Immanuel Kant’ın Bunaması ve Ölümü (1799-1804): “Beni Bir Çocuk Farzedin”

“1798-99 kış döneminde Kant’ın adı üniversitede verilen ders kayıtlarında görülmüyordu artık.”[118] 1796’dan beri ders vermemiş olmasına rağmen, 1799’da artık ders veremeyeceği açıkça anlaşılmıştı. Aynı yıl Kant’ın son bağımsız yazısı da yayımlandı. Fichte’ye karşı “Açık Beyan” adını taşıyan bu makalede Kant güncel felsefi gelişmelere dair son sözünü söylüyordu. Okuldan ve kamudan çekilirken şunları demişti:

Fichte’nin Bilim Doktrini’ni [Wissenschaftslehre] tümden savunulamaz bir sistem olarak gördüğümü burada beyan etmek isterim. Zira saf bir bilim teorisi mantıktan başka bir şey değildir ve mantığın ilkeleri de herhangi bir maddi bilgiye yol açmaz… Bazı yorumcular Eleştiri’de duyarlıkla ilgili söylenenlerin harfi harfine takip edilmemesi gerektiğini savunduğundan ve Eleştiri’yi anlamak isteyenlerin önce (Beck ya da Fichte’nin) gerekli “bakış açısını” iyice öğrenmesi gerektiğini söylediğinden, zira Kant’ın kelimelerinin tıpkı Aristoteles’inkiler gibi zihni öldüreceğini öne sürdüğünden, burada tekrar ilan ediyorum ki Eleştiri tam da içinde yazanlara bakılarak (harfi harfine) anlaşılmalıdır…[119]

Wasianski şöyle der: “Daha 1799’da, [zayıflığı] hâlâ çok güç anlaşılır durumdayken, benim yanımda şöyle dedi: ‘Beyler, artık yaşlı ve zayıfım, beni bir çocuk farzedin’.”[120] Jachmann “bu zayıflığı” daha üç yıl önce fark etmişti elbette. Başka bir olayda Kant şöyle diyordu:

Beyler, ölmekten korkmuyorum; ölmesini bileceğim. Tanrı’nın huzurunda sizi temin ederim ki gecenin geldiğini hissettiğimde ellerimi kavuşturup “Tanrı’ya şükürler olsun” diyeceğim. Ama kötü bir cin sırtıma biner de kulağıma “İnsanları mutsuz ettin” diye fısıldarsa, o zaman işler değişir.[121]

Kant böyle bir şey yapmadığını düşünüyordu. Hayatından memnundu… ölmeye hazırdı. Aslında ölmek için sabırsızlanıyordu. Ölümle yaşam arasında bir tercih yapması istense ölmeyi tercih ederdi. Yine de bu tercihi yapmanın ona kalmadığını hissediyordu.[122] Son yıllarında her akşam yatağa girdiğinde bunun son yatağa giriş olmasını umduğunu dostlarına sık sık söylemişti.[123] Ondan on bir yaş küçük olan kardeşi 1799’da öldüğünden, bu umudunun haklı olduğunu hissediyordu herhalde.

Yine de bu dileği uzun süre gerçekleşmeyecekti. Daha beş yıl bekleyecek – yavaşça her ay biraz daha çökecekti. Tüm biyograficileri onun giderek zayıf düştüğünden bahseder. Daha 1798’de akşam davetlerine nadiren gidiyordu ve yürüyüşleri kısalmıştı.[124] Yine de biyograficilerinin “zayıflık” (Schwäche) dedikleri şey zihninin zayıf düşmesinden ziyade zihinsel yetilerinin tükenmesiyle ilgilidir. Bugüne kadar yaşamış en büyük zihinlerden birinin tam bir çaresizliğe düşmesinde gerçekten trajik bir yön vardır. Son yıllarında büyük fiziksel acılar dışında her şey başına gelmiştir.

