Bilinçdışı gündemlerimizi ve çocukluk yaralarımızı kendi yakınlarımıza veya partnerlerimiz üzerine neden yansıtırız ?

James Hollis’e göre, insan ilişkileri, özellikle yakın ilişkiler, genellikle bireylerin bilinçdışı gündemleri ve çocukluk yaraları tarafından şekillenir. Bu durum, partnerler üzerine gerçekçi olmayan beklentilerin yüklenmesine ve ilişkilerde sürekli hayal kırıklıklarına yol açar. Bu dinamikler, “yansıtma (projection)” ve “aktarım (transference)” gibi psikolojik mekanizmalar aracılığıyla işler.

  1. Yansıtma (Projection) ve Aktarım (Transference) Mekanizmaları:
    • Yansıtma: Hollis, tüm ilişkilerin “yansıtma” ile başladığını belirtir. Bu, kişinin kendi içinde ihmal edilmiş ama dinamik bir değere sahip, genellikle bilinçdışı olan bir enerjiyi dış dünyaya, yani partnere atfetmesidir. Bu yansıtma, kişinin içsel yaşamının dış dünyada bir “psikodrama” olarak oynanmasına benzer; bilincimizi tekrar tekrar büyüleyen fantazmlar yaratır. Kişi, kendi içinde henüz bilinçli hale getirmediği konuları, değerleri veya görevleri, spontane bir şekilde bilinçdışından yükselerek baştan çıkarıcı yollarla dış dünyaya taşır. Bu, bir kariyer, bir partner veya bir çocuk olabilir. Kişinin kendisindeki “eksik bir psikolojik parça”ya duyulan çekimdir.
    • Aktarım: Yansıtmanın yanı sıra, ilişkilerde işleyen ikinci bir psikolojik mekanizma “aktarım”dır. Tarihsel olarak yüklenmiş varlıklar olarak, çocukluktan kalma bu tarihsel kalıpları ve bunların öngörülebilir sonuçlarını her yeni ilişkiye aktarma eğilimindeyizdir. Temel değerler (çekim/itme, sevgi/nefret, pasiflik/saldırganlık, güven/güvensizlik, yaklaşım/kaçınma, yakınlık/mesafe gibi) her zaman yeni ortama taşınır ve ilişkiye kendini dayatır. İlk başta, başka bir kişiyi tarihimizin kırıcı ekranı aracılığıyla refleksif olarak deneyimlediğimizi fark edemeyiz. Bu nedenle ilişkilerimizde pek çok tekrar görürüz.
    • İmago Kavramı: Hollis, bu yansıtma ve aktarımların temelinde, kişinin içsel “imago”sunun (derinlemesine yüklenmiş bir görüntü) yattığını açıklar. Bu imago, genellikle ebeveynlerle olan en temel ilişkisel deneyimlerimizden kaynaklanır ve çocukluktaki güvenlik, güven, öngörülebilirlik ve beklentilere dair mesajları içerir.
  2. Çocukluk Yaraları ve Komplekslerin Rolü:
    • Hollis’e göre, bu yansıtma ve aktarım mekanizmaları, kişinin “pahalı hayaletler” olarak adlandırdığı çocukluktan kalma bilinçdışı kalıplardan ve komplekslerden güç alır. Çocuklukta yaşanan “ezilme (overwhelmment)” veya “yetersizlik (insufficiency)” gibi varoluşsal yaralar, bireyin kendine ve dünyaya bakışını derinden etkiler.
      • Ezilme Yarası: Çevremizin (invaziv ebeveynler, sosyoekonomik baskılar, dünya olayları) karşı konulmaz gücü karşısında duyulan temel güçsüzlük deneyimidir. Bu yaraya refleksif tepkiler arasında kaçınma (geri çekilme, erteleme, inkar etme), kontrolü ele geçirme çabaları (güç arayışı, manipülasyon), veya uyum sağlama (“onlara istediklerini verin” sendromu, bağımlılık) bulunur.
      • Yetersizlik Yarası: Dünyanın ihtiyaçlarımızı karşılayamayacağı deneyimidir (ebeveynin yokluğu, fakirlik). Bu yaraya tepkiler arasında kendini değersiz görme (hayattan saklanma, kişisel olasılıkları küçültme), aşırı telafi etme (güç, zenginlik, şöhret arayışı), veya başkalarından sürekli onay ve güvence arama (bağımlılıklar) yer alır.
