Etiket: edebiyat

Postmodern Roman ve Önde Gelen Yazarları

Postmodern Romanın Tanımı ve Özellikleri Postmodern roman, 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve modernist edebiyatın katı kurallarına tepki olarak gelişen bir edebiyat akımıdır. Geleneksel anlatı yapılarını reddeden postmodern roman, metinlerarasılık, parodi, pastiş, ironi, gerçeklik ve kurgu arasındaki sınırların bulanıklaşması gibi özelliklerle tanınır. Okuyucuyu metnin bir parçası haline getiren bu

OKUMAK İÇİN TIKLA

Yeraltı ve Böcek: Varoluşsal Yalnızlığın Karşılaştırmalı İncelemesi

Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ındaki Yeraltı Adamı ile Kafka’nın Dönüşüm’ündeki Gregor Samsa, modern insanın yalnızlık ve anlamsızlık deneyimlerini temsil eden iki derin karakterdir. Her ikisi de Camus’nün absürd kavramı ve Kierkegaard’ın varoluşsal kaygısıyla ilişkilendirilebilir, ancak yalnızlıklarının doğası, nedenleri ve dışavurumları farklıdır. Yeraltı Adamı, bilinçli bir şekilde kendini soyutlarken, Gregor toplumsal dışlanma yoluyla

OKUMAK İÇİN TIKLA

Felisberto Hernández’in “Karanlık Ağız” Eserinde Beden, Hafıza ve Garip Gerçekliğin Latin Amerika’daki İzleri

Piyanistlerin Bedensel Hafızasının Felsefi Derinliği Piyanistlerin bedensel hafızası, “Karanlık Ağız” eserinde, bedenin yalnızca biyolojik bir varlık olmaktan çıkarak düşüncenin ve deneyimin merkezi haline geldiği bir alan olarak belirir. Bu hafıza, parmakların tuşlar üzerindeki kendiliğinden hareketlerinde, bedenin müziği yeniden üretme yetisinde somutlaşır. Fransız fenomenoloji felsefesinin beden şeması kavramı, bedenin dünyayla ilişkisini

OKUMAK İÇİN TIKLA

Zebercet’in Yalnızlığı ve Varoluşsal Çıkmaz: Anayurt Oteli’nde Sartre’ın Bulantısıyla Kesişen Bir İnsanlık Halimde

Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli, Zebercet karakteri üzerinden insan varoluşunun en çıplak, en rahatsız edici sorularını ortaya serer. Zebercet’in yalnızlığı, yalnızca fiziksel bir tecrit değil, aynı zamanda varoluşsal bir bulantının, Sartre’ın Bulantı eserinde kristalleşen o derin anlamsızlık hissinin cisimleşmiş halidir. Otel, bu bağlamda, Zebercet’in zihninin bir yansıması olarak bireysel bir hapishane

OKUMAK İÇİN TIKLA

Yabancılaşmanın Çöldeki Yüzü: Hakkâri’de Bir Mevsim ve Yabancı Üzerine Bir Karşılaştırma

Ferit Edgü’nün Hakkâri’de Bir Mevsim’i ile Albert Camus’nün Yabancı’sı, insan varoluşunun kıyılarında gezinen iki eserdir. Her ikisi de bireyin kendi benliğiyle, toplumla ve evrenle yüzleşme serüvenini, farklı coğrafyalarda ve bağlamlarda ele alır. Hakkâri’de Bir Mevsim’deki adsız anlatıcı, uzak bir köyde sürgünlüğün ve yabancılığın ağır yükü altında ezilirken, Camus’nün Meursault’su absürt

OKUMAK İÇİN TIKLA

Ulysses: Bloom’un İç Monologları ve Modern Bireyin Çelişkileri

James Joyce’un Ulysses adlı eserindeki Leopold Bloom’un iç monologları, Freud’un bilinçaltı teorileriyle derin bir bağ kurar ve modern bireyin umut ile acılar arasındaki gerilimini çarpıcı bir şekilde yansıtır. Bloom’un zihinsel akışı, insan bilincinin karmaşıklığını, bastırılmış arzuları, çelişkili duyguları ve toplumsal bağlamda bireyin varoluşsal sıkışmışlığını açığa vurur. Bu metin, Bloom’un iç

OKUMAK İÇİN TIKLA

Bedenin Sessiz Haritası: Kronik Ağrı ve Gregor Samsa’nın Dönüşümü

Kronik ağrı, bedenin hem mahkûmu hem de efendisi olduğu bir varoluş sahnesi yaratır. Kafka’nın Dönüşüm adlı eserinde Gregor Samsa’nın böcekleşmesi, insan bedeninin yabancılaşmasını ve toplumsal rollerin dayattığı yükleri sorgular. Beden haritalama teknikleri, kronik ağrı çeken bireylerin fiziksel ve zihinsel deneyimlerini anlamaya yönelik bir yöntem olarak, Gregor’un hikâyesindeki bu yabancılaşmayı hem

OKUMAK İÇİN TIKLA

Dorian Gray’in Portresi ve Walter Benjamin’in Aura Kavramı: Sanatın Ölümsüzlüğü ve Yitirilişi

Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi, yalnızca bireysel ahlakın ve estetiğin değil, aynı zamanda sanatın özü ve modern dünyada bu özün dönüşümü üzerine derin bir sorgulama sunar. Walter Benjamin’in “aura” kavramı, sanat eserinin biricikliğini, tarihsel bağlamını ve otantik varlığını ifade ederken, Dorian Gray’in Portresi bu kavramın hem yüceltilmesini hem de yitirilişini

