Lacan’ın Arzu Kavramı ve Lolita’daki Humbert Humbert’in Motivasyonu
Jacques Lacan’ın Arzu Anlayışı
Jacques Lacan’ın arzu kavramı, insan bilincinin ve davranışlarının temel bir yönünü açıklamak için geliştirdiği en önemli kavramlardan biridir. Arzu, Lacan’ın düşüncesinde, yalnızca biyolojik bir ihtiyaç ya da basit bir istek değildir; aksine, özne ile öteki arasındaki karmaşık bir ilişki ağıdır. Lacan’a göre arzu, her zaman bir eksiklikten doğar ve bu eksiklik, özne’nin kendisini tamamlamak için ötekine yönelmesiyle şekillenir. Bu bağlamda, arzu, sabit bir hedefe ulaşmaktan ziyade, sürekli bir hareket ve kayma halindedir. Lacan’ın “objet petit a” olarak adlandırdığı kavram, arzunun yöneldiği, ancak asla tam anlamıyla ele geçirilemeyen bir nesneyi ifade eder. Humbert Humbert’in Lolita romanındaki motivasyonlarını anlamak için bu kavram temel bir çerçeve sunar. Humbert’in Lolita’ya duyduğu tutku, yüzeyde romantik bir aşk gibi görünse de, Lacan’ın arzu teorisi ışığında, daha karmaşık ve erişilemez bir eksiklik arayışını yansıtır.
Humbert Humbert’in Lolita’ya Yönelimi
Humbert Humbert, Vladimir Nabokov’un Lolita adlı romanında, genç Dolores Haze’e, yani Lolita’ya, saplantılı bir tutku besleyen bir anlatıcıdır. Humbert’in Lolita’ya olan ilgisi, yalnızca fiziksel bir çekimden ibaret değildir; onun arzusu, çocuklukta yaşadığı bir kayıp (ilk aşkı Annabel’in ölümü) etrafında şekillenir. Lacan’ın arzu teorisine göre, Humbert’in Lolita’ya yönelimi, bu erken kaybın telafisi arayışından kaynaklanır. Lolita, Humbert için bir “objet petit a” haline gelir; yani, onun eksikliğini tamamlayacak bir nesne gibi görünse de, aslında bu eksiklik asla giderilemez. Humbert’in Lolita’ya duyduğu tutku, bir anlamda kendi çocukluğuna ve masumiyetine dönüş arzusudur. Ancak, bu arzu, erişilemez bir idealin peşinde koşmakla sınırlıdır ve Humbert’i sürekli bir tatminsizlik döngüsüne hapseder.
Anlatının Güvenilmezliği ve Öznenin Çatışması
Humbert’in anlatısı, Lolita romanının temelini oluşturur ve onun güvenilmez bir anlatıcı olması, Lacan’ın arzu kavramıyla doğrudan ilişkilidir. Lacan, öznenin kendi arzusunu anlamaya çalışırken dil aracılığıyla kendini ifade ettiğini, ancak dilin her zaman bir eksiklik içerdiğini savunur. Humbert’in Lolita’yı tanımlarken kullandığı poetik ve estetize edilmiş dil, onun arzusunu idealize etme çabasını gösterir. Ancak bu dil, aynı zamanda Humbert’in kendi iç çatışmalarını gizler. Lacan’ın “simgesel düzen” kavramına göre, Humbert’in arzusu, toplumsal normlar ve yasaklarla çelişir. Bu çelişki, Humbert’in anlatısında hem kendini haklı çıkarma çabası hem de suçluluk duygusu olarak ortaya çıkar. Onun Lolita’yı bir peri kızı gibi betimlemesi, aslında kendi arzusunun karanlık doğasını örtbas etme girişimidir.
Toplumsal Normlar ve Arzunun Sınırları
Lacan’ın arzu teorisi, bireyin arzularının toplumsal ve kültürel bağlamdan bağımsız olmadığını vurgular. Humbert’in Lolita’ya duyduğu arzu, dönemin ahlaki ve hukuki normlarıyla açıkça çelişir. Lacan’ın “Büyük Öteki” kavramı, toplumsal normları ve yasaları temsil eder ve bireyin arzusunu düzenler. Humbert’in Lolita’ya olan saplantısı, bu normlara bir başkaldırı gibi görünse de, aynı zamanda onun bu normlara bağımlı olduğunu gösterir. Humbert, kendi arzularını meşrulaştırmak için sürekli olarak entelektüel ve estetik gerekçeler üretir; ancak bu gerekçeler, toplumsal yasaların onun üzerinde yarattığı baskıyı hafifletemez. Lolita’ya sahip olma çabası, Humbert’in hem kendi iç dünyasında hem de dış dünyada bir çatışma yaşamasına neden olur.
