ataerkil olabilirken, modern ataerkillik de kapitalisttir. Asıl zor kesişimler, farklı kapitalist ve eşzamanlı olmayan ataerkillik biçimleri arasındadır.
Milliyetçiliğin liberal ve ırksal biçimleri arasındaki diyalektik, liberal toplumun iletişim, pazarlık ve akıl yürütmeye güveni ile ırksal topluluk olarak, tahakküm ve sömürünün modern toplumun karmaşık arabuluculuk biçimlerinden çok fazla rahatsız olmaması için tüm bu konuşma ve iyiliğe bir sınır koyma ihtiyacı arasındadır.
Kültür, Milliyetçilik ve Topluluk: Yanılsamalar ve Gerçekler
Kültürün temel anlamı, kaderin değiştirilebileceği, yani kaderin olmamasıdır. Ancak kapitalist günlük yaşam, kültürün akışkanlığına karşı aynı üretim koşullarının sonsuza dek tekrar eden aynılığını onaylar. Kültür ve ırkı eşitleyenler, kendi kültürlerini ırksal, yani miras kalan ve değişmez bir nitelik, bir kader olarak deneyimlerler.
1848 sonrası Alman liberallerinin, kapitalist modernleşmenin kaçınılmaz olarak liberal yönetimi getireceği yanılgısıyla Bismarck’a güvenmesi, yirminci yüzyıl “modernleşme teorisinde” yaşamaya devam etti. Marx ise komünizmin kaçınılmaz olarak takip edeceğini değil, proleter devrim için hem araçları hem de acil ihtiyacı yaratan kapitalist gelişmenin mümkün olacağını düşünüyordu. Bu daha olgun ilerleme inancı, her şeyin korkunç bir şekilde yanlış gitme olasılığına izin veriyordu.
Stoetzler, toplumda neden her zaman ve sadece sahte bir topluluk olduğunu sormamız gerektiğini vurgular. “Topluluk” kelimesinin enflasyonist kullanımı – “Siyah topluluk,” “polis topluluğu” vb. – anti-ideolojiktir ve modernleşmenin yıkımını kaydeder. “Topluluk” artık ideolojik ve fetişleştirici potansiyelini kaybetmiş, yalnızca bir boş işaret, bir isim haline gelmiştir.
Devlet, Egemenlik ve Modern İdeolojiler
Kore Cumhuriyeti’ndeki Covid pandemisi sırasındaki maske uyumu, Korelilerin devletin ve kural oluşturmanın bazen aklın işleyişini temsil ettiğini takdir eden “iyi Hegelciler” olduğunu gösterir. Buna karşılık, birçok maskesiz Batılı’nın sergilediği Nietzscheci maço-anarşizm eleştirilir.
Yöneticilerin “doğal seçilim”i çok amaçlı bir ideolojik araç olarak kullanması, ifadenin biyolojideki belirli anlamını göz ardı etmelerine yol açar. Bu, “sürü bağışıklığı” stratejisinin virüs mutasyonları için “üreme laboratuvarlarına” dönüşmesine şaşırmalarına neden olur. Bazen “doğal seçilim” sadece bir metafor değildir.
Milliyetçilik ve kozmopolitliğin, Aydınlanma eleştirisinde olduğu kadar Aydınlanma’ya da hizmet etmesi, kavramların karmaşıklığını gösterir. Yakın Avrupa tarihinden üç temel ders çıkarılır: zamanın en liberal toplumlarından birinin kendini yok etmesinden gelişen faşizm; Hitler’i yenmek için Stalin’in gerekmesi. Bu derslerden elde edilen sonuçlar “iç karartıcı derecede muhafazakar” olsa da, üçüncü ders, bu sonuçları çıkarmamamız gerektiğini söyler.
Holokost ve plantasyon köleliğinin farklı konuşulmasının nedeni, sömürüsü öncelikle imha edilmelerinin bir aracı olan milyonları, yaşamları sadece kolayca değiştirilebilir üretim faktörleri olarak sayıldığı için yok edilen diğer milyonlardan ayırmaktır. Auschwitz’deki ölümlerin, kapitalist normallik kavramına direnişi sürdürdüğü vurgulanır.