OKUMAK İÇİN TIKLA

Dorian’ın Portresi ve Aura’nın Yitirilişi

Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi adlı eseri, yalnızca bir bireyin ahlaki çöküşünü değil, aynı zamanda modern dünyanın sanat, benlik ve gerçeklik algısındaki kırılmaları da yansıtır. Walter Benjamin’in “aura” kavramı, sanat eserinin özgünlüğünde, tarihsel bağlamında ve biricik varoluşunda saklı olan o büyülü niteliği ifade eder. Ancak, mekanik yeniden üretim çağında bu

OKUMAK İÇİN TIKLA

Lisbeth Salander ve Orlando Üzerinden Cinsiyet, Güç ve İntikamın Performativite Merceğinden İncelenmesi

Kimliğin İnşası ve Direniş Judith Butler’ın performativite teorisi, cinsiyetin sabit bir öz olmadığını, aksine toplumsal pratikler ve tekrarlanan eylemler aracılığıyla inşa edildiğini savunur. Lisbeth Salander, Stieg Larsson’un Millennium serisinde, cinsiyet normlarını reddeden, teknoloji ve fiziksel güçle donanmış bir anti-kahraman olarak belirir. Onun dövmeli bedeni, hacker kimliği ve sert tavırları, toplumsal

OKUMAK İÇİN TIKLA

Gregor Samsa’nın Böceğe Dönüşümü ve Varoluşsal Yüzleşme

Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı eserinde Gregor Samsa’nın bir sabah uyandığında kendini dev bir böceğe dönüşmüş bulması, yalnızca fiziksel bir değişim değil, aynı zamanda insan varoluşunun en derin çelişkilerini sorgulayan bir düşünce düzlemi açar. Bu dönüşüm, bireyin kendi varlığıyla, toplumsal beklentilerle ve öznelliğin kırılgan sınırlarıyla yüzleşmesini merkeze alır. Martin Heidegger’in Dasein

OKUMAK İÇİN TIKLA

Bireysel Bellek ve Sistem Karşısında Çaresizlik: Özlü ve Kafka Üzerine Bir İnceleme

Bireyin İç Dünyasında Fragmanlar Tezer Özlü’nün Çocukluğun Soğuk Geceleri, bireysel belleğin parçalı ve travmatik doğasını, otobiyografik bir anlatı üzerinden derinlemesine işler. Özlü’nün yazımı, çocukluk anılarının keskin ama kopuk imgeleriyle, bireyin kendi geçmişiyle yüzleşmesini bir tür içsel sorgulama olarak sunar. Bu anlatı, Franz Kafka’nın Dava ve Değişim’deki bireyin anlaşılmaz bir sistem

OKUMAK İÇİN TIKLA

Meursault’nün Kayıtsızlığı ve Josef K.’nın Yargılanması: Varoluşsal ve Etik Çatışmalar

Albert Camus’nün Yabancı adlı eserinde Meursault’nün kayıtsızlığı ve Franz Kafka’nın Dava adlı eserinde Josef K.’nın absürt bir yargılama sürecine kapılmışlığı, modern insanın varoluşsal krizlerini ve etik sorgulamalarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Meursault’nün kayıtsızlığı, saçmalık felsefesinin bir yansıması mıdır, yoksa toplumsal normlara karşı bilinçli bir başkaldırı mı? Josef K.’nın absürt

OKUMAK İÇİN TIKLA

Mine Söğüt’ün Roman Kahramanlarında Aşk, Umut ve İntiharın Schopenhauer’in İrade Kavramıyla Kesişimi

Mine Söğüt’ün roman kahramanları, insan varoluşunun en derin çelişkilerini, aşk, umut ve intihar gibi duygu durumları üzerinden açığa vururken, Schopenhauer’in irade kavramıyla çarpıcı bir kesişim sunar. Schopenhauer’in felsefesinde irade, evrenin özünü oluşturan bilinçsiz, amaçsız ve durdurulamaz bir itici güçtür; insan yaşamını haz ve acı arasındaki bitimsiz bir gerilimle tanımlar. Söğüt’ün

OKUMAK İÇİN TIKLA

Üstün İnsan ve Kurbanın Gölgeleri

Raskolnikov’un İdeali ve Nietzsche’nin Gölgesi Raskolnikov’un “üstün insan” fikri, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza eserinde, bireyin ahlaki sınırları aşarak kendi yasalarını yaratabileceği düşüncesiyle şekillenir. Bu ideal, Nietzsche’nin übermensch kavramıyla yüzeysel bir akrabalık taşır: Her ikisi de sıradan ahlakın ötesine geçmeyi, bireyin kendi değerlerini yaratmasını savunur gibi görünür. Ancak Raskolnikov’un ideali, Nietzsche’nin

OKUMAK İÇİN TIKLA

Werther ve Sisifos: Anlam Arayışı ve İntiharın Karşıt Yüzleri

Romantizmin Çığlığı: Werther’in Acısı Goethe’nin Genç Werther’in Acıları, 18. yüzyılın Sturm und Drang hareketinin bir yansıması olarak, bireyin iç dünyasındaki fırtınaları ve toplumsal normlarla çatışmasını merkeze alır. Werther’in intiharı, romantik bir aşk idealinin peşinde koşan bir ruhun trajik sonu gibi görünse de, daha derin bir sorgulamaya işaret eder. Werther’in Lotte’ye

OKUMAK İÇİN TIKLA