Sistem, insanları neden sürekli yanlış bilgilendirir ve “kişisel sorunları” gerçek politik bağlamından kopararak mistifiye eder ?

Gündelik hayatımızda karşılaştığımız zorluklar, sıklıkla kişisel başarısızlıklar, psikolojik dengesizlikler veya bireysel eksiklikler olarak çerçevelenir. “Kendini gerçekleştirme”, “içsel yolculuk” ve “kişisel gelişim” gibi terimler, modern çağın popüler arayışlarıdır. Ancak radikal psikiyatrist David Cooper, 1978 tarihli “Çılgınlığın Dili” adlı kitabında bu algıyı kökten reddeder. Cooper’ın esas tezi, hepimizin hayatına dokunan bir gerçeği işaret eder: “Kişisel sorunlar yoktur, sadece politik sorunlar vardır.”. Peki, sistem bizi neden bu şekilde düşünmeye iter ve Jung’un geniş bilinçdışı kavramları bile bu politik okumanın neresinde durur.

Sistemin Mistifikasyon Mekanizması: Kişisel Sorunların Yaratılışı

Cooper’a göre, modern toplumda psikiyatri, psikoloji ve psikanaliz gibi alanlar, bireyin yaşadığı sıkıntıları “patolojilere” indirgeyerek, aslında toplumsal baskı ve sömürüyü gizleyen araçlar haline gelir. Bu süreç, bir dizi “normalleştirici teknik” ve “tıbbi güç” kullanılarak gerçekleştirilir. Sistemin temel amacı, mevcut düzenin devamını sağlamaktır. Bunu da bireylerin gerçek düşmanı, yani kendilerini sömüren kapitalist sistemi ve onun “sınıf çıkarlarını” görmelerini engelleyerek yapar.

  • Profesyonel Kurtarıcılar ve Normallik Tanımı: Psikiyatristler, sosyal hizmet uzmanları, öğretmenler gibi “profesyonel kurtarıcılar”, iyi niyetli olsalar bile, sistemin belirlediği “normallik” tanımlarını pekiştirerek işlev görürler. Bu “normallik”, üretim araçlarına sahip olanların sınıf çıkarları doğrultusunda sinsi bir şekilde belirlenir. Sistem, gerçek ihtiyaçları tanımak yerine, bireylere yeni “ihtiyaçlar” dayatır ve sonra bu ihtiyaçları “karşılayan uzmanlar” olarak konumlanır.
  • Aileyi Araçsallaştırma (Familializm): Sorunların genellikle “Oedipal” veya “ailevi” modellere göre yorumlanması, makro-politik gerçekliğin birey üzerindeki derin etkilerini göz ardı etmeye hizmet eder. Psikanaliz, “aileci ideoloji”yi güçlendirerek, insanları “orgazmik olmayan aptallaşma” sistemine dahil eder ve böylece para-faşist bir ideolojik aygıt haline gelir. Aile, bireylerin itaatkâr olmayı öğrendikleri ve özerkliklerini teslim ettikleri temel bir baskı aracıdır.
  • Kitle İletişim ve Eğitim: Kitle iletişim araçlarındaki ve eğitim süreçlerindeki kapitalist sansür, bu mistifikasyonu daha da derinleştirir. İnsanlar, çıkarlarına aykırı olsa bile, sistemin sunduğu “baskıcı normallik” versiyonunu kabul etmeye zorlanır. Sistem, basit “gerçeklerin sunulması” gibi devrimci bilgiyi, karmaşık teorilerle veya terminolojik saptırmalarla gizler. Çünkü basit “bilgi devrimcidir” ve “gerçeği söylemek sistemi tehdit eder”

Jung’un Kolektif Bilinçdışı ve Cooper’ın Eleştirisi

Jung, Freud’un bireysel bilinçdışı kavramını genişleterek, “ırkın kolektif bilinçdışı”ndan ve buraya yerleşmiş “fantezilerden” bahseder. Cooper, nörofizyolojik araştırmaların ve bu tür kavramların önemini kabul ederken, potansiyel tehlikelerine de dikkat çeker . Cooper’a göre, eğer insan deneyiminin karmaşıklığı, insanları manipüle etme amacıyla nörofizyolojik veya sabit “kolektif” yapılara indirgenirse, bu tehlikeli bir hal alır.