Kant’ın ölüme doğru gittiği beş yıl içinde zihinsel çöküşü bekleyişini kolaylaştırmıştı, ama bedeninin tükenişi giderek daha büyük güçlükler yaratıyordu. Kant’ın uzatmalı çöküşü konusunda olağandışı hiçbir şey yoktur. Pek çok kişi bunları yaşamıştır ve Kant’ın ölüme gidişinden çıkarılacak yeni dersler yoktur. Tedricen çöküşüne bakarsak, Kant’ın ölmeyi başkalarından daha iyi bildiğini kanıtladığını söylememiz zordur. Ölüm onun başına gelen bir şeydi. Bu tedrici süreç onu önce zihninden, sonra bedeninden yoksun bırakmıştır.

Kant’ın hayatındaki düzenlilik de yavaş yavaş değişime uğradı. Hâla sabah beşte kalkmasına rağmen artık daha erken yatıyordu. Yürüyüşlerinde artık evden fazla uzaklaşmıyordu. Kırılganlaşmıştı. Halen başvurduğu teorilere dayanarak özel bir yürüme tarzı geliştirmişti, ayaklarını yere dik vura vura ilerliyordu. Bunun sebebi ayaklarını yere düz bastığında direnci azamiye çıkartacağını ve düşmeyi önleyeceğini düşünmesiydi. Ama yine de düşüyordu. Bir keresinde kalkmasına yardım eden tanımadığı bir kadına elinde taşıdığı gülü vermişti. Kısa süre sonra yürümeyi tamamen bıraktı.[125] Artık en ufak para işlemlerini bile yapamıyordu, çünkü paralar arasındaki farkı anlayamıyordu. Bu yüzden birkaç kez aldatıldı. Wasianski onun hayatının en ufak ayrıntılarının bile denetlenmesini sağlamak zorunda kaldı.

İlk önce Kant’ın kısa süreli hafızası gitti. Yapılması gereken sıradan şeylerin çoğunu unutmaya ve aynı hikâyeleri günde birkaç kez anlatmaya başladı. Uzun süreli hafızası hâlâ iyiydi. Pek çok yaşlı insan gibi geçmişte yaşamaya başladı, ama sürekli kendini tekrarladığını ve bir şeyleri unuttuğunu fark edecek kadar bilinci yerindeydi. Bu yüzden her şeyi yazmaya başladı. Onu ziyaret eden Jachmann şöyle diyordu:

Dört yıl önce not kâğıtları (Gedankenzettel) kullanmaya başladı. Onu ziyaret edecek ziyaretçilerin adlarını bu kâğıtlara yazıyordu. En sonunda başkalarının söylediği ya da aklına gelen her şeyi yazmaya başladı.[126]

Demek ki 1800’de Kant’ın hafızası o kadar kötüydü ki birkaç saat önce yaptıklarını ve birkaç saat içinde yapması gerekenleri artık hatırlayamıyordu. Artık mektuplara yanıt vermiyordu. Rink şöyle yazıyordu: “Onları yanıtlamaktan aciz olduğunu söyleyebilirim neredeyse.”[127]

1801’de hafızası daha da kötüleşti. Artık belli bir işe yoğunlaşmasını sağlayan hafızası da etkilenmeye başlamıştı. Ama yine de hafızası tümden gitmiş değildi. Jachmann şöyle diyordu:

Üç yıl önce [1801’de] ona işyerim ve evimdeki değişiklikleri bildirmem gerekti, fakat bunları hatırlamasının çok zor olduğunu belirtti… her şeyi ona yavaşça yazdırmalıymışım. Bu sırada zaman zaman düşünemediğini fark etti ve düşünmenin ya da anlamanın onun için zorlaştığını belirterek özür diledi; ayrıca [kimi zaman] belli bir düşünce zincirini takip etmekte zorlanıyordu. Bu durum onu daha sonraki zayıflığından daha fazla rahatsız ediyordu belki de.[128]

Kant’ın aldığı notların içeriği çok çeşitliydi, ama Kant’ın eski keskin zekâsından eser yoktu. Wasianski şu örneği verir:

