Kim Olduğumuzu Zannettiğimiz Şey Olmak Mümkün Mü ?

James Hollis’e göre, “kim olduğumuzu zannettiğimiz şey olma” süreci, büyük ölçüde bilinçdışı faktörler ve erken dönem adaptasyonları tarafından şekillendirilir. Bilinçdışı olanın bizi ele geçirdiğini ve tarihin ağırlığını bugüne taşıdığını belirtir.

1. Bilinç ve Ayrılmanın Travması

Hollis, bilinçli varoluşun başlangıcını, çocuğun ana rahminden ve anneden ayrılmasının travmasıyla ilişkilendirir. Bu ayrılık, bireyde “dünyanın büyük ve güçlü, kendisinin ise savunmasız ve bağımlı olduğu” temel bir mesaj bırakır. Bu durum, kişinin sürekli olarak iki gündem arasında kalmasına neden olur:

  • İlerleme (Gelişimsel İtici Güç): Biyolojik ve ruhsal olarak gelişme, ileriye doğru hareket etme dürtüsü.
  • Gerileme (Arkaik Özlem): Çocukluğun güvenli, içgüdüsel durumuna geri dönme özlemi. Bu ikili motivasyonlar, bilinçli olarak farkında olmasak bile her zaman içimizde işler. İlerleme, tanıdık olanın ölümünü, yani kim olduğumuzun ölümünü tehdit ederken, gerileme konforlu ve bilindik olanda kalmayı seçmektir, bu da ruhu köreltebilir ve inkar edebilir.

2. Korku ve Ruhsal Uyuşukluk (Letarji)

Bu “ikiz cinler” (twin gremlins), kişinin ilerlemesini engelleyen temel bariyerlerdir.

  • Korku: Bilinmeyene doğru bir sonraki adımı atmayı engeller, kişinin güvenli ritüellere, geleneksel düşünceye ve tanıdık çevrelere geri dönmesine neden olur. Yaşamın görevinden sürekli olarak korkmak, ruhsal bir yok oluş biçimidir. Hollis, Jung’dan alıntı yaparak, “kötülük ruhunun korku, inkar… gerileme ruhu olduğunu, bizi anneye bağlılık ve bilinçdışında çözülme ve yok oluşla tehdit ettiğini” belirtir.
  • Letarji (Ruhsal Uyuşukluk): Kişiyi rahatlamaya, uyuşmaya ve kolay yolu seçmeye ikna eder; bazen bir ömür boyu süren ruhsal bir unutkanlığa yol açar.

Bu ikilem karşısında kişi, gelişimsel olan anksiyete (ilerlemenin bedeli) ile gerileyici olan depresyon (hareketsiz kalmanın sonucu) arasında seçim yapmak zorunda kalır. Hollis, Baba Yaga benzetmesiyle, seçimin kaçınılmaz olduğunu ve bilinçli bir yol seçmemenin ruhun bizim adımıza seçim yapmasına neden olacağını ve depresyon veya hastalıkla sonuçlanacağını belirtir. Gelişim, her zaman anksiyete ve belirsizliğe karşı daha fazla tolerans kapasitesi gerektirir.

3. Yaşamın Trajik Anlamı ve Kaderin Rolü

Hollis, Antik Yunan trajedisinden ilham alarak, yaşamın “trajik anlamını” vurgular. İnsanların belirli sonuçlar için çabalamasına rağmen, genellikle beklenmedik yerlere savrulduklarını ve bu durumun büyük ölçüde bilinçli görünen seçimlerden kaynaklandığını belirtir.

  • Moira (Kader): Kişinin genetiği, ailesi, kültürü gibi yaşamın kaçınılmaz koşullarını ifade eder.
  • Nemesis: Seçimlerin sonuçlarını, yani “sonuçsal misillemeyi” ifade eder.
  • Sophrosyne: Zaman içindeki dengeleyici güçleri veya “ne ekersen onu biçersin” ilkesini ifade eder.
  • Hubris (Kibir): Kişinin kendini aldatma eğilimi, özellikle kararlarını verirken tüm gerçeklere sahip olduğunu sanma yanılgısı olarak tanımlanır.
  • Hamartia (Trajik Hata): “Yaralı vizyon” olarak çevrilebilir; kişinin kendi psikolojik geçmişinin bir sonucu olarak seçimlerini çarpıtma eğilimidir.

Bu “kibir” ve “yaralı vizyon”, kişinin yanlış seçimler yapmasına veya istenmeyen sonuçlarla karşılaşmasına neden olur. Hollis, “Neyden habersiz olduğumuzu bile yeterince bilemiyoruz” diyerek bilinçdışının güçlü etkisini vurgular. Oedipus örneği, bu kaderin ve bilinçdışı faktörlerin akıl üzerinde nasıl etkili olabileceğini gösterir. Bu tür bir bilgelik, egonun kibrine bir yenilgi gibi gelse de, kişiyi doğanın ve kendi bölünmüş psişesinin “müthiş güçleri” karşısında daha büyük bir alçakgönüllülüğe ve bilince ulaştırır.

4. Varoluşsal Yaralanma ve Savunma Mekanizmaları

Çocuklukta yaşanan “varoluşsal yaralanmalar”, kişinin kendini, dünyayı ve dünyayla nasıl ilişki kuracağını programlayan temel deneyimlerdir. Bu yaralanmalar iki ana kategoriye ayrılır ve bunlara karşı geliştirilen refleksif tepkiler, kişinin hayatını derinden etkileyen “pahalı hayaletleri” oluşturur.