Jung’un kolektif bilinçdışı kavramı, bireyin yaşadığı sıkıntıları daha geniş, kişisel olmayan arketipsel miraslara bağlayarak, sorunların mevcut somut toplumsal, ekonomik ve politik koşullarla olan bağını göz ardı etme riskini taşır. Cooper için önemli olan, bireyin bilinçdışının veya kolektif miraslarının, mevcut “sömürü sistemi” ve “sınıf çıkarları” ile olan doğrudan bağlantılarının anlaşılmasıdır . Eğer bir kavram, bireysel deneyimi mevcut toplumsal baskılardan soyutlarsa, bu da bir “mistifikasyon” biçimi haline gelebilir . Bilgi, insanları “nesne” olarak manipüle etme niyetine hizmet ettiğinde, gerçekliği çarpıtır ve “insan nesneleri” yaratır.

“Kişisel Sorunlar” Olarak Gizlenen Politik Gerçeklikler

Cooper, sistemin kişisel sorunlar olarak sunduğu alanların aslında nasıl politik meseleler olduğunu detaylandırır:

  • İş ve Yabancılaşma: İş hayatındaki tatminsizlik, “iş stresi” olarak adlandırılsa da, aslında “yabancılaşmış emek” olgusunun bir sonucudur. Kapitalist sistemde, insanlar kendi yeteneklerini tam olarak ifade edemez, işlerinin ürününden ve sürecinden kopuk yaşarlar “Kapitalist zaman” , sermaye birikimine odaklanarak, insan deneyiminin özgürleşme koşullarını yok eder. Boş zamanlar bile “üretici” olmaya odaklanmıştır ve bu, milyarlarca çalışanın sadece patronları için “kâr ve yanılsama” ürettiği devasa bir israf alanı yaratır.
  • Yaratıcılık ve “Delilik”: “Kendini bulma” veya “yaratıcılığını keşfetme” gibi kavramlar genellikle kişisel arayışlar olarak sunulur. Ancak Cooper için çılgınlık (madness), aslında “özerk değişime yönelik radikal bir ihtiyaç” ve “ailecilikten özerkliğe doğru bir hareket”tir. O, deliliği “evrensel bir yıkım” ve “politik bir açıklama”olarak görür. Sistem, bu devrimci potansiyeli bastırmak için “psikiyatrik müdahaleyi” kullanır. Psikiyatrik müdahale, deliliğin “neşesini” ve “umutsuzluğunu” yok ederek, geriye “hiçbir insanı” bırakmaz. Sanatsal ifade ise, dilin “denormalizasyonu” , yani onu araçsal olmaktan çıkararak özerk insani ihtiyaçlarla ilgili hale getiren bir yoldur. Yaratıcılık, “normalleşmiş, yabancılaşmış algı sistemlerini” parçalayarak devrimci bir işlev görür. Delilik bir “hastalık” değil, bir “kurtarma”dır.
  • Cinsellik ve Orgazmik Politika: “Orgazmik cinsellik”, sistemin dayattığı “üremeye yönelik cinselliğe” karşı çıkan devrimci bir eylemdir. Kapitalist zaman, cinsel yaşamı hapseder ve orgazmın koşullarını yok eder . Orgazm anı, zihnin iptali ve baskıcı zaman sisteminin yıkımıdır . Bu an, insan ilişkilerinde özerkliğin ve özgürlüğün, dolayısıyla devrimci dayanışmanın temel başlangıç noktalarından biridir.

Sistem Bunu Neden Yapar?