Mutfakla ilgili yazdıklarını ya da kamuya yönelik bir metne ait olmayan yazılarını dışarıda bırakarak şu kısa ve hızlı yazılmış cümleleri vereceğim: … rahipler ve sıradan insanlar. Birinciler dine ait, ikinciler seküler. Öğrencilerime daha önce sümkürme ve öksürmeden (burundan nefes alıp verme) kaçınmaları gerektiğini öğretmem hakkında. “Fusstapfen” (ayak izi) sözcüğü yanlış. “Fustappen” (yine sadece ayak izi) olmalı. Nitrojen azot nitratın ve asitik güçlerinin temelidir. Ankara koyunun yünü (flomos), hatta Kaşmir dağlarının yükseklerinde tımar edilen domuzların kürkü bile yün “şal” adı altında bir sürü paraya satılıyor. Kadınların bir gül goncasına benzerliği, açmış bir güle, alıça (akdiken meyvesine)…[129]

Hasse’nin Kant’ın Unutulmaz Sözleri kitabı bunlarla doludur. Başka eserler de Kant’ın acizliğini açığa vuran bayağı, gülünç ya da hüzünlü sözlerle doludur. Kant’ı içtenlikle seviyormuş gibi görünen Wasianski bile bu hikâyelerden bazılarını kullanmıştır. Sözcüklerin telaffuzu, etimolojisi ve anlamları konusunda alınmış çok not vardır. Bunlar Kant’ın dilsel becerilerini yitirdiğini hissettiği ve mücadele etmeye çalıştığının delilleridir. Her halükârda, birkaç ay sonra “yatak odası” gibi kelimeleri bile yazmak ve derdini anlatmak için belirli (aslında o kadar belirgin olmayan) tanımlar kullanmak zorunda kaldı. Wasianski artık sadece Kant’ı tanıyanların onu anlayabildiğini öne sürer. Bilişsel becerileri yavaş yavaş azalıyor, geçirdiği küçük krizler neticesinde silinip gidiyordu.

Wasianski bir süre sonra Kant’ın yanında taşıdığı küçük not kâğıtlarının yerine ona minik defterler yapmaya başladı.[130] Bu defterler Kant’ın hatırlamasını biraz kolaylaştırdı. Ama çöküşü durmamıştı elbette. Ya tümden yanlış ya da çarpık gözlemlere dayanan tuhaf teoriler geliştirmeye başladı. Örneğin Basel şehrinde birçok kedi açıklanamaz bir şekilde öldüğünde Kant bunun elektrikten kaynaklandığı teorisini geliştirmişti, çünkü kediler son derece “elektrikli” hayvanlardı. Hatta kendisinin sürekli başının içinde hissettiği basınç da elektrikten kaynaklanıyordu.[131] Görece genç biri ölünce şöyle demişti: “Muhtemelen bira içiyordu.” Birisi hastalandığında şunu sormuştu: “Akşamları bira mı içiyordu?” Ona bakılırsa bira yavaş yavaş işleyen bir zehirdi.[132] Wasianski durumu şöyle özetledi: “Büyük düşünür Kant düşünmeyi bıraktı.”[133] Kant’ın çirkin görüşleri ve alışkanlıklarına dair anekdotların çoğu bu döneme dayanıyordu elbette. Bu anekdotların onun felsefesine ya da gerçek kişiliğine dair hiçbir şeye işaret etmediğini bilmek gerekir.[134] Bu görüşlerine felsefe sonrası görüşler diyebiliriz.

Bu yıllarda Kant’ın hâlâ ziyaret ettiği tek kişi Motherby’dı, ama o da hastalandı ve 1801’de öldü.[135] Motherby’ın ölümü Kant’ı derinden sarstı. Jachmann günde iki kez Motherby’ın nasıl olduğu ve doktorların ne teşhis koyduğu konusunda Kant’ı bilgilendiriyordu. Kant onun öldüğünü duyunca şöyle demişti: “Tüm dostlarımın benden önce mezara girdiğini görmek zorunda mıyım?”[136] Motherby’ın ölümünden sonra Kant “hemen hiç” evinden çıkmadı.