Marksizm-Leninizm’de emperyalizm, kapitalizmin küresel genişlemesi için başka bir kelimeyken, burjuva liberal kullanım daha dar bir şekilde savaş ve yabancı yönetime atıfta bulunur. Marksist kullanımın amacı, burjuva emperyalizm kavramındaki aşağılamayı kapitalizme aktararak, Komünist Manifesto’yu karakterize eden modern burjuvazinin egemenliğine ilişkin değer yargısındaki belirsizliği ortadan kaldırmaktır. Bu, kabul edilebilir bir kapitalizm yanılgısını engeller.
Liberallerin ulusal çıkarlara hizmet edemediğinde emperyalizmi eleştirmesi, siyasi retoriklerinin sınırlılığını gösterir. Emperyalizm, liberal perspektifte, bir politika seçimidir; Leninist tanım ise onu kapitalist üretim tarzının yayılmasıyla eşdeğer tutar. “Emperyalizm” kelimesinin eski anlamı, askeri ve sömürgeci politikaların hiper milliyetçi proto-popülizmin iç gündemiyle bağlantısını gösterir.
Siyaset kavramının iki farklı anlamı vardır: toplumun iyileştirilmesi için kasıtlı eylem ve kapitalist üretimin yönetimi olarak siyaset. İlerici liberaller, ikincisini birincinin ana aracı olarak görürken, sol eleştirmenler ilişkili eylemi burjuva kurumsal biçimlerinden kurtarmayı hedefler.
2. Kapitalist Toplum ve “Hak” Kavramının Eleştirisi
Güçlülerin kuralları yapması, bu kuralların geçerliliğine karşı bir argüman değildir; aksine bir tautolojidir. Güçlüler, kuralları kendi faydaları için koyarlar ve daha az güçlülerin gücünü kabul ettikten sonra hareket ederler.
Yardımlı intihar hakkının, bir sefalet toplumunda yaşadığımız sürece bir hak parodisi olduğu belirtilir. Geç kapitalist toplumdaki bireyler, etraflarındaki tek şeyi, yani toplumu göremezler. Bu, bireylerin görünen isteklerine, bu isteklerin sosyal kökenlerine ve anlamlarına bakmadan yanıt veren politikaların talep edilmesine yol açar. “Hakların dili,” en barbarca önlemlere bile makul bir benzetim verir. Yaşlılığın, emekliliğin veya işsizliğin sadece zenginler için veya cömert bir refah devleti bağlamında eğlenceli olabileceği vurgulanır.
Daha idealist liberaller, tarih ve toplumun dışında “yasa” olan bir varlık olduğuna inanırlar. Ancak bu yasa kavramı kendi içinde bir tür metafizik pozitifliğe sahiptir ve “apaçık” olduğu varsayılır. Anti-metafizik liberaller ise “yasanın” sadece hüküm olan şey için bir isim olduğunu varsayarlar; “hukukun üstünlüğü” fikrinin bir tautolojiden fazlası olmadığı öne sürülür.
“Soykırım” kelimesi, hem “geno” hem de “-cide” kısımlarındaki anlam eksikliği nedeniyle kötüye kullanılmaya ve tartışılmaya açıktır. Çağdaş yasal söylemin merkezinde yer alan bu kavramdaki manevra alanı, liberal-burjuva hukuk anlayışının canlılığına tanıklık etmez.
Egemenlik, yasaların ve yasal iddiaların yapıldığı koşulları yaratma ve belirleme gücü, kapitalist dünya sistemine aittir. Bireysel devletler, yalnızca sistemi temsil eden bir parça olarak egemenliğe sahiptir. “Halk” devlete karşı çıkamaz veya ondan kurtarılamaz, çünkü devlet zaten halkın içine yazılmıştır. Modern dönemde “egemenliğin” metafizik özü hükümdardan halka aktarıldığında, halkın egemenliğinin gerçek temeli zenginlik üretme kapasitelerinde yatıyordu. Bu nedenle, “halk” ve egemenliği de sermayeye karşı çağrılamaz.
Bireylerin hak taşıdığı fikri yararlı bir metafizik fikirken, bir devletin “var olma hakkına” sahip olabileceği fikri yanıltıcıdır. Bir devletin en olumlu özelliği, bazen bireylerin insan haklarını savunmak için bir araç olarak hizmet edebilmesidir. Uluslar için ise durum farklıdır, çünkü hiç kimse bir ulusun ne olduğunu veya nasıl işlediğini kesin olarak söyleyememiştir. “Milletlerin kendi kaderini tayin hakkı” kavramı, var olan devletlerin göreceli makullüğünü tartışma ihtiyacından uzaklaşır.
