Narsisizm Çağı: Neden Bu Kadar Yalnız ve Kendine Takıntılıyız?
İçinde yaşadığımız toplumda “güçlü bireyler” olmamız gerektiği sürekli telkin ediliyor. Başarı, esneklik ve kişisel gelişim, adeta modern birer dini ritüele dönüştürülmüş durumda. Bu kutsal ritüellerin sonucunda ise, narsisizm artık psikolojik bir bozukluk olmaktan çıkıp, geç kapitalist toplumun normal ve istenen bir davranışı haline gelmiştir. Bireysel bir kusur sandığımız narsisizm, aslında sistemin ta kendisinden kaynaklanıyor gibi görünüyor.
İşte bu çürüyen sistemin bizi nasıl narsiste dönüştürdüğüne dair çarpıcı tezler:
1. Güvenliğin Sonu: Yıkılan Oidipal Benlik
Sigmund Freud’un teorisinde, birey topluma uyum sağlamak için “Oidipus Kompleksi”nden geçmek zorundaydı. Bu süreç, ona çalışkanlığı, öz disiplini ve rekabeti öğretiyordu. Oidipal benlik, bir zamanlar güvenli bir iş ve öngörülebilir bir hayatla ödüllendiriliyordu. Ancak, 1970’lerden sonra başlayan Post-Fordist dönemde her şey değişti.
Artık işler güvencesiz, hayatlar belirsiz. Hiçbir iş kalıcı değil, her an bir otomasyon veya yeniden yapılandırma sonucu yok olabilir. Oidipal benlik, uyum sağlayacak istikrarlı bir yapı bulamazken, bireyde derin bir “savunmasızlık” hissi uyanıyor. Bu duygu, adeta bir ölüm cezası gibi algılanıyor ve narsist benliğin yükselişine yol açıyor.
2. Boşluğun Dansı: Narsist ve Kapitalizm Mükemmel Eşleşiyor
Narsistin en temel özelliği, dışarıdan gelen onaya ve hayranlığa olan doymak bilmez açlığıdır. Bu, onun sürekli olarak kendini pazarlama ve kendini yeniden icat etme becerisini artırır. Ancak bu gösterişli cephenin arkasında, Lasch’ın dediği gibi, büyük bir hiçlik yatar. Birey, sürekli değişen taleplere uyum sağlama çabasıyla, kendi özgünlüğünü ve otantik benliğini yitirir.
Kapitalizm de tıpkı narsist gibi, anlamsız bir kendini çoğaltma döngüsünde sıkışıp kalmıştır: sermaye üretmek için sermaye kullanır. Hem narsist hem de kapitalizm, bu boş ve anlamsız döngüde birbirini mükemmel bir şekilde tamamlar. Bireyler, içlerindeki boşluğu doldurmak için durmaksızın yeni başarılar ve tüketimler ararken, sermaye de bu arayışı besleyerek sonsuz bir döngüde varlığını sürdürür.
3. Kadınların Rolü ve Çocukluğun Metalaşması
Bu değişim, cinsiyet rollerini de derinden etkilemiştir. Geleneksel olarak, Oidipal uyum süreci erkekler için geçerliyken, kadınlar “sevgi dolu eş ve anne” rollerine hazırlanıyordu. Ancak günümüzde kadınlar da rekabetçi iş dünyasına entegre olurken, ev işlerinin büyük yükü yine onların omuzlarında kalmaktadır.
Çocuklar bile bu sistemin baskısından kurtulamaz. Ebeveynler, çocuklarını daha doğmadan rekabete hazırlamaya başlar. Eğitici oyuncaklar ve erken gelişim programları, çocuklukta bile sosyal bağlar ve dikkat yerine performansı ve başarıyı merkeze alır. Bu durum, çocuklukta bile derin bir yalnızlık duygusunun filizlenmesine neden olur.
4. Narsisizm Bir Deformasyondur: Hasta Bir Topluma Uyum
Makalenin temel tezi şudur: Narsistik davranışlar, geç kapitalist toplumda arzulanan ve ödüllendirilen davranışlardır. Ancak bu, onların sağlıklı olduğu anlamına gelmez. Samol, “Hasta bir topluma iyi adapte olmanın ruh sağlığının bir işareti olamayacağını” vurgular. Kapitalizmin yarattığı bu narsist özne, başarısız olduğunda öfkesini yıkıcı bir şekilde dışa vurabilir.
Gerçek kurtuluş, bu iş çılgınlığı, rekabet stresi ve yalnız savaşçılığın olmadığı bir dünyayı inşa etmekle mümkündür. Bunun için, sosyalleşmeyi artık bilinçsiz bir değersizleşme sürecine bırakmamalıyız.
Peki, bu “normal” hale gelen narsisizm, bizi gerçekten güçlü bireyler mi yapıyor, yoksa sadece bizi birbirimizden koparan, derin bir boşluğa mahkûm eden bir illüzyon mu yaratıyor?