Doğu ve Batı’yı Bütünleştirmek: Neden Bu Kadar Zorlanıyoruz?

Türkiye gibi Doğu ve Batı medeniyetlerinin kavşağında yer alan toplumlarda, kendi kimliğimizi “Doğulu” ve “Batılı” olarak ikiye ayırma eğilimi yaygındır. İdeal olan, bu iki yönü birer karşıtlık olarak görmek yerine, tamamlayıcı parçalar olarak entegre etmek ve daha zengin, bütüncül bir kimlik oluşturmaktır. Peki, kulağa bu kadar mantıklı gelen bu entegrasyon neden bu kadar zorlayıcıdır? Bireyler ve toplumlar bu süreçte neden bu kadar bocalıyor?


1. Tarihsel ve İdeolojik Yük: Üstünlük ve Geri Kalmışlık Anlatıları

Doğu ve Batı’nın karşıtlığı, tarihsel süreçte derin kökler edinmiştir. Özellikle Batı’nın modernleşme, sanayileşme ve bilimsel ilerlemesi, Doğu’da bir “geri kalmışlık” veya “eksiklik” algısı yaratmıştır. Bu algı, Batı’yı idealize edilmiş bir “üstün öteki” konumuna yerleştirirken, Doğu’yu “geleneksel,” “duygusal,” “ilkel” veya “rasyonel olmayan” bir imaja barkmıştır.

  • Oryantalizm ve İçselleştirme: Edward Said’in bahsettiği Oryantalizm, Batı’nın Doğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda inşa etme biçimidir. Bu inşa, Doğu toplumlarının kendi içlerinde bir aşağılık kompleksigeliştirmesine neden olabilir. Kendi kültürel kodları, Batı’nın “ilerleme” normlarına uymadığı için değersizleştirilebilir veya gizlenmeye çalışılabilir. Bu ideolojik yük, bireylerin kendi “Doğulu” yönlerini bilinçdışına itmesine veya ondan utanmasına yol açar.
  • Modernleşme İdeolojisinin Baskısı: Türkiye gibi ülkelerdeki modernleşme projeleri, genellikle Batı’yı taklit etmeyi ve onun kurumlarını, değerlerini içselleştirmeyi hedeflemiştir. Bu süreç, bireyler üzerinde “Ya Batılı olursun ya Doğulu” ikilemini dayatan bir baskı oluşturmuştur.

2. Psikodinamik Çatışmalar: İd, Ego ve Savunma Mekanizmaları

Psikanalitik açıdan bakıldığında, bu zorlanmanın temelinde bireyin kendi içsel çatışmaları ve savunma mekanizmaları yatar:

  • İd ve Ego Arasındaki Gerilim: Bireyin “İd”i, yani köklerinden gelen temel dürtüleri, geleneksel değerleri, kolektif hafızası ve duygusal bağları, Batı’nın dayattığı “Ego”sal ideal (rasyonellik, bireycilik, başarı odaklılık) ile çatışabilir. Bu çatışma, içsel bir gerginlik ve huzursuzluk yaratır. Kişi, bir yandan aidiyet hissi veren geleneksel değerlere bağlı kalmak isterken, diğer yandan modern dünyanın sunduğu bireysel özgürlük ve başarı arayışında bocalayabilir.
  • Maskelenme ve Bastırma: Bu içsel gerilimi azaltmak için birey, “maskelenme” yoluna gidebilir. Batı’nın kabul edeceği bir kimlik sergilemek adına, kendi “Doğulu” yönlerini (örneğin, duygusal ifade biçimlerini, toplumsal normları) bastırabilir veya gizleyebilir. Bu durum, Solms’un bahsettiği gibi, bireyin gerçek benliğinden uzaklaşmasına ve derin bir yabancılaşma hissine kapılmasına neden olur. Bastırılan bu parçalar, “bastırılmışın geri dönüşü” olarak içsel çatışmalar, anksiyete veya kimlik krizleri şeklinde ortaya çıkabilir.
  • Projeksiyon ve Bölme: Birey, kendi içindeki “istenmeyen” veya “zayıf” gördüğü yönleri “Doğu’ya” yansıtabilirken, “arzulanan” veya “güçlü” gördüğü yönleri “Batı’ya” yansıtabilir. Bu bölme (splitting)mekanizması, kişinin kendisini bütüncül bir varlık olarak görmesini engeller ve bu iki yönü uzlaştırmayı zorlaştırır.

3. Kimlik Kargaşası ve Aidiyet Sorunları

Doğu ve Batı arasında kalma hissi, bireylerde derin bir kimlik kargaşasına yol açabilir. Nereye ait olduğu, hangi değerlere göre yaşayacağı konusunda belirsizlik yaşanabilir.

  • Aidiyet Boşluğu: Ne tam anlamıyla Batılı ne de tam anlamıyla Doğulu hissedememek, bireyde bir aidiyet boşluğu yaratabilir. Her iki taraftan da “farklı” hissetmek, yalnızlık ve anlaşılmama duygularını pekiştirebilir.
  • İçsel Çelişkiler: Birey, hem modernleşmenin getirdiği özgürlükleri deneyimlemek hem de geleneksel köklerine bağlı kalmak isteyebilir. Bu iki arzu arasındaki çelişki, sürekli bir karar verme ve kendini yeniden tanımlama ihtiyacı doğurur.

Sonuç: Entegrasyon ve Yeni Bir Kimlik İnşası

Doğu ve Batı’yı karşıtlıklar olarak değil, tamamlayıcı parçalar olarak entegre etmek, bireyin kendi içinde ve toplumda bir bütünleşme süreci gerektirir. Bu süreç, sadece entelektüel bir kabulden ibaret değildir; aynı zamanda derin psikolojik ve duygusal bir çalışmayı gerektirir.

  • Tarihsel Yükle Yüzleşme: Batı’nın “üstünlüğü” ve Doğu’nun “geri kalmışlığı” gibi tarihsel ve ideolojik anlatıları sorgulamak, dışsal baskılardan arınmış, otantik bir kimlik inşası için ilk adımdır.
  • Bilinçdışının İşlenmesi: Psikanalitik bir bakış açısıyla, bireyin kendi “İd”indeki bastırılmış veya maskelenmiş kültürel ve duygusal öğelerle yüzleşmesi, bu parçaları kabul etmesi ve onları “Ego”suyla bütünleştirmesi önemlidir. Bu, kendi içsel çelişkileriyle çalışmayı ve onları dönüştürmeyi gerektirir.
  • Yeni Bir Sentez Yaratma: Amaç, bu iki yönü reddetmek veya birini diğerine tercih etmek değil, her iki kültürden gelen değerleri harmanlayarak kendine özgü, zengin ve dinamik bir sentez yaratmaktır. Bu, hem bireyin hem de toplumun daha sağlıklı ve dirençli olmasını sağlar.

Bu entegrasyon süreci zorlu olabilir, ancak kişinin kendi kimliğinde daha derin bir anlam ve huzur bulması için kritik öneme sahiptir.