İhsan Oktay Anar’ın Kitab-ül Hiyel’inde Davut ve Golyat Göndermelerinin Mekanik ve Düşünsel Katkıları
İhsan Oktay Anar’ın Kitab-ül Hiyel adlı romanı, Osmanlı döneminde geçen ve mekanik ilmi ile insan hırsının kesişiminde şekillenen bir anlatıdır. Roman, Yâfes Çelebi, Kara Calûd ve Üzeyir Bey’in hikâyeleri üzerinden, insanın doğaya hükmetme arzusunu ve bu arayışın getirdiği etik, tarihsel ve insani sonuçları inceler. Davut ve Golyat mitolojisine yapılan göndermeler, romanın mekanik ve düşünsel atmosferini zenginleştiren temel unsurlardan biridir.
İnsanın Doğaya Hükmetme Çabası
Anar’ın romanında, mekanik ilmi, insanın doğayı kontrol etme arzusunun bir yansıması olarak sunulur. Yâfes Çelebi’nin savaş makineleri tasarlama tutkusu, doğanın kurallarına meydan okuma çabasıyla şekillenir. Davut ve Golyat hikâyesi, bu bağlamda, insanın kendi sınırlarını aşma arzusunu temsil eder. Golyat, fiziksel gücü ve yenilmezliğiyle doğanın ham, kontrol edilemez gücünü sembolize ederken, Davut, zekâsı ve inancıyla bu güce üstün gelen insanı temsil eder. Anar, bu mitolojik referansı, Yâfes’in hiyel ilmine olan tutkusuna yedirir; Yâfes’in makineleri, doğayı “sadık bir köle” haline getirme arzusunun somutlaşmış halidir. Ancak, bu çaba, roman boyunca hem bireysel hem de toplumsal düzeyde yıkıcı sonuçlar doğurur. Yâfes’in hırsı, onun kendi sonunu hazırlarken, Golyat’ın yenilmezlik mitinin çöküşü gibi, insanlığın kibirle şekillenen projelerinin kırılganlığını vurgular. Bu bağlamda, Davut’un Golyat’ı alt etmesi, insanın aklıyla doğayı yenebileceği yanılsamasını güçlendirirken, aynı zamanda bu zaferin geçici olduğunu hatırlatır.
Kutsal Anlatılarla Mekanik Arasındaki Bağ
Roman, kutsal anlatılardan beslenerek mekanik ilminin sınırlarını sorgular. Davut ve Golyat hikâyesi, özellikle Kara Calûd karakteri üzerinden yeniden yorumlanır. Calûd, mitolojik Golyat’ın modern bir yansıması olarak, fiziksel gücüne ve cinsel tahakküm arzusuna dayalı bir iktidar peşindedir. Ancak, onun bu hırsı, doğurganlık ve soyunu devam ettirme çabalarında başarısızlığa uğrar. Anar, Calûd’un yetmiş yedi ölü doğumla karşılaşmasını, Golyat’ın Davut karşısında yenilgiye uğramasına paralel bir şekilde kurgular. Bu yenilgi, sadece fiziksel bir yıkım değil, aynı zamanda insanın kendi biyolojik ve toplumsal sınırlarıyla yüzleşmesidir. Davut figürü ise, romanda demiri elleriyle şekillendiren ve günahsız addedilen bir çocuk olarak belirir. Bu karakter, demirin günahkârlara direndiği inancını sarsarak, mekanik ilminin etik sınırlarını sorgular. Anar, bu karşıtlık üzerinden, teknolojinin ve bilimin, insanın ahlaki sorumluluklarından bağımsız olamayacağını ima eder. Davut’un masumiyeti, mekanik ilminin saf bir yaratıcılıkla değil, hırs ve kibirle şekillendiğinde yıkıcı olabileceğini gösterir.
İktidar Hırsının Sembolik Yansımaları
Davut ve Golyat mitolojisi, romanın iktidar arayışı temasını güçlendiren bir araçtır. Yâfes, Calûd ve Üzeyir’in her biri, farklı biçimlerde iktidar peşindedir: Yâfes mekanik silahlarla padişaha ulaşmayı, Calûd soyunu devam ettirerek dünyayı yönetmeyi, Üzeyir ise devr-i daim makinesiyle doğanın sınırlarını aşmayı hedefler. Golyat’ın devasa gücü, bu karakterlerin sınırsız iktidar arzusunu temsil ederken, Davut’un zaferi, bu hırsın kırılganlığını ve geçiciliğini vurgular. Özellikle Calûd’un hikâyesi, Golyat’ın yenilmezlik mitinin çöküşüne paralel bir trajedi sunar. Calûd’un fiziksel üstünlüğü ve cinsel gücü, onun iktidar hırsını besler, ancak bu hırs, doğurganlıkta başarısızlığa uğrayarak kendi kendine çöker. Anar, bu anlatıyı, Osmanlı toplumunun siyasi ve toplumsal dönüşümleriyle de ilişkilendirir. Yeniçeri isyanları, Nizam-ı Cedid reformları ve Tanzimat dönemi gibi tarihsel olaylar, romanın arka planında, bireysel hırsların toplumsal yansımalarını gözler önüne serer. Davut ve Golyat’ın karşılaşması, bu bağlamda, bireyin kendi kibrine karşı mücadelesini de sembolize eder.