Kapitalist Sistemde Partiler, İsyanlar ve Gerçekçilik
Gelişmiş burjuva demokrasisinin siyasi partileri, totaliter muhalifleriyle önyargılarını reddetme zorlamasını paylaşır; kendilerini genel çıkarları temsil ettiğini iddia ederler. Modern kitle üyeliği siyasi partilerinin yüce idealizmi için partizanlık şeytandır.
Kapitalizmin, yarı eğitimli, benmerkezci, narsist ve kibirli yönetici-bürokratlardan oluşan bir orta sınıf tarafından denetlendiği bir çağda, kapitalizmin vaat ettiği faydaların alt sınıflara inmemesi nedeniyle anti-kapitalist isyanların olması şaşırtıcı değildir. Bu, ham, kahramanca, bozulmamış kapitalizmin sadece faşist hayal gücünde var olduğunu gösterir.
Sadece çok partili sistemlerde partiler gerçekten “parti” olabilir: birbirleriyle mücadele eden ve pazarlık eden bütünün kısmi ve partizan kısımları. “Halk partilerinin” görevlileri, temsili demokrasiyi “pazarlık yapan egoistlerin gürültülü at ticareti” olarak kınar ve sosyal çatışmaların parti yapıları içinde gerçekleştirilmesini tercih ederler.
Milliyetçilik ve kültürel devlet arasındaki ayrım giderek bulanıklaşmıştır. “Milliyetçilik çağı”ndan bu yana, siyasi milliyetçilik kültürel devleti tamamen özümsemiştir.
Irk veya ulus adına ezilen hiçbir insan grubu, baskılarından yola çıkarak ırkı veya ulusu reddetme sonucuna varmamıştır. Baskı kendi başına bilişe elverişli değildir. Çoğu insan, bir ulus veya ırk olmaları ve kendilerini böyle iddia etmeleri gerektiği sonucuna varmıştır.
Irkçılık, Sömürgecilik ve “Soykırım” Kavramının Karmaşıklığı
Irkçılığın pozitivist olduğu, bedensel veya kültürel dışa dönük ampirik özellikleri gözlemleyerek sosyal davranış hakkında tahminlerde bulunduğunu iddia etmesiyle gösterilir.
Avrupa sömürgeciliğinin kötü niyetli miraslarından biri, sömürge sonrası ulus-devletlerin liberal-emperyalist dünya düzenine karşı Avrupa faşizmi unsurlarını benimseme eğilimi. “Müfredatın sömürgeleştirmesi” kendini yener, eğer Batı sömürgeciliğinin en güçlü mirası olan ulus fikrinde durursa.
Liberal demokrasi, çoğunluk kuralı ve hukukun üstünlüğünün diyalektiğine dayanır. Fasistler, hukukun üstünlüğünü bozma pratiğiyle yasanın otoritesini tüketirler. Bu strateji işe yarar çünkü yasanın “efsanevi” olduğu doğrudur; yalnızca ezici bir çoğunluk etkinliğine inandığı sürece çalışır.
Faşist Durum ve Terörizmin Anlamı
Artan palingenetik milliyetçilik (ulusal yeniden doğuş özlemi), şiddet arzusu ve sınıf aşan, kapitalist yanlısı, anti-elit popülizm, faşist bir durumun tüm unsurlarının varlığına eşittir.
Pozitivist doktrinin iyi öğrencileri olan faşistler, hukuk kavramını hor görür, ancak kolluk kuvvetlerini (güç kurumları, ürünleri ve araçları olarak anladıkları) sever ve coşkuyla kullanırlar.
Stalinistler ve faşistler, antisemitizm konusundaki endişeyi “gülünç derecede küçük ve taşra” bulur, çünkü daha evrensel katliamları beklerler ve hazırlarlar.
Popülistler “elitlere” karşı çıktıklarında, kapitalist seçkinleri değil, yargıçlar, gazeteciler ve akademisyenler gibi devlet seçkinlerini ve entelektüelleri kastederler. Onların düşmanları arasında kapitalistler sayılmaz.