    • Bu çocukluk deneyimleri, “kompleksler” olarak adlandırılan bilinçdışı enerji kümeleri olarak kişiliğin bir parçası haline gelir. Bu kompleksler, egonun güçlerini gasp eden “gölge hükümetler” gibidir ve kişiyi “tarihin daralmasına” bağlar. Onlar, kişinin farkında olmadığı halde, mevcut anı istila eden ve bilinçli seçimleri sabote eden programlanmış tepkiler üretirler.
  3. Gerçekçi Olmayan Beklentilerin Yüklenmesi:
    • Yansıtma ve aktarım mekanizmaları, kişinin içsel eksikliklerini ve karşılanmamış çocukluk ihtiyaçlarını partnere yüklemesine neden olur. İdealize edilmiş “büyülü öteki” (magical other) fantezisi, partnerin kişinin tüm ihtiyaçlarını karşılaması, yaralarını iyileştirmesi ve hatta kişinin büyüme yükünden kurtarması beklentisini yaratır. Bu, modern dünyada romantik aşkın en güçlü ve yanıltıcı ideolojilerinden biridir.
    • Hollis, projeksiyonların beş aşamadan geçtiğini belirtir: sihirli hissetme (gerçekliği değiştirir), hayal kırıklığı (diğerinin beklenen gibi davranmaması), projeksiyonu güçlendirme çabaları (başkalarını kontrol etme), projeksiyonun geri çekilmesi (gerçekliğin fanteziye uymaması), ve projeksiyonun bilinçli hale gelmesi. Ancak çoğu zaman, bu son aşamaya gelinemez ve projeksiyonlar sürekli olarak yenilenir.
    • Bu beklentiler, kişinin kendi “gerçek özünden” (inherent Self) uzaklaşarak, öğrenilmiş “geçici kişilik” (provisional personality) veya “sahte benlik” (false self) ile özdeşleşmesinden kaynaklanır. Kişi, dışsal başarıları veya başkalarının onayını arayarak içsel boşluğu doldurmaya çalışır, ancak ruhun bu şekilde tatmin edilemeyeceğini keşfeder.
  4. Sonuçlar ve Kişisel Stratejiye Etkisi:
    • Partner üzerine yansıtılan bu beklentiler, kaçınılmaz olarak hayal kırıklığına yol açar, çünkü hiçbir dışsal varlık, bir kişinin ruhunun tüm özlemlerini karşılayamaz. Bu durum, ilişkide çatışma, hayal kırıklığı, yabancılaşma ve hatta zarar verici davranışlara yol açar. Kişi, yaşadığı sorunlardan partneri sorumlu tutma eğilimindedir, oysa bu sorunlar genellikle kişinin kendi içsel dinamiklerinden kaynaklanır.
    • Hollis, bu “semptomların” (ilişkisel sorunlar, depresyon, bağımlılıklar) aslında ruhun “otonom bir protestosu” olduğunu ve “derin isteğini veya ruhsal niyetini” gösteren ipuçları olduğunu vurgular. Bu içsel süreçleri anlamak ve kendi sorumluluğumuzu üstlenmek, kişisel “strateji”mizi belirlemede kritik öneme sahiptir.
    • Bilinçli farkındalık olmadan, bu geçmiş kalıplar ve kompleksler, kişinin yaşam seçimlerini bilinçdışı bir şekilde yönlendirmeye devam eder. Bu kalıpları fark etmek, kişinin bilinçli seçim yapma kapasitesini artırır ve kendini sabote eden davranışlardan kurtulmasını sağlar. Ancak bu, egonun konfor ve güvenlik gündemini terk etmesini gerektiren zorlu bir süreçtir.

Özetle, kişinin bilinçdışı gündemleri ve çocukluk yaraları, partnerin gerçekliğinden ziyade, bireyin kendi içsel dünyasının bir yansıması olarak işler ve ilişkileri gerçekçi olmayan beklentilerle yükler. Bu durum, sürekli hayal kırıklıklarına ve tekrarlayan patolojilere yol açar. Bu döngüyü kırmak için bireyin kendi içsel yaralarını ve komplekslerini bilinçli hale getirmesi, sorumluluk alması ve ruhun daha geniş gündemine hizmet etmesi hayati önem taşır.