Okumaya devam ediyordu, ama çok az şey anlıyordu. Yazmak neredeyse imkânsız hale gelmişti. Bir arkadaşı 1801 Ağustos’unda Kant’ın “felsefi konulardaki düşüncelerini sadece birkaç dakikalığına kaleme alabildiğini” yazmıştı.[137] Sık sık sandalyesinde uyuyakalıyor, sonra da kayıp yere düşüyordu. Düştükten sonra kalkamıyordu. Sakince yattığı yerde birinin gelip onu kaldırmasını bekliyordu. Bunun ne kadar sık yaşandığı pek net değildir, ama en sonunda Wasianski ona bir koltuk alarak düşmesini önlemiştir. Hâlâ yatakta okuyordu. Üç kez takkesi alev aldı. Kant ayağıyla basarak yangını söndürdü. Wasianski yatağının başucuna bir şişe su koydu, takkesinin biçimini değiştirdi. Ayrıca mumdan daha uzak bir yerde okumasını söyledi. Wasianski artık Kant’a günde birkaç kez gelip bakmak zorunda kalıyordu. Dostları Kant ve Wasianski için üzülmeye başlamıştı.

1801 Kasım’ı gibi erken bir tarihte Kant servetiyle ilgili bütün konularda yetkiyi Wasianski’ye verdi. Ona üzerinde sureti bulunan bir hatıra parası hediye etti ve parayı hediye olarak aldığını ispatlayan bir de belge hazırlattı. Wasianski parayı ona kimin verdiğini bilmiyordu, ama söylentilere göre Kant bu parayı Talmud’daki “anlaşılmaz” görünen zor bir pasajı açıkladığı için Yahudilerden almıştı. Gerek Wasianski’ye gerekse Kant’ın Königsberg’deki pek çok dostuna göre “Kant ile Talmud çok farklı muhtevalara sahipti”.[138] Wasianski artık Kant’ın 20,000 Taler değerindeki servetinden sorumluydu – bu miktar Hippel’in 140,000 Talerlik serveti kadar çok değildi elbette, ama bir Königsberg Üniversitesi profesöründen beklenmeyecek kadar çoktu. Kant için para önemliydi ve doğru yatırımlar yapmıştı. 14 Kasım 1801’de Kant nihayet senatodaki koltuğunu bıraktı. Mektubu kendisi yazmadı ama imzayı kendisi attı.[139]

Bu arada evde işler iyi gitmiyordu. Lampe efendisinin “acizliğini” kötüye kullanmaya başlamıştı. Kavga çıkartıyor, mantıksız iyilikler istiyor, işini yapmıyor, sık sık sarhoş oluyor ve “zalimce” şeyler yapıyordu.[140] Wasianski onunla konuştuğunda düzeleceğine söz verdi ama daha da kötüye gitti. Kant 1802 Ocak’ında Wasianski’ye şöyle dedi: “Lampe bana öyle bir kötülük etti ki ne olduğunu söylemeye utanıyorum.”[141] Wasianski aynı ay Kant’ın kırk yıllık uşağı Lampe’yi işten çıkardı. Lampe’ye bir daha kendisinin ya da akrabalarının Kant’ı rahatsız etmemesi şartıyla yıllık bir emekli maaşı bağlandı.

Kant yeni uşağına “Lampe” demeye devam ediyordu. Bunu kendisine hatırlatmak için küçük defterlerinden birine şöyle yazmıştı: “Lampe adı artık tamamen unutulmak zorunda.”[142] Bu çelişkili durum, yaşlı Kant hakkında anlatılan tüm diğer anekdotlardan daha manidardır herhalde. Kant hakkındaki çoğu sahte olan pek çok anekdotun hiçbiri Kant’ın kim olduğunu anlatmaya yetmez.[143] Scheffner 4 Ocak 1802’de şöyle demişti: “Yaşlı Kant’ın artık kendisine dair kararlarda rol almaması çok iyi oldu. Aenesidemus Schulze onun tüm isteklerini yerine getirebilir. Kant kendisini tanrının ellerine değilse de zamanın kollarına bıraktı ve zaman yeteneklerine bakmadan tüm insan evlatlarını tüketir.”[144]

