Jung’un Freud’dan ve Adler’den Farkları
Jung, kendi dönemindeki psikoloji anlayışını, özellikle Freud ve Adler’in öncülük ettiği okulları, sınırlı, kişiselci ve materyalist olmakla eleştirir. Kendi teorik temelini oluştururken, psikolojinin sadece kişisel deneyimler ve bastırılmış içeriklerle sınırlı kalamayacağını, insan ruhunun daha derin, kalıtsal ve evrensel bir katmanını da içermesi gerektiğini savunur.
Jung’un Eleştirileri
Jung’un eleştirileri birkaç ana noktada toplanabilir:
- Psikolojinin Kişisel Olanla Sınırlandırılması: Jung, özellikle Freud ve Adler’in tıbbi psikolojisini, “kişi psikolojisi” olarak tanımlar ve bu yaklaşımların ruhsal olayların nedenlerini neredeyse tamamen kişisel doğada görmesini eleştirir. Freud’un bilinçdışını, sadece unutulmuş ve bastırılmış içeriklerin bir toplandığı yer olarak gören “münhasıran kişisel” bir doğaya sahip olduğunu belirtir. Jung’a göre bu bakış açısı, içgüdüler gibi kişisel olmayan, evrensel ve kalıtsal faktörlerin rolünü göz ardı eder.
- Materyalist ve Dar Görüşlülük: Jung, psikolojinin kendi döneminde materyalizm ve ampirizm dalgası altında ezildiğini ve bilinçdışı kavramının felsefi derinliğini yitirdiğini belirtir. Freud’un teorisinin bile, psikolojiyi “içgüdülerin fizyolojisinin bir uzantısı” gibi göstererek zamanın materyalist bakış açısına hizmet ettiğini savunur. Jung, ruhun sadece dışarıdan gelen ve doğrulanabilen şeylerle anlaşılabileceği şeklindeki “nominalist” ve ampirist zaferi eleştirir. Ruhun fiziksel ve kimyasal süreçlerin bir yansıması olduğu hipotezinin “neredeyse metafiziksel bir cüretkarlıkla deneyimle çeliştiğini” ve bunun için hiçbir kanıt olmadığını söyler.
- Bütüncül Yaklaşım Eksikliği: Jung, sadece nevrozlar gibi belirli bir alana odaklanan bir psikolojinin, insan ruhunun bütününü kapsayan genel bir fenomenoloji bilgisine sahip değilse “havada asılı kalacağını” belirtir. Bu bağlamda, Pierre Janet ve Théodore Flournoy gibi araştırmacıları, karmaşık ruhsal fenomenleri daha bütüncül ve daha az teorik varsayımla ele aldıkları için över. Jung, her bir bireysel vakada, “ruhun tezahürlerinin bütünüyle” ele alınması gerektiğini vurgular.
- Arketipsel Gerçekliğin Reddi: Jung, “tamamen kişiselci bir psikolojinin”, arketipsel motiflerin varlığını inkâr etmeye ve hatta onları kişisel analiz yoluyla yok etmeye çalıştığını söyler. Bunu “tıbbi olarak haklı çıkarılamayacak oldukça tehlikeli bir prosedür” olarak nitelendirir.
Jung’un Söyledikleri ve Kendi Kavramları
Bu eleştirilere karşılık olarak Jung, psikolojinin alanını genişleten kendi temel kavramlarını ortaya koyar:
- Bilinçdışının İki Katmanı: Jung, bilinçdışının yüzeysel bir katmanının şüphesiz kişisel olduğunu ve buna “kişisel bilinçdışı” adını verdiğini belirtir. Ancak bu kişisel katmanın altında, kişisel deneyimden türemeyen, doğuştan gelen daha derin bir katman olduğunu savunur. Bu katmana “kolektif bilinçdışı” adını verir.
- Kolektif Bilinçdışı: Bu kavram, Jung’un teorisinin temel direğidir. Kolektif bilinçdışı, “bireysel değil, evrenseldir” ve tüm bireylerde aynı olan, “kişi-üstü doğada ortak bir ruhsal alt tabaka” oluşturur. Bireysel olarak gelişmez, kalıtımla gelir. Jung, bu hipotezin içgüdülerin varlığını varsaymaktan daha cüretkar olmadığını, çünkü içgüdülerin de “kişisel olmayan, evrensel olarak dağılmış, kalıtsal faktörler” olduğunu savunur.
- Arketipler: Kolektif bilinçdışının içerikleri “arketipler” olarak adlandırılır. Bunlar, “en eski zamanlardan beri var olan evrensel imgeler” veya “ilksel tipler”dir. Jung, bu terimin yeni olmadığını, Philo Judaeus ve Irenaeus gibi erken dönem düşünürlerde de bulunduğunu belirtir. Arketipler, içerik olarak belirlenmiş “kalıtsal fikirler” değil, yalnızca form olarak belirlenmiş “kalıtsal fikir olanaklarıdır”. Onlar, “içeriği olmayan formlardır” ve ancak bilinçli deneyim materyaliyle doldurulduğunda içerik kazanırlar. Jung, arketiplerin “içgüdüsel davranış kalıpları” veya “içgüdülerin bilinçdışı görüntüleri” olabileceğini öne sürer.
- Ampirik ve Fenomenolojik Bir Yaklaşım: Jung, kolektif bilinçdışı ve arketip kavramlarının “spekülatif veya felsefi değil, ampirik bir mesele” olduğunun altını çizer. Bu kavramların kanıtlarının rüyalar, “aktif imajinasyon”, paranoyakların sanrıları ve erken çocukluk dönemi rüyaları gibi kaynaklarda bulunabileceğini söyler. Psikolojinin, teorik varsayımlarla alanını sınırlamak yerine, olguları bütünüyle tanımlayıcı bir yöntemle ele alması gerektiğini savunur.
- Ruhun Özerkliği: Jung, ruhun (psyche) fizikokimyasal süreçlerin ikincil bir ürünü veya bir “epifenomen” olarak görülmesi için hiçbir neden olmadığını, aksine onu kendi başına bir faktör, “esrarengiz bir karaktere sahip özerk bir gerçeklik” olarak kabul etmek için her türlü nedenin bulunduğunu ileri sürer.
Özetle, Jung Arketipler ve kollektif Bilinçdışı kitabının ilk bölümde, psikolojinin sadece bireyin kişisel geçmişine ve bilinçli zihnine odaklanan dar bir alandan çıkarak, tüm insanlık tarafından paylaşılan, kalıtsal ve evrensel bir ruhsal temel olan kolektif bilinçdışını ve onun yapısal unsurları olan arketipleri de incelemesi gerektiğini savunmaktadır.