Lolita’nın Humbert’in Arzusundaki Yeri
Lolita, Humbert’in anlatısında bir nesne olarak konumlandırılır, ancak bu nesneleştirme, Lacan’ın arzu teorisiyle analiz edildiğinde karmaşık bir tablo çizer. Lolita, Humbert’in gözünde bir ideal olarak yüceltilirken, aynı zamanda onun kontrolü altında bir figürdür. Lacan’a göre, arzu her zaman ötekinin arzusuna bağlıdır; yani, özne, ötekinin kendisini arzulamasını ister. Ancak Humbert’in Lolita’dan beklediği karşılık, onun kendi hayallerinin bir yansımasıdır. Lolita’nın kendi arzuları, istekleri ya da öznelliği, Humbert’in anlatısında büyük ölçüde silinmiştir. Bu durum, Lacan’ın arzu teorisindeki “eksiklik” kavramını güçlendirir: Humbert’in arzusu, Lolita’nın gerçek bir birey olarak varlığından ziyade, onun kendi zihninde yarattığı bir imgeye yöneliktir.
Humbert’in Geçmişle Bağı ve Nostalji
Humbert’in Lolita’ya duyduğu tutku, onun geçmişte yaşadığı travmatik bir kayıpla derinden bağlantılıdır. Çocukluğunda kaybettiği Annabel, Humbert’in arzusunun temelini oluşturur ve Lolita, bu kaybın bir tür vekili haline gelir. Lacan’ın teorisine göre, arzu, geçmişteki bir eksikliğin sürekli olarak yeniden canlandırılmasıdır. Humbert’in Lolita’ya olan saplantısı, bu anlamda bir nostalji arayışıdır; ancak bu arayış, asla tamamlanamaz. Annabel’in kaybı, Humbert’in hayatında bir “eksiklik” yaratmış ve bu eksiklik, onun Lolita’ya yönelmesine neden olmuştur. Ancak Lolita, Annabel’in yerini dolduramaz, çünkü Lacan’a göre arzu, doğası gereği tatmin edilemez bir durumdur.
Arzunun Yıkıcı Gücü
Humbert’in Lolita’ya duyduğu arzu, yalnızca onun kendi iç dünyasını değil, aynı zamanda Lolita’nın hayatını da derinden etkiler. Lacan’ın arzu teorisi, arzunun yalnızca bireysel bir deneyim olmadığını, aynı zamanda ötekiler üzerinde de bir etki yarattığını öne sürer. Humbert’in Lolita üzerindeki kontrolü, onun çocukluğunu ve özgürlüğünü elinden alır. Bu durum, arzunun yıkıcı potansiyelini ortaya koyar. Humbert’in kendi eksikliğini giderme çabası, Lolita’nın bireysel varlığını yok sayar ve onu bir nesneye indirger. Bu, Lacan’ın arzu kavramının etik boyutlarını sorgulamaya açar: Bir bireyin arzusu, ötekinin özgürlüğünü ne ölçüde kısıtlayabilir?
Edebiyat ve Arzunun Temsili
Nabokov’un Lolita romanı, Humbert’in arzusunu estetik bir şekilde sunarken, aynı zamanda okuyucuyu bu arzunun ahlaki ve duygusal sonuçlarıyla yüzleştirir. Lacan’ın arzu teorisi, romanın edebi yapısını anlamak için güçlü bir araç sunar. Humbert’in anlatısı, hem kendi arzusunu yüceltir hem de okuyucunun bu arzuya eleştirel bir mesafeden bakmasını sağlar. Lacan’ın “simgesel düzen” ve “hayali düzen” kavramları, Humbert’in Lolita’yı nasıl bir imge olarak inşa ettiğini ve bu imgenin gerçeklikten nasıl koptuğunu açıklamak için kullanılabilir. Roman, bu anlamda, arzunun hem bireysel hem de toplumsal boyutlarını sorgulayan bir metin olarak öne çıkar.
Arzunun Karmaşıklığı
Humbert Humbert’in Lolita’ya duyduğu arzu, Lacan’ın arzu teorisi ışığında incelendiğinde, basit bir saplantıdan çok daha karmaşık bir olgu olarak ortaya çıkar. Bu arzu, eksiklik, nostalji, toplumsal normlarla çatışma ve ötekinin nesneleştirilmesi gibi unsurları içerir. Lacan’ın kavramları, Humbert’in motivasyonlarını anlamak için bir çerçeve sunarken, aynı zamanda romanın edebi ve ahlaki boyutlarını da aydınlatır. Humbert’in hikayesi, arzunun hem yaratıcı hem de yıkıcı gücünü gözler önüne serer ve okuyucuyu, insan doğasının en karmaşık yönlerinden biriyle yüzleşmeye davet eder.