Muhafazakar Parti’nin aşırı sağcı kolunun Birleşik Krallık’ta iktidara gelmesi, İşçi Partisi’nin neoliberal ana akımının kendini tükettiği aynı sürecin bir yönüydü. “Ülkenin her yerinde çalışkan aileler” popülist söylemin temel mecazıdır; tüm programı içerir: iş, aile, ülke.
Liberal dünya düzeni, sadece var olduğu için var olur ve tarihsel atalet sayesinde varlığını sürdürür. Ona karşı çıkanlara gücü kiralayarak hayatta kalır.
3. Dayanışma, Şiddet ve Politik Tefekkür
“Dayanışma,” aynı “katı” öze, eşit olduğuna inandığımız anlamına gelir. Solcuların, alt tabaka güçlerinin taktikleri konusunda kasten bilgisiz kalması dayanışma değil, “küçümseyici narsistik himaye”dir. Yoksulluk, hareket etme gerekliliğini sağlar, ancak ne yapılması gerektiğini dikte etmez.
7 Ekim olaylarına ilişkin liberallerin “olması gerektiği” iddiaları, kendilerini hayal ettikleri yardımsever hakemler olarak konumlandırır ve ezilenleri kadere tabi olarak görür. Ancak en şiddetli baskı bile kimseyi karar verme yeteneğinden ve sorumluluğundan mahrum bırakmaz. Terörizm, hoşnutsuz, iktidara aç seçkinlerin işidir. Hamas’ın faşist, antisemitik, kadın düşmanı eylemlerini koşulların doğal sonucu olarak görmek, Gazze halkını aşağılamaktır. Sefalet, sosyalizm çabasını da körükleyebilir, tersini de.
Fanon’un şiddetle ilgili görüşleri, Nazi Almanyası’na karşı savaşan Siyahi askerlerin deneyimlerine dayanırken, masum sivillerin katledilmesini kapsamaz.
İsrail’in Gazze’ye yönelik misillemesinin Hamas’a hizmet edeceği açıktır. Artan şiddet Hamas için “kazan-kazan” durumu yaratır. “Filistin yanlısı” yorumcuların 7 Ekim’de katledilen 1200 kişi hakkında çok şey söylememesi, sayılarının İsrail misillemesi tarafından gölgede bırakılmasıyla açıklanabilir. Hesaplamanın soğukluğu, zihnimizin farklı cinayet türlerini ayırt etme alışkanlığını reddeder.
“Terörizm” kelimesi, genellikle aşırı ahlaki düşünceye dayanan, her şeyi belirleyen güçlü bir “erdem” duygusu tarafından yönlendirilen, genellikle savunmada umutsuz ve paranoyak olan, merkezi ayrım gözetmeksizin korkunun yayılması olan siyasi mücadelede bir taktiği ifade eder. Terörizm, Robespierre’in “terör” tanımıyla (“adalet, hızlı, şiddetli, esnek olmayan… erdemin yayılması”) ilişkilendirilir. Medya tüketimi için bir gösteri olarak gerçekleştirilir. 7 Ekim faillerinin “terörist” olarak adlandırılmasına dair tartışmaların, kelimelerin belirli bir anlamı yokmuş gibi, “bir kişinin teröristi bir başkasının özgürlük savaşçısıdır” atasözü tarafından yönlendirildiği eleştirilir. Ancak özgürlük, terörün olumsuzluğudur. Terörist taktikler, sadece devlet iktidarını, yani özgürlüğü ele alarak veya yaratarak “özgürlük” arayanlara hizmet eder.
Antisemitizm, Milliyetçilik ve Solun İkilemleri
Hamas’ın terörizminin büyükşehir-solcu savunucuları, şiddeti soyut olarak ele alır. Onlar için sadece şiddet ve şiddetsizlik vardır ve ikincisi uygulanabilir bir strateji gibi görünmediğinden, birincisini şartsız onaylarlar. Bu, onları en ahlaksızlar için sözcü haline getiren ilgisiz bir gözlemci olarak konuşturur.
Bazı İsrailli politikacıların Hamas’la savaşırken “Nazilerle savaştıklarını” iddia etmesi, Nazilerin sadece bir milis olmadığı, güçlü bir sanayi ulusu ve devlet aygıtına sahip faşistler olduğu gerçeğini gizler.
