Çetin’in Orpheus’u ve Ankara’nın Sessiz Tanıklığı

Çetin’in Orpheus Yolculuğu

Barış Bıçakçı’nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz adlı eserinde Çetin, mitolojik Orpheus figürünün modern bir yansıması olarak belirir. Orpheus, antik Yunan mitolojisinde sevgilisi Eurydice’yi yitirdikten sonra yeraltına inen, şarkılarıyla doğayı ve tanrıları etkileyen bir ozandır. Çetin’in hikayesi de benzer bir kayıp ve özlem ekseninde şekillenir. Nihal’e duyduğu aşk, onun hayatına ani bir girişle başlar; ancak bu aşk, dostu Ender’le paylaştığı derin bağla çatışır. Çetin, Orpheus gibi, sevdiğini kurtarmak için bir yolculuğa çıkar; ama bu yolculuk fiziksel bir yeraltı değil, duygusal bir içsel alandır. Nihal’in yaşadığı büyük kayıp, ailesinin trajik ölümü, Çetin’i bir kurtarıcı rolüne iter. Ancak, Orpheus’un Eurydice’yi kurtaramaması gibi, Çetin de Nihal’e tam anlamıyla ulaşamaz. Bu, onun çaresizliğinin ilk katmanıdır: sevdiğine yardım etme arzusu, kendi duygusal sınırlarıyla çatışır. Çetin’in iç dünyası, tıpkı Orpheus’un lirik şarkıları gibi, hem yaratıcı hem de yıkıcı bir enerji taşır. Bu enerji, dostluk ve aşk arasında sıkışmış bir ruhun çırpınışlarını yansıtır. Çetin’in kayıp deneyimi, yalnızca Nihal’e duyduğu aşk değil, aynı zamanda çocukluğunun masumiyetine ve dostluklarının saflığına olan özlemdir.

Dostluğun Kırılgan Dengesi

Çetin ve Ender’in dostluğu, romanın omurgasını oluşturur ve Orpheus’un yeraltına inişindeki yalnızlıkla tezat oluşturur. Orpheus, mitolojide yalnız bir figürken, Çetin’in yolculuğu Ender’le paylaşılan bir deneyimdir. Bu dostluk, iki erkeğin birlikte taze fasulye pişirmesi, halı saha maçlarına katılması gibi gündelik ritüellerle güçlenir. Ancak, Nihal’in hayatlarına girişi, bu dengeyi sarsar. Çetin’in Nihal’e duyduğu aşk, Ender’in aynı duyguları paylaşmasıyla karmaşık bir hale gelir. Bu durum, dostluğun etik sınırlarını sorgular: Bir dost, diğerinin sevdiği kişiye aşık olabilir mi? Çetin’in Orpheusvari kaybı, yalnızca Nihal’e ulaşamamak değil, aynı zamanda bu aşkın dostluğunu tehdit etme potansiyelidir. Roman, bu çatışmayı, “asıl çaresizlik Nihal’e aşık olmak değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı” cümlesiyle özetler. Bu ifade, Çetin ve Ender’in yetişkinliklerinin, çocukluklarının masumiyetinden kopuşunu vurgular. Dostlukları, bir yandan birbirlerine duydukları derin sevgiyle ayakta kalırken, diğer yandan Nihal’in varlığıyla sınanır. Çetin’in içsel yolculuğu, bu dostluğun sınırlarını keşfetmekle geçer; tıpkı Orpheus’un yeraltında kendi sınırlarını test etmesi gibi.

Aşkın Eşitsiz Doğası

Roman, aşkın eşitler arasında yaşanabileceği fikrini savunurken, Çetin’in Nihal’e duyduğu aşk bu ideale meydan okur. Orpheus’un Eurydice’ye olan aşkı, mitolojide bir eşitlik arayışıdır; ancak Çetin’in durumunda, Nihal’in yaşadığı travma, onu Çetin ve Ender’den farklı bir duygusal düzleme yerleştirir. Nihal, ailesini kaybetmiş bir genç kadın olarak, Çetin’in korumacı rolüyle karşı karşıya kalır. Bu durum, aşkın eşitlik ilkesini zedeler; çünkü Çetin, Nihal’i kurtarmaya çalışırken onun “eseri” gibi davranma riskiyle karşı karşıyadır. Romanın bir noktasında, “Aşk eşitler arasında yaşanır, Vehmi Bey bir istisnadır!” ifadesi, bu gerilimi açıkça ortaya koyar. Çetin’in kaybı, yalnızca Nihal’e ulaşamamak değil, aynı zamanda bu aşkın doğasında yatan eşitsizliktir. Orpheus’un yeraltına inişi, sevgilisini geri alma umuduyla doluyken, Çetin’in çabaları Nihal’in duygusal bağımsızlığına saygı göstermekle sınırlıdır. Bu, Çetin’in Orpheusvari çaresizliğini derinleştirir: sevdiğini kurtarmak isterken, kendi duygularını feda etmek zorunda kalır. Aşk, Çetin için hem bir kurtarıcı hem de bir tutsaklık haline gelir; bu ikilik, onun içsel çatışmasını yoğunlaştırır.

