Kıskançlık, çekememezlik ve sahiplenme gibi ailevi “tuzaklardan” kaçınmak ama nasıl ?

Sürekli bir mücadele alanı olarak bunlar bireysel düzeyde şiddetin ve kontrolün araçlarıdır ve toplumun genel baskıcı sistemleriyle yakından ilişkilidir.

  1. Ailesel Tuzaklar ve Devrimci Ahlak: Coper, “devrimci ahlakın” yerleşik ailesel ahlakçılığın, özellikle de suçluluk duygusuna dayalı görev ahlakının üstesinden gelmek anlamına geldiğini belirtir. Bu, insanlar arasında dayanışma ve güven yaratmayı gerektirir. Bu bağlamda, kıskançlık, çekememezlik, sahiplenme ve her şeyden önemlisi “suçlulaştırma” (diğerlerini kontrol etmek için suçlu hissettirme) gibi “ailesel tuzaklardan” kaçınmak hayati önem taşır. Kendini suçlu hissetmenin bile agresif şiddetin bir aracı olduğu vurgulanır – bu, “büyük bir kaçıştır”. Gerçek özerklik, başkasının özerkliğini azaltmaya bağlı olamaz.
  2. Familializmin Rolü: Baskı ve Kontrol Aracı:
    • Kapitalist Sistemin Temeli: Kitap, kapitalist toplumlarda, aileselcilik ideolojisinin (familialism) kitle iletişim araçlarının ve eğitim süreçlerinin (özellikle ‘ileri liberalizm’de) kapitalist sansürünün bir parçası olduğunu belirtir. Aile, ucuz işgücü, giderek artan gerekli işsiz insan gücü veya psikiyatrik kurbanlar, suçlular, kapitalizmin top yemi veya “şiddetli, ihlalci iktidarsızlıklarının trajedisini ifade eden güçlü faşist işadamı yüzlü adamlar” için paralı askerler haline gelmek üzere koşullandırılmış çocuklar üretilerek ödeme alınabilen bir yapı olarak sunulur.
    • Baskıcı Şiddetin Aracısı: Aile, insanların itaatkar bir şekilde boyun eğmeyi, özerkliklerinden vazgeçmeyi ve umutlarını kaybetmeyi öğrendikleri baskıcı şiddetin başlıca aracı olarak tanımlanır. Çocuklar, biyolojik ebeveyn çiftinin şematizasyonunun dışında kendi ilişkilerini kurma hakkına sahip olmalıdır.
    • Psikiyatrinin Ailesel Modeli: Psikiyatri ve psikanalizin “ailesel” (familialist) bir ideolojiyi pekiştirdiği eleştirisi yapılır. Psikanaliz, aile deneyim modelini (“aktarım” kavramında ima edilen model) içererek, insanların deneyimlemesinin ailesel yollarını ince bir şekilde pekiştirir ve bu “en kötü psikanalitik tuzaklardan” biridir. Normalizasyon ve konformizm hedefiyle, psikanaliz bir “aile koruyucu, orgazmik olmayan insanları aptallaştırma sistemi” üretir ve para-faşist bir ideolojik araç haline gelir.
    • Nevrotik Durum ve Oedipus: “Nevrotik” durumun temel çelişkisi, kişinin içinde bulunduğu toplumsal “b.ktan” araçlarla protesto etmesi (belirtiler) ancak aynı zamanda doktor-hasta ilişkisinde ailesel, “oedipal” bir varoluş biçimini de işbirlikçi bir şekilde pekiştirmesidir.
    • Cinsellik ve Aile: Kapitalist zaman, cinsel yaşamı hapseder ve orgazm olasılığı koşullarını yok eder. Üremeye yönelik cinsellik (Procreative Sexuality), kapitalist sistem için işgücü ve kadın gücü üretmeyi hedefler, en az zevkle. Bu, itaatkar cinselliktir ve orgazmik cinsellik ile tamamen çelişir. Orgazmik cinsellik ise “devrimci” bir nitelik taşır ve “patronlara hizmet eden kölece, kısıtlayıcı, boğucu aile sisteminin sonu” anlamına gelir.
  3. Özerklik ve Destekleyici Sistemler:
    • Çözülme ve Yeniden Yapılanma: Delilik (madness), aileselcilikten (aile modellemesiyle kurulmuş kurumlar dahil) özerkliğe doğru bir harekettir. Bu, deliliğin gerçek “tehlikesi” ve şiddetle bastırılmasının nedenidir. Delilik, bir kişinin yaşamında sürekli devrimdir. Mevcut bir varoluşun yabancılaşmış yapılarının yıkılması ve daha az yabancılaşmış bir varoluş biçiminin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu destrüktürizasyon/restriktürizasyon, yaratıcı faaliyetin mantığı ve deliliğin dili olarak tanımlanır.
    • Toplumsal Destek ve Dayanışma: Kişisel sorunlar “bizim” sorunlarımız değildir; bunlar “başkalıktan” gelir. Bu başkalık, mikro-sosyal “kişisel” ilişkilerden kurumsal ve makro-sosyal ilişkilere kadar insan ilişkilerinin tüm kitlesini içerir. Deliliğin toplumsal olarak görünür hale gelmesi durumunda, müdahale genellikle aile ve psikiyatri gibi ölümcül kapalı bir döngüye düşer, bu da devrimci olmayan, ömür boyu süren bir krize yol açabilir. Bu nedenle, özgürleşme, aile dışındaki ilişkilerin ve kolektif eylemin önemini vurgular.

Kısacası, kaynaklar kıskançlık, çekememezlik ve sahiplenme gibi duyguların, sadece kişisel sorunlar olmadığını, aksine kapitalist sistemin ailevi yapıları aracılığıyla bireyler üzerinde kontrol ve şiddet uygulama biçimleri olduğunu iddia etmektedir. Bu “tuzaklar”, bireyin özerkliğini teslim etmesini ve mevcut baskıcı sisteme boyun eğmesini sağlamak için kullanılan ideolojik araçlardır. Gerçek özgürleşme ve özerklik, bu ailesel bağların ve bunlarla ilişkili ideolojilerin yıkılmasıyla mümkündür.