  • 1. Ezilmişlik (Overwhelmment) Yarası: Çevrenin karşısında kişinin temel güçsüzlüğünü deneyimlemesi. Bu durum, istilacı ebeveynler, sosyoekonomik baskılar veya dünya olayları gibi faktörlerden kaynaklanabilir. Temel mesaj, dış dünyayı değiştirmeye gücünün yetmediğidir. Üç temel refleksif tepki vardır:
    • a. Kaçınma/Geri Çekilme: Potansiyel olarak cezalandırıcı etkiden kaçınma çabasıdır (örneğin, erteleme, inkar, geri çekilme, kaçınmacı kişilik).
    • b. Kontrol Etme: Durumu kontrol altına alma çabasıdır (örneğin, sosyopatik davranışlar, aşırı güç arayışı, pasif-agresiflik, zorbalık). İçsel güçsüzlüğün bir ölçüsü olarak dışsal güç arayışı gösterirler.
    • c. Uyum Sağlama/Bağımlılık (Codependence): Başkalarının isteklerini yerine getirerek kabul görme (örneğin, “iyi” olma, aşırı kibarlık, itaatkârlık). Bu, kişisel bütünlüğün ihlaline yol açar ve kişinin kendi yaşamını yönetme gücünü kaybetmesine neden olabilir.
  • 2. Yetersizlik (Insufficiency) Yarası: Dünyanın kişinin ihtiyaçlarını karşılamadığı deneyimidir. Bu, ebeveynlerin yokluğu, ilgisizliği veya maddi yoksunluk gibi durumlardan kaynaklanabilir. Üç temel refleksif tepki vardır:
    • a. Kendini Aşağılama/Sabotaj: Destekleyici bir başkasının yokluğunu “sevilmeye değer değilim” olarak içselleştirme, kendini küçümseme, riski reddetme ve kendini sabote eden seçimler yapma eğilimi.
    • b. Aşırı Telafi Etme: Güç, zenginlik, şöhret arayarak içsel yoksunluğu telafi etme (örneğin, narsist davranışlar, başkaları üzerinde egemenlik kurma). Bu, kişinin içsel yoksulluğunu gizleme çabasıdır.
    • c. Sürekli Güvence Arayışı: İlişkilerde sürekli onay ve güvence arayışı, hayal kırıklığına yol açan “büyülü öteki” fantazisi. Bu durum, bağımlılık davranışlarının (örneğin, yiyecek, maddeler, işkoliklik) temelini oluşturur ve hiçbir dışsal kaynak içsel boşluğu dolduramaz.

Bu altı tepki örüntüsü, hayatımızın farklı dönemlerinde farklı derecelerde belirgin olabilir ve yorgun, stresli veya bilinçli kontrolün azaldığı anlarda kolayca yeniden etkinleşebilir. Hollis, bu kalıpların bilinçdışı olduğunu ve kişinin hayatını sıkça tekrarlayıcı ve kendini sınırlayıcı bir döngüye soktuğunu vurgular.

5. Komplekslerin Rolü ve Özgürleşme

Bu davranışsal stratejiler, aslında “kompleks” adı verilen bilinçdışı enerji kümeleri tarafından yönlendirilir. Kompleksler, kişiliğimizin parçalarını oluşturan, tarihi olaylarla yüklenmiş ve tekrarlarla pekiştirilmiş, programlanmış tepkiler ve beklentiler üreten “ayrışmış kişilikler”dir. Bir kompleksin etkisi altındayken, genellikle bunu fark edemeyiz ve harcanan enerji durumu uygunmuş gibi hissederiz. İçsel olarak neyin göz ardı edildiği veya inkar edildiği, dışsal kaderimiz olarak karşımıza çıkar.

Hollis, ergenlik dönemindeki ayrılmanın bizi çocukluğun köleliğinden psikolojik olarak kurtarmadığını, çünkü bu bilinçdışı güçlerin çok güçlü olduğunu belirtir. “Orta geçit” (middle passage), ancak kişinin tekrarlarının, telafilerinin ve yaşam için geliştirdiği “tedavi planlarının” kökenlerinin bilinçdışı tarihte yattığını fark etmesiyle gerçekleşir. Bu, egonun özgürlük fantezisini yıkan alçaltıcı bir keşiftir. Bu ayrışmış kişilik parçalarını bilince taşımadan, onlarla diyalog kurmadan ve hayatımızdaki etkilerini gözlemlemeden, hayatımızı istediğimiz gibi yaratamayız.

Sonuç ve Özgürlüğe Çağrı

“Kim olduğumuzu zannettiğimiz şey olmak” bölümü, kimliğimizin karmaşık ve çoğunlukla bilinçdışı kökenlerini ortaya koyar. Çocuklukta edindiğimiz yaralar ve bu yaralara karşı geliştirdiğimiz adaptasyon stratejileri, yetişkinlikteki seçimlerimizi ve ilişkilerimizi şekillendirir. Ancak Hollis, bu durumu bir mahkumiyet olarak değil, bir farkındalık ve dönüşüm fırsatı olarak sunar. Bilinçli farkındalık geliştirerek ve geçmişin bu “pahalı hayaletlerini” tanıyarak, kişi kaderin zincirlerinden kurtulabilir ve kendi yaşamının sorumluluğunu üstlenebilir. Gerçek özgürlük ve otantik seçimler, ancak bu içsel güçlerin bilincine varıldığında mümkündür. Bu, kolay bir yolculuk değildir; acı ve anksiyete ile doludur, ancak ruhun daha büyük bir yaşam için yaptığı çağrıya yanıt vermenin tek yoludur.