Ankara’nın Dingin Yüzü

Ankara, romanın atmosferinde sessiz bir tanık olarak yer alır. Şehir, Çetin’in Orpheusvari yolculuğunun arka planını oluştururken, kaybın ve özlemin duygusal ağırlığını yansıtır. Ankara’nın gri bulutları, çekingen güneşi ve sakin sokakları, Çetin ve Ender’in iç dünyalarının bir yansıması gibidir. Şehir, ne İstanbul’un kaotik enerjisine ne de başka bir metropolün telaşına sahiptir; bu dinginlik, karakterlerin duygusal dalgalanmalarını daha belirgin hale getirir. Roman, Ankara’yı, “hiç özlemem sanılan” bir şehir olarak tanımlar; ancak Çetin ve Ender’in hikayesi, bu şehrin özlemle dolu olduğunu gösterir. Ankara’nın sakinliği, Çetin’in kaybını daha da derinleştirir; çünkü bu şehir, çocukluklarının geçtiği, seslerinin “dışarıdaki çocuk seslerinin arasında” olduğu bir zamanı hatırlatır. Orpheus’un şarkıları doğayı hareketlendirirken, Çetin’in sessizliği Ankara’nın hareketsiz sokaklarında yankılanır. Şehir, Çetin’in içsel yolculuğunun bir aynası gibi işler; her köşe başı, her gri bina, onun kayıp ve özlemle dolu ruh halini yansıtır. Bu bağlamda, Ankara, yalnızca bir mekan değil, aynı zamanda Çetin’in duygusal durumunun bir sembolüdür.

Çocukluğun Kayıp Sesi

Romanın en çarpıcı temalarından biri, Çetin ve Ender’in çocukluklarına duydukları özlemdir. “Bizim büyük çaresizliğimiz Nihal’e aşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı” cümlesi, bu özlemi kristalize eder. Çetin’in Orpheusvari kaybı, yalnızca Nihal’e duyduğu aşk değil, aynı zamanda çocukluğunun masumiyetine ve özgürlüğüne olan özlemdir. Orpheus, Eurydice’yi yitirdiğinde, onun şarkıları bir ağıta dönüşür; Çetin’in durumunda ise bu ağıt, çocukluklarının kaybolan seslerine yönelir. Roman, Çetin ve Ender’in birlikte taze fasulye pişirmesi, radyo dinlemesi, çay içip bisküvi yemesi gibi gündelik ritüellerle bu özlemi canlandırır. Bu eylemler, bir yandan onların dostluğunu pekiştirirken, diğer yandan yetişkinliklerinin ağırlığını hatırlatır. Çetin’in kaybı, yalnızca romantik bir aşk değil, aynı zamanda hayatın basit, masum anlarına duyulan bir özlemdir. Bu özlem, Orpheus’un yeraltındaki çaresizliğiyle paralellik gösterir; çünkü her iki figür de kaybettiklerini geri getirme umuduyla mücadele eder, ancak bu mücadele sonuçsuz kalır.

Sorumluluğun Ağırlığı

Çetin’in Orpheusvari yolculuğu, Nihal’in sorumluluğunu üstlenmesiyle yeni bir boyut kazanır. Orpheus, Eurydice’yi kurtarmak için yeraltına inerken, Çetin ve Ender, Nihal’in hayatlarını düzene sokması için ona bir sığınak sunar. Bu sorumluluk, Çetin’in aşkını karmaşıklaştırır; çünkü o, Nihal’e hem bir aşık hem de bir koruyucu olarak yaklaşır. Roman, bu ikiliği, “Nihal’e başından beri olduğumuzdan farklı göründük. Koruyucu, kollayıcı, soğukkanlı, ne yapması gerektiğini bilen” ifadesiyle vurgular. Çetin’in kaybı, bu sorumluluğun altında ezilmesidir; çünkü aşkı, Nihal’in ihtiyaç duyduğu istikrarla çatışır. Orpheus’un yeraltındaki yolculuğu, kendi arzularıyla tanrıların kuralları arasında bir mücadele iken, Çetin’in yolculuğu, kendi duyguları ile dostluğunun ve sorumluluğunun gereklilikleri arasında bir çatışmadır. Bu çatışma, Çetin’i bir Orpheus figürü olarak daha da trajik hale getirir; çünkü o, sevdiğini kurtarmaya çalışırken kendi duygularını feda eder. Nihal’in bağımsızlığı, Çetin’in aşkının gerçekleşme olasılığını ortadan kaldırır; bu, onun en derin kaybıdır.