Modern devlet, doğanın üstesinden gelen aklın enkarnasyonu olarak düşünülse de, aslında kendini korumak için programlanmış bir makinedir. Devletler adalet temelinde değil, güç temelinde çalışırlar. Çocuklarımıza bu tehlikeli makineye taş atmayı öğretmemeliyiz. Faşistler, kendilerini asimetrik savaşta mazlum olarak bulduklarında, kendi eski püskü güçlerini korumak ve muazzam bir suçluluk duygusu oluşturmak için çocukları feda ederler.
4. Irkçılık, Popülizm ve Günümüzün Siyasi Manzarası
Liberal çokkültürlülük, ırkçılıkla mücadelenin mevcut tek biçimi gibi görünse de, ırkçılığın banal, sıkıcı ve sistemik olduğu unutulur. Liberaller, kendi sıkıcı ve gri ırk düşüncelerini gizlemek için daha dramatik ırkçılık biçimlerine odaklanma eğilimindedir.
Efsanevi zihinde Farage, Churchill ve Büyük Alfred aynı kişidir. Efsane zaman kategorisini bilmediğinden, ilgili eylemleri aynı eylemin tekrarlarıdır. Modern toplum, kapitalist günlük yaşamın mit gibi yapılandırılması nedeniyle efsanevi anlatıya açık bir bilinç üretir.
Donald Trump’ın “Amerika daha önce hiç olmadığı gibi tekrar kazanıyor” önerisi, söyleminin ütopik-nostaljik mesiyanlığını özetler.
Gangsterlerle özdeşleşme, Trump örneğinde olduğu gibi, liberal toplumun Freudcu bir kaymasıdır. Halkın, toplumun kurallarından, gaspından ve tabularından herhangi birini atlatmayı hayal etmesi, itaatkarlıktan nefret etmelerine ve bunu yapanlara hayranlık duymalarına neden olur.
Irkçı paranoya, aşağı ırkların kendi zararlı yollarıyla üstün olabileceği ve bir gün usta ırkı alt edebileceği inancını içerir. Bu, antisemitizmde imza iddiası haline gelse de, birçok ırkçılıkta bulunur. Irkçıların çoğunlukla üstünlüklerinden gerçekten emin olmadıkları ve bu nedenle göçmenlere karşı gergin oldukları belirtilir.
“Radikal İslam” diye bir şey olamaz, çünkü dindarlık kendi içinde ölçülemez veya sıralanamaz. Yalnızca belirli endişelerle ilgili olarak radikal veya ılımlı olunabilir. Herhangi bir din içindeki hareketler, o dinin temel endişesi ve siyaseti, toplumu ve ekonomiyi nasıl şekillendirmesi gerektiği açısından tanımlanabilir.
Antisemitizmin kapitalizmin “kısaltılmış” veya “kesilmiş” bir eleştirisi olduğu formülü yanıltıcıdır. Kapitalizmin normal eleştiri biçiminin Marksist değil, muhafazakar olduğu öne sürülür.
Liberal devletin faşistlerin üzerine inmesini istememeyi göze alamayız. Devletin algılanan veya gerçek bir düşmana nasıl davrandığı, yalnızca bu düşmanın gücüne bağlıdır. Terörist taktikler kullanan faşistler, gönülsüz astlarını feda eder ve düşmanın onları istediği gibi katletmesini sağlayarak muazzam bir suçluluk duygusu oluştururlar.
Sonuç: Kapitalist Düzenin Sürekli Çatışması ve İkilemleri
Marcel Stoetzler’in “Kapitalizmin Psikoanalizi” adlı bu derinlemesine metni, modern kapitalist toplumun çelişkili doğasını, tarihsel süreçlerin karmaşıklığını ve bireysel ile kolektif deneyimlerin birbirine geçişini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Metin, sadece mevcut duruma bir eleştiri getirmekle kalmıyor, aynı zamanda okuyucuyu düşünsel bir yolculuğa çıkararak, kabul ettiğimiz normların ve algıların altında yatan dinamikleri sorgulamaya teşvik ediyor. Stoetzler’in analizi, “örgütlü iyilik” ve “kötülüğün belirginleşmesi” gibi kavramların sadece yüzeysel bir anlam taşımadığını, aksine toplumsal yapıların ve ideolojilerin derinliklerinde şekillendiğini gösteriyor. Bu metin, kapitalist dünyanın ve onunla birlikte gelişen siyasi ve kültürel fenomenlerin çok katmanlı yapısını anlamak için vazgeçilmez bir rehber niteliğinde.