Anlatının Dili ve Mitolojik Katmanlar
Anar’ın anlatımı, Dede Korkut hikâyeleri ve Binbir Gece Masalları gibi geleneksel anlatı tekniklerinden beslenir. Davut ve Golyat mitolojisi, bu anlatı geleneği içinde, hikâyenin hem tarihsel hem de evrensel boyutlarını güçlendirir. Romanın dili, Osmanlı Türkçesinin zengin kelime haznesini ve ironik üslubunu yansıtırken, mitolojik göndermeler, anlatıya derinlik katar. Örneğin, Davut’un demiri elleriyle şekillendirmesi, kutsal anlatılarda demircilerin piri olarak bilinen Davut Peygamber’e bir göndermedir. Bu, mekanik ilminin sadece teknik bir çaba olmadığını, aynı zamanda insanın varoluşsal arayışlarıyla bağlantılı olduğunu gösterir. Calûd’un Samson ile özdeşleştirilmesi ise, gücün ve kibrin geçici doğasını vurgular. Anar, bu mitolojik unsurları, hikâyeyi hem mizahi hem de trajik bir tonda sunarak, okuyucuyu insan doğasının çelişkileri üzerine düşünmeye davet eder. Romanın çizimleri, Anar’ın kendi elinden çıkarak, mekanik tasarımların detaylarını görselleştirirken, mitolojik unsurların somutlaşmasına da katkıda bulunur.
İnsanın Kendiyle Yüzleşmesi
Romanın en çarpıcı yönlerinden biri, Üzeyir Bey’in hikâyesinde görülen içsel dönüşümdür. Davut ve Golyat mitolojisi, Üzeyir’in kuyu metaforu üzerinden yeniden yorumlanır. Kuyu, hem bir izolasyon mekânı hem de insanın kendiyle yüzleşme alanıdır. Üzeyir, Calûd’un ona dayattığı korkular ve hırslarla şekillenen bir dünyada büyür, ancak kuyuda geçirdiği süre, onun bu dayatmalardan kurtulmasını sağlar. Davut’un Golyat’ı yenmesi, Üzeyir’in kendi kibrini ve korkularını alt etmesi ile paralellik gösterir. Anar, bu dönüşümü, Mevlana’nın “Neyi arıyorsan o’sun” felsefesine dayandırır. Üzeyir’in kuyudan “taze” bir zihinle çıkması, insanın kendini yeniden inşa etme potansiyelini vurgular. Bu, romanın mekanik ilmiyle sınırlı olmayan, insanın varoluşsal arayışını merkeze alan bir anlatıya dönüşmesini sağlar. Davut’un masumiyeti ve Golyat’ın kibrinin çöküşü, Üzeyir’in hikâyesinde, bireyin kendi içsel devleriyle mücadelesi olarak yeniden anlam kazanır.
Tarihsel ve Toplumsal Yansımalar
Anar, Davut ve Golyat mitolojisini, Osmanlı toplumunun dönüşüm süreçleriyle ilişkilendirerek, hikâyeyi tarihsel bir bağlama oturtur. Roman, III. Selim’den II. Meşrutiyet’e uzanan bir dönemde geçer ve Yeniçeri isyanları, Nizam-ı Cedid reformları gibi olaylar, hikâyenin arka planını oluşturur. Yâfes’in yeniçeri sanılarak öldürülmesi, bireysel hırsların toplumsal kaosla kesiştiği bir trajediyi yansıtır. Golyat’ın yenilmezlik miti, bu bağlamda, eski düzenin çöküşüne paralel bir sembol olarak işlev görür. Davut’un zaferi ise, yeni bir düzenin, yani akıl ve bilimin yükselişinin habercisidir. Ancak Anar, bu zaferin de sorgulanması gerektiğini ima eder; çünkü mekanik ilmi, insanın kibrini beslediğinde, yeni bir Golyat yaratma potansiyeline sahiptir. Bu, romanın tarihsel olayları sadece bir fon olarak değil, insan doğasının evrensel çelişkilerini anlamlandırmak için bir araç olarak kullandığını gösterir.
Mekanik ve İnsani Denge
Kitab-ül Hiyel, Davut ve Golyat mitolojisini, mekanik ilmi ile insan hırsının kesişiminde ustalıkla işler. Bu mitolojik referans, romanın hem bireysel hem de toplumsal düzeydeki temalarını derinleştirir. Yâfes, Calûd ve Üzeyir’in hikâyeleri, insanın doğaya ve kendine hükmetme arzusunun sınırlarını sorgularken, Davut’un masumiyeti ve Golyat’ın kibrinin çöküşü, bu arayışın etik ve insani boyutlarını gözler önüne serer. Anar, mekanik ilmini, insanın yaratıcılığının bir yansıması olarak sunarken, aynı zamanda bu yaratıcılığın kibirle gölgelendiğinde yıkıcı olabileceğini vurgular. Roman, okuyucuyu, teknolojinin ve bilimin sunduğu imkânlarla, insan doğasının kırılganlığı arasında bir denge aramaya davet eder. Davut ve Golyat’ın hikâyesi, bu dengeyi bulma çabasının hem tarihsel hem de evrensel bir yansıması olarak, romanın düşünsel zenginliğini güçlendirir.