Kant hep zayıftı, ama son yıllarda daha da zayıflamıştı. Kasları sürekli inceliyordu. Bunun farkındaydı ve her yemekte artık “asgari kas miktarına ulaştığına” inandığını söylüyordu.[145] Kalça kaslarının ufalması oturmasını zorlaştırıyordu – ve o sırada neredeyse tek yapabildiği şey oturmaktı. 1801’de hâlâ “arkasının eskisi kadar kalın olmadığı” yolunda şakalar yapabiliyordu, ama 1802’de kaslarının inceliği artık yürümesini de güçleştiriyordu.[146]

Kant’ın sağlığı 1802 kışında daha da kötüye gitti. Her yemekten sonra karnında birkaç santimlik sert bir şişkinlik oluşuyordu. Şişkinliğin yarattığı basıncı azaltmak için giysisinin önünü açmak zorunda kalıyordu. Anlaşıldığı kadarıyla bu şişkinlik pek acı vermese de onu rahatsız ediyordu. Altı ay kadar sonra bu durum düzeldi. 1803 baharında Wasianski Kant’ın egzersiz yapmasını uygun bulmuştu. Kant artık tek başına yürüyememesine rağmen bahçeye çıkartılıyordu, ama dışarıda sanki “ıssız bir adadaymış” gibi kendini rahatsız hissediyordu.[147] Zamanla dışarıda oturmaya da alıştı, hatta kısa yürüyüşler yaptı, ama o kadar çelimsizleşmişti ki ki neredeyse hiçbir şeyin tadını çıkaramıyordu. Dişlerinin tamamen dökülmesi, kabızlık, idrara çıkma güçlüğü, tat ve koku duyularının azalması gibi başka problemler hayatını giderek daha ağır bir yük haline getiriyordu. Kış boyunca sık sık hayatın ne kadar yorucu olduğundan şikâyet etti ve ölmek istediğini söyledi. “Dünyaya bir faydası yoktu ve kendisini ne yapacağını bilemiyordu.”[148]

Aslında geriye kalan tek neşe kaynağı her bahar bahçesine gelip öten bir baştankarayı izlemekti. Bir sene bu kuş geç gelince şöyle demişti: “Demek ki Apenin Dağları’nda hava hâlâ çok soğuk.” Kuşun eve dönmesi için havanın düzelmesini umuyordu.[149] 1803’te kuş geri gelmedi. Kant hüzünle şikâyet etmişti: “Küçük kuşum gelmiyor.”[150] Kant 24 Nisan 1803’te defterine şöyle yazmıştı: “Kitabı Mukaddes şöyle der: Ömrümüz yetmiş yıl sürer, uzunsa seksen yıl sürer, iyi bir ömürse, o zaman çaba ve emektir.”[151] 1803 yazı gayet iyi geçti. Başka şeylerin yanı sıra muhafızların nöbet değişiminde çalınan marşlardan da hoşlanıyordu. Bando kapısının önünden geçerken marşları daha iyi dinlemek için bütün kapıları açtırıyordu.[152]

Şehir dışından gelenler Kant’ı ziyaret etmeye yüreklendirilmiyordu. Artık böyle karşılaşmalardan hiçbir haz almıyordu. Gerçi hayatı başka türden heyecanlardan tamamen yoksun değildi. İki kere soygun girişimine maruz kalmıştı. Sokağa bakan kapıları hep açıktı. Bir keresinde -Kant’a göre iyi giyimli- bir kadın hırsızlık yapmaya gelmişti, ama onun uyanıklığı karşısında afallayarak saati sormuştu. Kant saatine bakıp ona zamanı söylemişti. Kadın gitmiş, ama birazdan dönerek tam saati Kant’a göstermek için saati kendisine vermesini istemişti. Kant öyle öfkelenmişti ki kadın korku içinde kaçmıştı. Wasianski’nin yazdığına göre Kant ona bu olayı anlatmış ve kendini fiziken savunacağını iddia etmişti. Wasianski ise şüpheliydi, “zaferi kadın kazanacak ve Kant yaşlılığında ilk kez bir kadına yenilmiş olacaktı”.[153] Kant’ın hayatının herhangi bir döneminde kadınlarla çok kavga ettiği şüphelidir. Kant’ın “acizliğini” gayet iyi biliyor görünen başka bir kadın ondan para sızdırmak için Wasianski’ye kocasının Kant’a bir düzine gümüş kaşık ve birkaç altın yüzük borç verdiğini söylemişti. Bunların karşılığında nakit istiyordu. Wasianski nakit yerine polis çağırmayı önerince kadın bu sefer para dilenmişti.[154]

