Ruhunu Satarak Sefa Sürmek: Bir Ecnebi Allâmenin O Pek Hazin ve İbretlik Sonu Üzerine Bir Kıssa

Yazan: Jungish

Edebiyatın o en fiyakalı, en de tekinsiz, en “Şeytan’la pazarlık” konulu şaheserlerinden birini, o meşhur Doktor Faustus’u,biliyor musunuz ?

Azizim,

Bizim ahşap konağın penceresinden etrafı seyrederken, insanın aklına ne acayip, ne de ibretlik hikâyeler geliyor. Geçen gün elime, o İngiliz diyarının eski zaman şairlerinden, Marlowe isminde bir zatın kaleme aldığı, “Doktor Faustus” nam bir acayip oyun geçti. Okudukça, kah “Vay ahmak vay!” dedim, kah “Aman efendim, bu adamın derdi bizim mahalledeki mirasyedilerden bile beter!” diye hayıflandım.

Bu hikâye, efendim, aklını, ilmini, irfanını üç kuruşluk dünya zevkine satan, lakin o zevki bile süremeyen bir “allâme-i cihan”ın pek hazin, pek de maskara sonunu anlatır.

Birinci Perde: Bilmekten Sıkılan O Kibirli Hekim

Evvela bu Faustus Efendi’yi bir tanıyalım. Adam, zamanının en okumuşu, en bileni… Tıp dese, parmağında; hukuk dese, cebinde; ilahiyat dese, çoktan ezber edip bir kenara atmış. Velhasıl, o kadar okumuş ki, artık bu dünyanın bilgisi ona dar gelmeye, onu sıkmaya başlamış!

“Bu kadarcık mı?” demiş, “Benim gibi bir dâhi, bu fani dünyanın sıkıcı kanunlarıyla mı uğraşacak? Ben daha fazlasını, ben sihir isterim, ben Tanrı gibi kudret isterim!”

Gördünüz mü kibri, gördünüz mü azameti? Bu, efendim, bizim mahalledeki her şeyi bildiğini sanan o yarı cahil ukalaların, en sonunda “Ben bu mahallenin nizamını beğenmedim, kendi kanunumu yazarım!” demesinden farksızdır. İnsanın bileceği en mühim şeyi, yani kendi “haddini” bilmeyi unutmuş!

İkinci Perde: O Pek Münasebetsiz Pazarlık

Peki, bu kudret meraklısı hekim ne yapmış dersiniz? Tutmuş, o eski, o tozlu, o yasaklı sihir kitaplarını açmış. Başlamış Latince, İbranice birtakım acayip laflar mırıldanmaya… O da ne! Karşısında Mephistopheles isminde, o Cehennem zebanilerinden, o en tekinsizinden bir “ifrit” peyda oluvermiş!

Faustus, bu zebaniden korkacağı yerde, onunla bir de pazarlığa oturmuş. “Bak a canım,” demiş, “Ben o başınızdaki büyük Şeytan Lucifer’e ruhumu satacağım. Karşılığında ne isterim? Yirmi dört sene boyunca, sen benim kölem olacaksın. Ben ne dersem yapacaksın, bana mutlak kudret vereceksin!”

Aman efendim! Bu ne cüret, bu ne ahmaklıktır! Bu, tefeci Hacı Garabet Efendi’ye, bir gecelik zevk için, oturduğu konağın tapusunu senetle vermekten daha beter bir deliliktir!

Üçüncü Perde: İlahi Kudret, Maskara Marifetler!

İşte zurnanın en fena zırt dediği yer burası, azizim!

Bu Faustus Efendi, yirmi dört senelik o mutlak kudreti eline alınca ne yapmış dersiniz? Gitmiş de, dünyadaki açlığı mı bitirmiş? Hastalara şifa mı dağıtmış? İnsanlığa yeni bir nizam mı kurmuş?

Ne gezer! Bütün o ilahi kudreti, bizim mahallenin o en yaramaz, o en serseri çocuklarının yaptığı maskaralıklara harcamış!

  • Kudretine Bakın: Tutmuş, Roma’daki Papa Hazretleri’nin sofrasına görünmez olup musallat olmuş! Adamın tabağından yemeğini aşırmış, kulağına fiske atmış… Bu, efendim, bizim Ramazan’da, cami hocasının takkesini aşıran o serseri takımının marifetinden farksızdır!
  • Marifetine Bakın: Bir Düşes Hanım, kışın ortasında canı üzüm çekmiş de, bizim dâhi hekim hemen sihirle bir salkım üzüm peyda edivermiş. Yahu, sen koca ruhunu, bir salkım üzüme mi sattın be adam!
  • Ahlakına Bakın: En sonunda da, o eski zamanların en güzel kadını olan Helen’i çağırtmış, “Bir buse ver” diye o hayalete sarmaş dolaş olmuş! Vay zamparaya bak!

Velhasıl, o koca ruhunu, o koca kudreti, üç beş maskaralık, bir salkım üzüm, bir de buğulu bir hayaletin busesi uğruna heba etmiş! Bu, eline koca bir imparatorluğun hazinesini verip de, o hazineyle sadece leblebi tozu alan bir ahmağın hikâyesidir!

Dördüncü Perde: Hesap Vakti… “Ah, Vah!” Nafile!

Tabii, sefa ne kadar tatlıysa, hesabı o kadar acı olur. O yirmi dört sene, sanki yirmi dört saat gibi geçivermiş. Son gece, saat kulesi gece yarısını çalmaya başlayınca, bizim Faustus’un aklı başına gelmiş.

Başlamış “Tövbe ettim!”, “Yandım anam!”, “Ruhumu kurtarın!” diye feryat figan etmeye… Lakin nafile! O tefeci Hacı Garabet, yani Şeytan, senedin gününü bir saniye bile geciktirir mi? O zebaniler doluşmuş odaya, bizim o pek pişman lakin pek de geç kalmış hekimi yaka paça alıp, ruhunu o ait olduğu karanlığa sürükleyip götürmüşler.

Velhasıl kelam, bu kıssadan çıkan hisse pek açıktır azizim: Marifet, her şeyi bilmekte, her şeye kudretli olmakta değildir. Marifet, elindeki o bir dirhem akılla, o bir zerre vicdanla “insan” kalabilmektir.

Yoksa, kendi aklının, kendi ihtirasının kölesi olan, ruhunu üç kuruşluk dünya sefasına satan adamın akıbeti, o cehennem ateşinden daha beter bir maskaralıktır!

Hashtag’ler:

#DoktorFaustus #ChristopherMarlowe #ŞeytanlaPazarlık #KıssadanHisse #HüseyinRahmiGürpınar #Edebiyat #Felsefe #Kibir #İhtiras #Cehennem #Mitoloji