Sistemin “kişisel sorunları” mistifiye etmesinin ana nedenleri şunlardır:

  1. Kontrol ve Kârı Sürdürmek: Kapitalist sistemin varlığı, kârlılık ve kontrol sistemlerine bağlıdır. Sorunları kişisel olarak tanımlamak, toplumsal hoşnutsuzluğun kolektif bir isyana dönüşmesini engeller. Böylece halk, sisteme karşı değil, kendi “yetersizliklerine” karşı mücadele eder.
  2. Muhalifleri Bastırmak: “Delilik”, sisteme karşı bir “politik muhalefet” olarak görüldüğünden, psiko-teknikler “sapmayı, muhalifliği, gerçekliği bastırmak” ve “sorun çıkaranları sessizleştirmek” için kullanılır. Bu, açıkça politik bir baskı aracıdır.
  3. Rıza Üretmek ve İdeolojik Tekrar: Kitle iletişim araçları ve eğitim sistemi aracılığıyla sürekli yanlış bilgi akışı, insanların sistemsel baskıyı kabul etmesini sağlar. Psikanaliz gibi ideolojiler, “solun genç entelektüellerini” bile baştan çıkararak, mevcut düzenin devamlılığını garanti altına alır [1, s. 365].

Çözüm: Politik Kurtarma ve Sürekli Mücadele

Cooper’a göre, bu kısır döngüyü kırmanın yolu, çalınan “bilincimizi” ve “gerçekliğimizi” politik olarak geri almaktır . Bu, sadece ekonomik yapıyı değiştiren “altyapısal (politik) devrim” değil, aynı zamanda insanların “hayatlarını yaşama ve sevme biçimlerini” değiştiren bir “sosyal devrim” gerektirir.

  • Anti-Psikiyatri ve Özyönetim (Autogestion): Cooper, deliliği bir hastalık olarak “içerme” veya “normalleştirme” değil, onu “devrimci bir güç” olarak topluma entegre etmeyi ve kişisel yaratıcılığa dönüştürmeyi amaçlayan “anti-psikiyatri” ve “özyönetim (autogestion)” gibi hareketleri savunur Nihai hedef, tüm psiko-teknolojilerin ve dolayısıyla psikiyatrinin tamamen ortadan kaldırılmasıdır.
  • Dayanışma ve Gerçekliği İfşa: Mikro-sosyal bağlamda, aile ve arkadaşlar gibi küçük gruplar içindeki ilişkileri politik bir mercekle incelemek, sistemin baskıyı nasıl somutlaştırdığını anlamamızı sağlar . Ortak sorunların politik kökenlerini görmek, “atomize olmuş” topluluklarda dayanışma ağları oluşturarak sistemin “iktidarsızlığını” ortaya çıkarır . Bu, “yapısızlaştırma/yeniden yapılandırma” (destructuring/restructuring) sürecidir yani yabancılaşmış yapıların yıkımı ve daha az yabancılaşmış bir varoluşun yeniden inşası
  • Sürekli Mücadele: Cooper, hayatın “umutsuzluk” değil, “kalıcı bir mücadele” [1, s. 17] olduğunu belirtir. Bu mücadele, “gerçek bir umudun” kaynağıdır. Önemli olan, “normal konuşmanın banal sohbetini” aşarak, “ifade edilemez olanın” derin sessizliğine kulak vermektir.

Sonuç: Bilinçli Bir Uyanış

David Cooper’ın bu radikal anlayışı, bizi hayatımızın her alanını saran politik sistemin etkilerini sorgulamaya davet eder. İşimizdeki tatminsizlikten, yaratıcılık arayışlarımıza, hatta kendimizi bulma çabalarımıza kadar her şey, içinde yaşadığımız toplumsal, ekonomik ve siyasi yapılarla derinden bağlantılıdır.

Unutmayalım ki, “delilik evrensel bir toplumsal mülkiyettir; rüyalarımızın ve ölümlerimizin gerçekliği gibi bizden çalınmıştır: bunları politik olarak geri almalıyız ki, dönüştürülmüş bir toplumda yaratıcılık ve kendiliğindenlik haline gelsinler”. Sorunlarımızı kişiselleştirmeyi bıraktığımızda, onları kolektif bir mücadele alanı olarak görmeye başlarız. Bu, toplumsal dönüşümün ve gerçek özgürleşmenin kapısını aralayacaktır.