Güz başları Kant’ın “tükenişi” hızlanmaya başladı. Wasianski Kant’tan izin aldıktan sonra onun kız kardeşini çağırdı. Kant’ın uzun zaman destek olduğu kızkardeşinin “onunla benzer yüz hatlarına sahipti ve iyiliksever bir mizacı vardı.” Kant’tan altı yaş daha gençti ve çok daha sağlıklı “canlı ve tazeydi”. Kant bu değişikliği sinir bozucu bulduğundan ve o zamana dek hep az çok yalnız yaşadığından kızkardeşi onun “arkasına” oturuyordu. Bir süre sonra Kant ona alıştı. Kızkardeşi “kardeşçe bir şefkatle” ona bakıyor, asla üzmemeye çalışıyor, sürekli yanında duruyordu. Bir sürü tuhaflığı olan yaşlı bir adama bakmak için gereken “sabra, iyi mizaca ve hoşgörüye” sahipti.[155] Kant’ın evinde toplam altı ay kaldı. Eve taşındığında Kant’ın zihni o kadar kötüleşmişti ki kendisinin kim olduğunu bile hatırlayamıyordu. 1803 Ağustos’unda Jachmann onu görmeye gitti ama Kant artık onu tanımıyordu. Daha birkaç yıl önce ikisini birbirine bağlayan hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Jachmann ona sağlığını sorduğunda Kant istekle durumunu anlattı. Gerçi pek çok kısa cümleyi tamamlayamadığından, “koltuğunun arkasında oturan ve benzer sohbetleri pek çok kez duymuşa benzeyen yaşlı kız kardeşi ona unuttuğu sözcükleri hatırlatınca, Kant eksiğini tamamlıyordu”.[156] Jachmann çıkarken Kant daha sonra öğrenmek için kız kardeşine kim olduğunu anlatmasını istemişti. Demek ki Kant’ın kız kardeşinin kültürsüzlüğü yüzünden dostlarından “özür dilediği” hikâyesini anlatan Hasse’de samimiyetsizlikten fazlası vardı; Kant’ın kız kardeşine aynı masadan yeme izni vermediği için ahlaken kusurlu olduğunu ima etmesi ise ikiyüzlülüğün dik alasıydı. Hasse ya Kant’ın ne durumda olduğunu görememişti, ya da ifade ettiğinden başka gerekçeleri vardı.[157]

8 Ekim 1803’te Kant’ın durumu hayatını tehdit eder hale geldi. Wasianski’ye göre bunun sebebi Kant’ın yedikleriydi. Son birkaç yıl geleneksel yemeklerden uzak durmuş ve kötü beslenmişti. Öte yandan, ızgara İngiliz peynirli (çedar) sandviç yemeye bayılıyordu ki Wasianski bunun ona iyi gelmediğini düşünüyordu. 7 Ekim’de Wasianski’nin tavsiyelerine rağmen bu sandviçten bir sürü yedi:

Tavsiyelerimi onaylama ve kabul etme alışkanlığında ilk defa bir istisna yaptı. Sandviç açlığını gidermek için heyecanla ısrar etti. İlk defa bana düşmanlık hissettiğini fark ettim desem yanılmış olmam herhalde. Benim için çektiği çizgiyi aştığımı göstermeye çalışıyordu. Bu yiyeceğin ona asla zarar vermediği ve veremeyeceği gerçeğine başvurdu. Peyniri yedi… daha da pişirtti. Fikrini değiştirmek için her şeyi denedikten sonra sustum ve teslim olmak zorunda kaldım.[158]