Dilin Sessiz Gücü

Barış Bıçakçı’nın romanı, dilin gücüyle Çetin’in içsel yolculuğunu aktarır. Çetin’in Orpheusvari kaybı, anlatıcı Ender’in mektup tarzındaki anlatımıyla derinlik kazanır. Roman, Ender’in Çetin’e yazdığı bir mektup olarak kurgulanır; bu, Çetin’in duygularını dolaylı yoldan ifade etmesine olanak tanır. Orpheus’un şarkıları, doğayı ve tanrıları etkilerken, Çetin’in sessizliği, onun iç dünyasının karmaşasını yansıtır. Bıçakçı’nın dili, gündelik hayatın basit anlarını –peynirin üzerine reçel sürme, taze fasulye pişirme– yücelterek, Çetin’in kaybını daha dokunaklı hale getirir. Bu dil, Ankara’nın sakin atmosferiyle uyum içinde çalışır; her iki unsur da Çetin’in duygusal çalkantılarını sessizce çerçeveler. Romanın anlatımı, Çetin’in Orpheusvari çaresizliğini, sözcüklerin ötesinde bir duygu yoğunluğuyla aktarır. Bu, Bıçakçı’nın edebiyatındaki en büyük başarılarından biridir: sıradan anları, evrensel bir kayıp ve özlem hikayesine dönüştürmek. Çetin’in sessizliği, Orpheus’un şarkılarının modern bir karşılığıdır; her ikisi de kaybın acısını ifade eder, ancak farklı yollarla.

Yetişkinliğin Yabancılaşması

Çetin’in Orpheusvari kaybı, yetişkinliğin getirdiği yabancılaşmayla da bağlantılıdır. Orpheus, mitolojide doğayla uyum içinde bir figürken, Çetin ve Ender, modern dünyanın kısıtlamalarıyla mücadele eder. Roman, onların “sırtlarını dışarıya bir güzel dönmüş iki insanın oluşturduğu azınlık” olduklarını belirtir. Bu azınlık, yetişkinliğin dayattığı sorumluluklara ve toplumsal normlara karşı bir direniş gibidir. Ancak, Nihal’in hayatlarına girişi, bu direnişi kırar; çünkü Çetin ve Ender, onun sorumluluğunu üstlenerek yetişkinliğin kaçınılmaz ağırlığını kabul eder. Çetin’in kaybı, yalnızca Nihal’e duyduğu aşk değil, aynı zamanda bu korunaklı dünyalarının dağılmasıdır. Orpheus’un yeraltındaki başarısızlığı, tanrıların kurallarına yenik düşmesiyle sonuçlanırken, Çetin’in başarısızlığı, modern dünyanın duygusal ve toplumsal gerçeklerine yenik düşmesidir. Ankara’nın sakin sokakları, bu yabancılaşmayı sessizce yansıtır; şehir, Çetin’in içsel yalnızlığının bir fonu gibi işler. Yetişkinlik, Çetin için bir kayıp alanıdır; çünkü o, çocukluğunun özgürlüğünü ve dostluğunun saflığını özler.

Kayıp ve Özlemin Evrenselliği

Çetin’in Orpheusvari yolculuğu, yalnızca bireysel bir kayıp hikayesi değil, aynı zamanda evrensel bir özlem anlatısıdır. Orpheus’un Eurydice’yi geri getirme çabası, insanlığın kaybettiği şeyleri geri kazanma arzusunu temsil eder. Çetin’in Nihal’e duyduğu aşk ve dostluğunun sınanması, bu evrensel temayı modern bir bağlama yerleştirir. Roman, Çetin’in kaybını, “sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışı” ifadesiyle özetler; bu, yalnızca Çetin’in değil, hepimizin ortak çaresizliğidir. Ankara’nın sakin atmosferi, bu evrensel özlemi güçlendirir; şehir, modern insanın yalnızlığını ve geçmişe duyduğu özlemi sessizce yansıtır. Çetin’in hikayesi, Orpheus’un mitolojik yolculuğunun bir yankısıdır; her ikisi de kaybın ve özlemin insan ruhundaki derin etkilerini araştırır. Bıçakçı’nın romanı, bu temaları, gündelik hayatın basit anlarıyla örerek, okuyucuyu Çetin’in içsel dünyasına çeker. Bu, Çetin’in Orpheusvari çaresizliğinin en güçlü yanıdır: sıradan bir adamın hikayesi, evrensel bir insanlık durumuna dönüşür.