CÜZZAM GEMİLERİNDEN DİSİPLİN TOPLUMLARINA: FOUCAULT’DA İZOLASYONUN TARİHSEL SÜREKLİLİĞİ – LUNA MADANOĞLU

Toplumların tarihsel gelişiminde “öteki”nin tanımı, iktidar ilişkilerinin niteliğini belirleyen en temel göstergelerden biridir.
Orta Çağ Avrupa’sında cüzzam hastalarının şehir dışına sürülmesi ve hatta bazı dönemlerde nehirlerde yüzen gemilere bindirilerek toplumdan uzaklaştırılması, yalnızca tıbbi bir önlem değil, ahlaki ve politik bir dışlama pratiği olarak değerlendirilmelidir.
Bu olay, Foucault’nun (1961) ifadesiyle, “aklın deliliğe karşı kurduğu ilk sınırın” tarihsel kökenidir.
Zamanla bu dışlama biçimi bedensel olmaktan çıkmış, bireyin zihinsel ve davranışsal kontrolü üzerinden yeniden üretilmiştir.

Modern toplumlarda iktidar artık bireyleri açıkça dışlamak yerine, onları görünmez normlara uymaya zorlar.
Bu normların inşa edildiği temel kurumlardan biri ise okuldur.
Dolayısıyla okul, hapishane ve akıl hastanesi arasındaki yapısal benzerlik, yalnızca kurumsal değil, epistemolojiktir: hepsi insan bedenini ölçer, gözlemler ve düzenler.


İzolasyonun Kökeni: Cüzzam ve Dışlama Mekanizması

Foucault’ya göre Batı’da “temiz toplum” ideali, cüzzamlıların dışlanmasıyla başlamıştır.
Cüzzam, sadece bedensel bir hastalık değil, toplumsal bir tehdit imgesi olarak kurgulanmıştır.
Cüzzamlıların şehirlerden sürülmesi, toplumun “ötekini” tanımlama ve onu görünmez kılma pratiğidir (Foucault, 1961).
Bu süreçte cüzzamlıların nehir gemileriyle uzak bölgelere taşınması, fiziksel bir arınma ritüeli olduğu kadar, kültürel bir sınır çizme eylemidir.
İktidar, böylece bedeni dışlayarak düzeni sürdürmeyi öğrenmiştir.

Bu tarihsel model, sonraki yüzyıllarda farklı biçimlerde yeniden ortaya çıkar.

  1. yüzyılın Büyük Kapatılma (Grand Renfermement) dönemi, delilerin, dilencilerin, suçluların ve “işsizlerin” aynı kurumsal çerçeve içinde tutulmasıyla karakterizedir.
    Bu dönem, Foucault’nun analizinde modern disiplin toplumlarının öncüsüdür.

Disiplinin Kurumsallaşması: Hapishane ve Okul

  1. ve 19. yüzyıllarda Batı toplumlarında “disiplin” kavramı, cezalandırmanın yerini gözlemin aldığı yeni bir iktidar biçimi olarak ortaya çıkar.
    Foucault (1975), Hapishanenin Doğuşu’nda bu dönüşümü “görünürlüğün iktidarı” olarak tanımlar.
    Jeremy Bentham’ın panoptikon tasarımı, bu mekanizmanın sembolik modelidir: sürekli gözetim altında olduğunu bilen birey, iktidarı kendi içinde yeniden üretir.

Bu mekanizmanın en işlevsel alanı, eğitim kurumlarıdır.
Okullar, erken yaşta başlayan bir “normalleştirme süreci”nin merkezidir.
Zaman çizelgeleri, sınavlar, karneler ve ödül-ceza sistemleri aracılığıyla bireyler sürekli denetlenir.
Böylece okul, bireyin topluma uyumlu hale getirilmesinde hapishane ile aynı mantıksal düzlemde işler: itaat, üretkenlik ve düzenin sürekliliği.

Disiplinin bu içselleştirilmiş biçimi, bireyin öznelik deneyimini yeniden biçimlendirir.
Artık birey, yalnızca dışsal bir otoriteye değil, kendi iç denetim mekanizmasına boyun eğer.
Bu nedenle Foucault’ya göre modern toplum, “özgürlük yanılsaması altında disiplinin en yoğun biçimde işlediği çağ”dır.


Eğitim, Gençlik ve Biyopolitik Denetim

Modern devletin işleyişinde eğitim kurumları yalnızca pedagojik değil, aynı zamanda biyopolitik araçlardır.
Foucault’nun biyopolitika kavramı, iktidarın yaşam süreçlerini — doğum, sağlık, üretkenlik, davranış — düzenleme kapasitesini tanımlar (Foucault, 1976).
Bu bağlamda genç nüfusun kontrol altına alınması, sistemin sürekliliği için zorunludur.
Eğer okul disiplini çökerse, toplumun kendi normatif yapısı da çözülme riski taşır.
Bu nedenle iktidar, gençliği “özgürleştirme” söylemiyle eğitirken aynı zamanda yönlendirir, sınıflandırır ve yeniden üretir.

Bu kontrol mekanizması, tarihsel olarak cüzzamlıların gemilere bindirilip toplumdan uzaklaştırılmasından daha rafine, ancak aynı ölçüde etkilidir:
fark, artık bedenlerin değil, zihinlerin izole edilmesidir.


Sonuç Olarak

Cüzzamlıların dışlanmasından modern eğitim sistemine uzanan süreç, dışlama biçimlerinin sadece teknik değil, ideolojik dönüşümünü de temsil eder.
Bedensel izolasyondan zihinsel normalleştirmeye geçiş, modern iktidarın sürekliliğini sağlamıştır.
Bugün artık toplumlar “deli”, “suçlu” veya “cüzzamlı”yı dışlamaz; bunun yerine onu norma uydurur.
Ancak bu uyum, özgürlüğün değil, denetimin incelmiş biçimidir.
Foucault’nun analiziyle söylemek gerekirse: modern disiplin toplumu, duvarlarını yıkmış ama duvarlarının yerini bakışla doldurmuştur.

LUNA MADANOĞLU


Kaynakça

Foucault, M. (1961). Histoire de la folie à l’âge classique. Paris: Plon.

Foucault, M. (1975). Surveiller et punir: Naissance de la prison. Paris: Gallimard.

Foucault, M. (1976). La volonté de savoir. Paris: Gallimard.

Deleuze, G. (1990). Postscript on the Societies of Control. October, 59, 3–7.

Dreyfus, H., & Rabinow, P. (1982). Michel Foucault: Beyond Structuralism and Hermeneutics. Chicago: University of Chicago Press.

Smart, B. (2002). Michel Foucault (Revised Edition). London: Routledge.