Ertesi sabah saat dokuzda Kant kardeşinin yardımıyla evde yürürken bilincini kaybedip yere düştü. Çalışma odasındaki ısıtılmış yatağına götürüldü. Doktor geldi. Kant birtakım sesler çıkarıyordu ama bunları kelimeye dönüştüremiyordu. Akşama doğru konuşmaya başladı ama lafları ağzında geveliyordu. Muhtemelen sindirim sorunundan ziyade kalp krizi geçirmesine rağmen, Wasianski’nin emriyle peynir yasaklandı.[159] Gerçi Kant’ın “hastalığına” peynir de yol açmış olabilir – en azından dolaylı olarak. Yasaklanmış yiyeceğin yarattığı heyecan kan basıncını artırıp krize yol açmış olabilir. Böyle olup olmadığını asla bilemeyeceğiz, ama Wasianski’nin kendini sorumlu hissettiğini biliyoruz. Scheffner 27 Ekim’de bir dostuna şöyle yazıyordu: “Kant artık tamamen ruhtan yoksun, ama hâlâ yaşıyor; genellikle her gün gördüğü insanları bile tanımıyor.”[160] Mart’ta gönderdiği mektupta ise Kant’ın “artık birbiriyle bağlantılı üç kelime bile edemediğini… akıl sahibi ruhunu tamamen kaybetmiş göründüğünü” yazıyordu.[161]

“Bu hastalıktan sonra Kant bir daha asla eskisi kadar mutlu olamadı.” Akşam partileri yeniden başladı, ama artık Kant bunlardan zevk almıyordu. Konukları karşısında çok sabırsızdı ve dostları hâlâ akşam partilerine gelse de, sevdikleri için değil bunu bir ödev saydıkları için geliyorlardı – en azından büyük bir kısmı. Hasse gibileri bu partileri bir tür gösteri gibi görüyordu. Königsberg dışından da pek çok ziyaretçi bu partilere katılıyordu ve büyük çoğunluğu gönüllü geliyordu. 1803’te Kant’ın akşam partilerine katılmaya düzenli olarak davet edilen Christian Friedrich Reusch şu gözlemi yapmıştı:

Oraya gidişlerimin son döneminde Kant konuşmaya başladı, her zamanki gibiydi ama çok kısık sesle konuşuyordu ve tutarsız sözler ediyor, midesi ya da uykusuzluğu yüzünden sık sık uyuyakalıyordu. Sohbet etmek istiyordu, ama iki konuğun birbiriyle sohbet etmesinden hoşlanmıyordu. Sohbetlerin merkezi ve lideri olmaya uzun zamandır alışkındı. Şimdi ise tükenmişti ve sesini zorlukla duyurarak genellikle tek başına konuşuyordu – çoğu zaman yemeğin kalitesinden, bulanık hatıralardan ve hastalığına dair görüşlerinden söz ediyordu. Eski dostları ona eski günleri hatırlatabiliyordu… en sevdiği şiirin bazı mısralarını hâlâ hatırlıyordu… “evlenmemek gerektiği kuralı sabit… ama excipe (müstesna), ne şerefli çift… “şerefli” kelimesine özellikle vurgu yapıyordu… Yarım saatten sonra Kant genellikle tamamen bitkin düşüyor ve odasına götürülüyordu. Akşam yemeğindeki konukları da kötü hislerle baş başa kalıyorlardı…[162]

Nezaketten pek anlamayan Metzger, çok uzun zamandır kendi doktoru olan Kant’ın belki de “gücünün yavaş yavaş azalışını gözlemlemeye çok meraklı” olduğunu ve son yıllarında “dostlarını bununla ad nauseam (bıktırana kadar) meşgul ettiğini” düşünüyordu. Ona göre bu durum Kant’ın bencilliğinin ya da tuhaflıklarının son gösterisiydi.[163] Başkalarına göre ise sadece ürkütücüydü.

Kant erken yatıyor, ama gece kabuslar yüzünden uyuyamıyordu.[164] “Odasına giderkenki sükunetin yerini endişe alıyordu ve bu endişe onu en çok da uyandıktan sonra etkiliyordu.”[165] Her gece başında durulması gerekiyordu. Akrabaları yardıma çağırıldı. Aralıkta Kant artık kendi adını yazamıyordu. Kaşığını da bulamıyordu. Kendini sözle ifade etmekte güçlük çekiyordu. Hayatının son haftalarında kimseyi tanımıyordu. Bir koltukta uyuyormuş gibi oturarak günlerini geçiriyordu. Kant artık “bitki gibi” yaşamaya başladı, diye düşünüyordu Wasianski. Kant’ı görmesine izin verilen Berlin’li bir ziyaretçi Kant’ın kendisini değil kabuğunu bulduğunu yazmıştı daha sonra.

1803 sonunda ya da 1804 başında bir akşam Kant’ı ziyaret eden Jachmann, “uşağının yardımıyla odada huzursuzca ve amaçsızca dolaşırken” bulmuştu onu. “Varlığımın belli belirsiz farkındaydı ve önündeki karanlık topraklar (Gründe) hakkında hiç durmadan sorular soruyordu. Topraklar derken neyi kastettiğini bilmiyorum, ama benim soğuk ellerime dokunduğunda, yakalayamadığı serin topraklardan bahsetti yüksek sesle.”[166]

1804 başında Kant neredeyse hiçbir şey yiyemiyordu. “Her şeyi fazla katı ve lezzetsiz buluyordu.” Masada otururken sürekli kekeliyor ve gece de uyuyamıyordu.[167] Tutarlı davrandığı kısa dönemler hâlâ vardı, ama çok nadirdi. Bir keresinde yarı bilinçsiz halinden sıyrılıp “insanlık duygusu daha beni bırakmadı” diye onu temin ederek doktorunu şaşırtmıştı.[168] 11 Şubat’ta son sözlerini etti. Ona sulu şarap veren Wasianski’ye teşekkür ederken: “Es ist gut” yani “bu iyi” dedi.[169] Bu sözler hakkında çok yorum yapılmıştır… ama “Es ist gut” ifadesi mümkün olan en iyi dünyada yaşadığımızın onaylanması değildir illa ki, aynı zamanda “yeter!” anlamına da gelebilir ve bağlama bakılırsa zaten büyük ihtimalle bu anlama gelmektedir. Yeterince içmişti – ama aynı zamanda yeterince yaşamıştı.

Kant nihayet 12 Şubat 1804’te, sabah 11’de, sekseninci doğum gününe iki aydan az bir zaman kalmışken hayata gözlerini yumdu. Jachmann onun öğleye doğru “olabildiğince sükunet içinde, herhangi bir çarpıklık ya da şiddetli bir ayrılık işareti olmadan, görünüşe bakılırsa mutlu…” öldüğünü yazmıştır.[170] Wasianski ise şöyle diyordu: “Mekanizma durdu ve makine hareket etmeyi kesti. Ölümü şiddetli bir doğa edimi değil, hayatın çekilip gitmesiydi.”[171]

Cenazesinde bir şiir okundu – her bakımdan kötü okunmuş bir şiirdi bu. En sevdiği şairin bir şiiri daha uygun olurdu; zira sadece insan olmak isteyen Kant, İnsan Üzerine’de Pope’un aşağıdaki sözcüklerle selamladığı türün en çarpıcı örneklerinden biriydi:

Sen ki durursun çift yanı deniz bir karada

Aklı karanlık, cüssesi kaba

Çokça bilgili, şüpheden yana eşi yok

Almamış ama sabırdan hissesini

Sallanır durur orta yerde, şaşkın gitmekte ya da kalmakta

Tanrı mı yoksa bir canavar mı olduğunu sanmakta

Şaşkındır şaşkın bedeni mi aklı mı seçmekte

Ölmek için doğmuş, kullanır aklını sadece günah işlemekte

Ne farkı var sanki birbirinden cahilliği de mantığı da

Ya çok az düşünür ya da çok fazla

Kördüğüm olmuş birbirine düşünce ve tutkunun hayali

Söver kendi kendine, över kendi kendine

Yaratılmıştır yarı yükselmek yarı düşmek için

Her şeyin büyük efendisi fakat her şeye bir yem

Kendisidir ancak yargılayabilir gerçeği

Kendisidir sonsuz hatalar içinde

Şanı, şakası ve bilmecesidir dünyanın.

KANT,
Manfred Kuehn
ÇEVİREN: BÜLENT O. DOĞAN
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2011